Rükûda Başlar, Secdede Biter

Hamd O’nadır, şükür O’na, hep O’na tazîm!

Hiç şüphe yok “Subhâne Rabbiye’l-Azîm!”

 

Ben, ne bilirdim bakmayı? Göz verdin de baktım Rabbim! Baktım, istisnâsız herkeste bir dert, bir sıkıntı var da kimileri dertlerinin altında ezilmiş kalmış. Hâlbuki yiğit hizâda, sükûnet ezâda güzel!.. Sefâ sürerken zaten, “mâlum köpek” de memnun. Demek ki, “inanan insan ve eşref-i mahlûkat” olmanın getirdiği farkla, sadece neşeli zamanlarda değil, esas cefâ deminde yakalanmalı “rızâ”… Bir de baktım, sebep perdesini aşana kolay bu iş. Dedim ki:

 “-Rabbim! Her durumda, herkesten daha yakın ve anlayışlı olduğun için Sana şükürler olsun. Her seferinde, “yanımda” olduğunu hissettirdiğin ve içimde hep kocaman bir sevgi duymama sebep olduğun için de… Şükredecek ne kadar da çok şey olduğunu fark ettirdiğin ve hakkıyla şükürden âciz olduğumu bildirdiğin için de şükür! Rahmetin karşısında küçücük kalıveren; fakat bazen bana dağ gibi büyük gelen günahlarım altında ezilmekten koruduğun, farklı sebeplerle affını hep hatırlattığın ve ümitsizlik çukuruna yuvarlanmaktan kurtardığın için, Sana şükürler olsun. Yakınlığın her şekilde mümkün olduğunu, Sana, hayırla da, şerle de yaklaşılabileceğini gösterdiğin ve her seferinde gönlümü eşsiz bir huzurla doldurarak, “korkma” deyişini hissettirdiğin için, minnettarım Sana!

Yaşamamı takdir ettiğin, aczimi ve zaaflarımı fark ettiren her türlü tecrübe için; yüceliğin karşısında nasıl da bücürük biri olduğumu hatırlatan, çözümsüz zannettiğim; fakat Sen’in bir anda selâmete erdirdiğin problemlerim için, sevincime ve tebessümüme vesîle olan, adını sebep koyduğun “nimetlerin ve lûtufların” için şükürler olsun!”

* * *

Baktım, bütün âlem hizmetimde. Verdiği nimeti saymaya kalksam, mümkün değil. Hem baktım, kimileri bu lûtuflardan gâfil, kimileri şükre durmuş. Ben de o teşekkür edenlerden olayım istedim de dedim ki:

“-Rabbim! Başımdaki saçların her bir teli için ayrı ayrı; ağzımdaki dişlerin her bir tanesi için yana yana ve gözlerime nasip ettiğin yaşların her bir damlası için, sevinçten uça uça şükrediyorum Sana!

İkramlarından bir ikrâm olan sevenlerim için, onların, hiç haberim bile yokken, hakkımda ettikleri duâlar için, iyi niyetli arkadaşlar, geniş gönüllü dostlar gönderdiğin ve onlara benim her türlü sıkıntılarıma rağmen, yanımda ve yakınımda bulunabilme arzusu ve aşkı verdiğin için, Sana şükür!

Pek alışmışken birden bire elimden alıverdiğin dünyalıklar ve hiç alışkın değilken ikram ediverdiğin bütün sevinçler için şükürler olsun Sana. Aynı şükrü, hayatıma âniden katıverdiğin hüzün ve kederler için de tekrarlıyorum!”

* * *

Baktım, aynada bir yüzüm var ki, kâh solgun, kâh pırıl pırıl... Bazen kederlerle mahzun, bazen sevinçlerle mesrur… Hem baktım o yüzdeki her bir sevincin biricik kaynağı Nûr! Dedim ki:

“-Rabbim! Zelil yanlarımı setreyleyip, beni insanlara hayırlı ve güzel yönlerimle gösterdiğin; günahlarımı, sır tutmayı çok iyi bilen vefâlı bir dost gibi sakladığın, kendi içimde pek ezikken bile, dışarıya karşı alnı ak, başı dik durmayı nasip ettiğin için şükürler olsun Sana!

Şüphesiz ki ben, insanlardan bir insanım. Herkes gibi güçlü, herkes gibi zayıf, herkes gibi özel, herkes gibi güzelim. Şüphesiz, hayra da, şerre de istîdâdım pek çok. Günaha da, sevaba da açığım. İşte vaziyetim buyken, beni çoğunlukla güzel işlerle meşgul ettiğin ve hayırlı insanlar arasında bulundurduğun için, sayısız hamd ve şükür Sana!

Yere düşmüş bir ekmeği kaldıracak kuvvet, fakir düşmüş bir insanı kalkındıracak niyet ve “efendim” gibi bir devlet nasip ettiğin için şükürler olsun Sana!

Gösterdin de gördüm ki, “kuzular” arasında “kurtlar” gezinir. Kimi kuzu, çobanına mutî iken, kimi kuzu, kurt olmuş da semirir. Rolü ne olursa olsun, karşıma çıkan herkese “hikmet aramak” üzere baktırdığın ve şer içindeki hayır ve hikmeti ucundan da olsa görmeyi nasip ettiğin için, ne kadar da sevinçliyim. Sen bildirdin de bildim ki, Sana dost olmak, Sen’den gelen her durum karşısında hüsn ü zan sahibi olmakla başlar. “Hayrihî ve şerrihî minallâhi Teâlâ”yı biraz olsun anlamayı nasip ettiğin için şükürler olsun!

Nefsime takılmadan hizmete devamı nasip ettiğin, hizmetimi hezimete dönüşmekten koruduğun için mutluyum. Her an gözettiğini ve seherlerime hayat bahşederek, beni çok sevdiğini hissettirdiğin için şükür Sana!

Koku alabildiğim, yürüyebildiğim, üşüyebildiğim, terleyebildiğim, konuşabildiğim, görebildiğim, dokunabildiğim ve uyuyabildiğim için şükürler olsun! Sadece hatırlayabildiğim için değil, unutabildiğim için de çok şükür. Gülmekle birlikte ağlamayı da tattırdığın, hayatın neredeyse her lezzetini aldırdığın için şükür. Hissedebilen tenim ve kalbim için, günahından ötürü pişmanlık duyabilen vicdanım için şükür Sana! Sevabından ötürü kibirlenmeyi zül sayan, kalbine yaklaşmış aklım için çok şükür!..”

* * *

Baktım, her bir mahlûk, Allâh’ı kendince hissetmede... “İnanmıyorum!” deyip burnunun dikine gidenler bile, başları sıkıştı mı “Allah! Allah!” diye zikretmede… Dedim ki:

“-Rabbim! Bana, Sen’i özleme duygusunu ve Sana kavuşma arzusunu hediye ettiğin için şükürler olsun. Hiçbir şeyle tatmine ulaştırmadığın ve bana hep kendini arattığın için nihayetsiz şükür! Sevenlerimin tebessümünde, annemin şefkatinde, babamın muhafaza ve dostlarımın tesellî edişinde hep Sen’i hissettirdiğin, benim “her şeyim” olduğun için şükürler olsun Sana! Bildirdin de bildim ki, Sen’den gayrısı fânîdir. Yine bildirdin de bildim ki, aslında Sen’den ayrı ve gayrı olmaya güç yetirebilecek tek bir fânî yoktur. De ki, ben nasıl Sen’den, Sen’i anmaktan, Sana yalvarmaktan, Sana gelmekten ve Sen’i özlemekten ayrı olayım? Beni hep, kendinle beraber tuttuğun için şükürler olsun Sana! Üstelik sadece sevaplar işlerken değil, zaafa ve kusura düşerken de yanımda olduğun için çok şükür!..

Gösterdin de gördüm ki, önemli olan, “huzurunda huzur bulmakmış”, başka bir şey değil… Gelen her ne olursa olsun, asıl olan Sen’den geldiğini bilmek ve mütebessim karşılamakmış. Dertleri sevince çevirdiğin ve “kötü” diye bir şey olmadığını hissettirdiğin için şükürler olsun Sana! Evet! Bu dünyada olmuş ve olacak her ne varsa, hayırdır. Senden gelen, kötü olabilir mi hiç Rabbim?!

Yorulmam için kuvvet, dinlenmem için fırsat lûtfettiğin ve dinlenmenin, yorulmakla mümkün olabileceğini gösterdiğin için şükürler olsun Sana! Gülen yüzüm, kazılıp içine mühür gömülen alnım için şükürler olsun! Fırtınalı zamanlarımda yanıma yaklaştırmadığım hâlde, yine de sabırla hâlimi seyreden ve durulmam husûsunda duâ eden kardeşler lûtfettiğin için şükürler olsun Sana! Beni, Sen’i bilmem için yarattığına göre, âlemleri ve bütün hâdiseleri de, Sen’i bulmamı kolaylaştırmak için yaratmış olmalısın. O hâlde her durumda, Sana gelen bir yol bulmayı nasip ettiğin için şükür!

“-Ne olursan ol, yine gel!” demiş büyükler… Umman olsam, ne Sen’den izinsiz gemi yüzdürebilir, ne de Sen dilemeden inci doğurabilirim. Sel olsam, yine Sen’den izinsiz bentler yıkabilecek değilim. Yaprak olsam, düşemem dalımdan Sen dilemeden... Işık olsam, süzülemem kaynağımdan, Sen istemeden... İşte, ne ummânım, ne selim, ne yaprak, ne de ışık! Lûtfunla temizlemezsen, her bir yanım bulaşık! Alt tarafı hayra, affa ve duâya muhtaç bir fakirim ya, yine de bakıyorum, nicesi bana âşık! Madem böyle, sebeplerle beni sevmene çok şükür!..

Yastığım, yorganım, uykum, uyanıklığım ve gösterdiğin rüyalarım için de şükür Sana! Zira o rüyalardan biriyle azıcık da olsa anlamaya başladım ki, “duânın tamamını mürşidi için etmek gerekir.” Kendisine duâ edebini soran ashâbına:

“Tamamında bana salât ve selâm etsen, bu senin için daha da hayırlıdır.” buyuran Habîbullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, bu cevap ile neyi söylediğini, daha yeni kavradım.

Anladım ki, eğer ben, mürşidime duâ edersem, zaten yedi ceddime de duâ etmiş olurum. Zira benden gelecek neslin sıhhati bana, benim sıhhatim de efendimin himmetine bağlıdır. Mâdem ki durum budur, kendime duâ etmem, hattâ vakit kaybıdır. Eğer tamamında salât u selâm edersem, bu hâlde de, hem yedi ceddime, hem efendime, hem bütün âleme duâ etmiş olurum. Zira işte, O, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olandır. Ne zaman ki, O tebessüm eder, âlem tebessüm eder.”

* * *

Baktım, gelin olacak kız, damat adayının kahvesine tuz ile biber katıyor. Bunu tâlibinin sevgisini sınamak ve onun, ağzına gelecek acayip tada rağmen, yüzünü buruşturmadan ve kimselere belli etmeden yine de kahveyi yudumladığını görmek için yapıyor. Üstelik bir de kapının ardından gizli gizli bakıp, cilve ile gülümsüyor. Bunu görünce kadîm dostuma dedim ki:

“-Rabbim!.. Elbet ben de Sana tâlibim! Şu damat olacak kişi, bir kız için tuza-bibere tebessüm eder de, ben, Sana kavuşturacak yolda hiç, aynısını yapmaz mıyım? Hele de ucunda Sana kavuşmak olsun, acep, hem de perdeler ardından beni seyrettiğini ve cilveyle tebessüm ettiğini bilir de, yüzümü ekşitir miyim?! Âh âh! Elbet sağım-solum belli olmaz. Benden her bir şey de beklenir; lâkin, şu gönlüme koyduğun “rızâ” arzusu için, şükür, çok şükür Sana!

Murâdım o ki: Beni bana aştır da Sana ulaştır! Sevgimi, acı-tatlı nice farklı lezzetle sınayacağın her seferinde, gönlüme sükûnet, yüzüme nûrâniyet ve neticeye nusret nasip eyle! Zayıflığımı kudretinle, fakirliğimi kereminle destekle! Günahlarımı rahmetinle, hayırlarımı kabûlünle karşıla!..”

* * *

Ben ne bilirdim bakmayı? Göz verdin de baktım Rabbim!.. Madem öyle, hamd de Sana, şükür de Sana! Diyorlar ki:

“-Güzel bir şey söyle bana!..”

Daha güzel bir şey yok ki: “Sübhâne Rabbiye’l-Âlâ!”

 

PAYLAŞ:                

Neslihan Nur Türk

Neslihan Nur Türk

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle