Ruhum Üşüyor Anne

Üşüyorum anne… Sıcaklığını o kadar arıyorum ki… Biliyor musun artık rüyalarıma bile gelmiyorsun. Oysa:

“-Duâ edersen, uslu durursan, anneni görürsün. Belki ziyaretine gelir, belki de alır götürür seni!..” demişti arkadaşım bana… Acaba doğru değil miydi?

Seni görmeyeli ne kadar oldu bilemiyorum, ama artık hayalin de silindi, resmin de yok anneciğim!.. Sadece benim de bir annemin var olduğunu biliyorum.

Biliyor musun anne, artık ben yurttan ayrıldım. “Çocuk Evi”nde kalıyorum, “Sevgi Evi” de diyorlar. Benim gibi beş arkadaşım daha var, hepimiz aynı okula gidiyoruz.

Bize bakan iki ablamız var. Yeni evimiz çok güzel. Uzaktan deniz görünüyor. Bahçemizde yüzme havuzu var, hem ben yüzmeyi de öğrendim. Bazen denize gidiyor, bazen de havuzda yarış yapıyoruz. Yakınımızda park da var, ara sıra ablalar bizi götürüyor. Bazen de öbür evde kalan arkadaşları ziyarete gidiyoruz. Her şey iyi de anne, ah bir de sen olsan!.. Ben başka hiçbir şey istemezdim, ne pişirirsen onu yer, ne giydirirsen onu giyerdim. Hattâ sana yardım bile ederdim. Ben artık büyüdüm anne, 35 numara ayakkabı giyiyorum, boyum da ablalara yaklaştı. Saçlarımı kendim tarayabiliyorum, fakat hep bir yanım eksik anne…

Bazen balkondan dışarı bakıyor, yoldan geçenleri izliyorum. “Şu giden kadın benim annem olabilir mi? Yürüyüşü ne kadar da benziyor!..” diye dalıp gidiyorum.

Neden anne, neden benim yanımda değilsin?

Bana bunu bir anlatsan, inan ki büyüdüm, seni anlayabilirim artık!.. Kafamda o kadar çok soru var ki… Cevabını, kendim bulamıyorum. Neden ben de herkes gibi evimde değilim, başkalarının merhametine, sevgisine muhtaç bırakıldım? Beni ve yurttan ayrıldığımdan beri görmediğim kardeşimi terk ettiğine göre, neydi çaresizliğin? Fakirlikse, o kadar çok insan var ki fakir… Sobamız olmasın, battaniyeye büzülüp yatardım. Pasta yerine yavan ekmek, makarna yerdim. Ben seni üzecek kadar büyümemiştim ki…

Dört yaşındaydım, bir gün yurda, gönüllü teyzeler geldiler. Sayısını bilemiyorum, çok çocuk vardı. Teyzeler onları sevdiler, hediyeler verdiler, ben de onların yanına gidip sarılmak, anne kokusunu duymak, saçlarımı okşatmak istiyordum. Ancak yerimden kalkamayacak kadar hâlsizdim. Sessizce başımı koltuğun kenarına dayadım, gözlerim kapanıyordu.

Teyzenin biri beni fark etmiş:

“-Gel evlâdım, senin ismin ne?” diye sordu.

O kadar güçsüzdüm ki, cevap bile veremedim. Teyze, elini başıma koydu:

“-Vah yavrum, senin ne kadar ateşin var?!” dedi.

Ateşlenmek ne demek anne, ben bunu bilmiyorum. Oradaki hizmetli abla:

“-İlaç verdik, geçer!” dedi.

İşte o zaman seni çok aradım anne… Keşke o teyzelerin biri, benim annem olsaydı; başucumda uyumaz, gözlerinde sevgiyle başımı okşar öper, ben de iyileşirdim. Şimdi çocuk evleri açılıyor anne, artık herkes evlerde kalacakmış. Beşer altışar çocuk, böyle çok iyi… Bize iyi şeyler öğretiyorlar. Diş fırçalamayı, odamı toplayıp sofra kurmaya yardım etmeyi, peçete vermeyi, salata, puding yapmayı bile öğrendim. Misafirlere hoş geldin demeyi, ayakkabıları düzeltmeyi, su isteyen olursa vermeyi, birbirimize yardım etmeyi, paylaşmayı öğrendim anne…

Saçlarımı uzatıp renkli renkli tokalar takamıyorum anne… Küçükken saçımızı kısa kısa kesmelerini, görenlerin bu kız mı, yoksa oğlan mı demelerini bir türlü anlayamıyordum. Meğerse saçımızda bit varmış. Okulda da kimseyle arkadaşlık kuramıyorduk, belki de bu yüzden bizden kaçıyorlarmış…

Buraya gelince gönüllü anneler ve ablalar, saçlarımızı kısacık kestirip ilaç ve şampuanlarla çok mücâdele edip bizi böceklerden kurtardılar. Bir de anne, çok utanıyorum, ama bazen uyurken altımı ıslatıyordum. Geldiğimizde hemen hepimiz ıslatıyorduk. Bazılarımız kurtuldu, fakat ben ara sıra yapıyorum. Beni doktora götürdüler. O da:

“-Tamamen psikolojik!” dedi, ne demekse....

Ne yapayım, elimde değil, çok üzülüyorum. İkinci sınıfa gidiyorum. Okumam da çok yavaş… Sesimi çıkaramıyorum, hep kısık sesle hecelemeye çalışıyorum, yanlış yapmayayım diye... Kendi evlerinden gelen çocuklar, hem güzel okuyor, hem de çok bağırıyorlar. Ben biraz sesimi yükseltecek olsam, kızacaklar diye korkuyorum. Her öğrenci gülüp yaramazlık yapıyor, biz çocuk değil miyiz anne? En ufak bir yaramazlık yapsak ya da başarısız olsak:

“-Bıktık bu yurttan gelenlerden!..” diyorlar.

Biz mi istedik oradan gelmeyi… Derslerimizde bir türlü başarılı olamıyoruz, bizimle bıkmadan usanmadan kim ilgilenir ki!..

“-Annen seni bizim için mi doğurdu?” diyorlar.

Biz, bu Sevgi Evi’ne geldiğimizde, okuma-yazmayı çok iyi bilmeyen bir arkadaşım vardı. Diğer çocuklar onunla dalga geçiyor:

“-Kocaman kız, hâlâ okuyamıyor!..” diye gülüp hava atıyorlardı.

Bizimle ilgilenen bir teyze vardı:

“-Bak kızım, sen akıllı bir kıza benziyorsun. Diğerlerinden neyin eksik… Yavaş da okusan gayret et, bu tatilde telafi edebilirsin. Sana her gün okuman için üç sayfa vereyim, bir daha geldiğimde güzelce okuyacaksın!..” diye ödev verdi.

Birkaç gün sonra geldiğinde arkadaşımız orayı güzel okudu. Sonra da kitabın tamamını okuyup anlatmasını istedi. Arkadaşım denileni yaptı. Kendine güveni geldi, okulda öğretmeni bile şaştı. Şimdi diğer arkadaşlarından daha başarılı!..

* * *

Küçükken ben de sesimi çıkartamıyordum. Altı yaşındaydım, anaokuluna gidiyordum. Sevgi Evi’ne taşındık. Benimle beraber aynı sınıfta bir arkadaşım vardı. Bir gün onun çantasında bir oyuncak gördüm. Aynı oyuncaktan benim de vardı.

“-Bu herhalde benim.” diye aldım, okula götürdüm.

Başka bir çocuk, benden oyuncağımı istedi, ben de verdim. Eve gelince arkadaşım oyuncağını bulamamış ve ablalara sormuş. Ben de:

“-Onu okulda başka bir çocuğa verdim.” deyince bana çok kızdılar.

Bana, “Hırsız!” dediler.

“Hırsız” ne demek anne, ben hırsız mıyım? Beni bu yüzden tekrar yurda gönderdiler. İki yıl kaldım. Oysa eve öyle alışmıştım ki!.. Yurt çok kalabalık… Evler daha iyi… Hem ablalar bizimle ilgileniyorlar. Bu olay, beni çok sessiz yaptı. Sesimi çıkarmaya korkuyorum.

“Cennet annelerin ayakları altında!..” diyorlar. Ancak hangi annelerin?

* * *

Bize gelen teyzeler:

“-Evlâdım, anne-babanız ayrılmış olabilir. Sebebi ne olursa olsun onlar sizin anne-babanız!..” diyorlar.

Evet, babamı da hatırlıyorum. Ama bir defa olsun beni görmeye gelmedi. Ben ona ne yaptım ki görmek istemiyor?! Geçenlerde bir arkadaşımın yaşgünü vardı. Teyzeler yaş pasta ve hediyeler getirdiler. İsmi sevgi olan arkadaşımın sözleri herkesi çok etkiledi:

“-Ben annemin-babamın kim olduğunu, adlarını, nerede doğduğumu, doğum tarihimi bilmiyorum. Acaba annem, babam kime benziyor? Yüzlerini öyle merak ediyorum ki? Bana ismimi yurda gelince vermişler. Kim olduğumu bilmiyorum!..” diyordu.

Ona bakarak ben şanslıyım, hayal-meyal de olsa seni hatırlıyorum. Ben evlenirsem çocuğumu ölsem de bırakmam!.. Çünkü annenin yerini hiç kimse tutmuyor. O kadar güçsüz, çaresiz ve yalnızsın ki, tutunacak bir dal arıyorsun.

“-Sevgi, fedâkârlıktır.” diyorlar.

Sen beni hiç mi sevmedin? Neden benim için fedâkârlık edemedin?! Hele de “anneler günü” yok mu, o kadar dokunuyor ki!.. Öğretmen de ödev veriyor. O kâğıda ne yazayım? İmtihandaki en zor sorudan bile zor anne… Küçücük dünyamda neler neler yaşadım… Ne korkular, ne kabuslar… Oysa başka çocukların hiç böyle kaygıları yok!.. Hiçbir zaman nazlanmak, şımarmak gibi lüksüm olmadı. Keşke bir de terk edilmiş çocuklar için bir gün yapsalardı anneler!..

* * *

Bazen arkadaşlarımızla dertleşiyoruz da hepimizin hikâyesi birbirine benziyor. Hepimiz, terk edilmişiz!..

Arkadaşım beş yaşındaymış. Babası işe gidince, annesi telefonu açar, saatlerce “Canım, hayatım!..” diye konuşurmuş.

“-Anne, kiminle konuşuyorsun?” diye sorunca da:

“-Teyzenle!..” dermiş.

Dört oğlan kardeşi var. Yine bir gün telefonla konuştuktan sonra giyinip süslenmiş dışarı çıkarken arkadaşım da peşinden koşmuş:

“-Anne, nereye gidiyorsun, beni de götür!..” demiş. Annesi:

“-Hayır, sen gelmiyorsun!..” demiş ve hızla dışarı çıkmış. Pencereden baktığında, ilerde bir adamın beklediğini görmüş. Arkadaşım da arkalarından koşmuş. Adamla birlikte annesi de hızla uzaklaşmış. Arkasından:

 “-Anne, anne!..” diye ne kadar ağladıysa dönüp bakmamış. O yüzden arkadaşım hep:

“-Anne kelimesinden nefret ediyorum, onu hiç affedemiyorum!..” diyor.

Babası, dört çocuğa bakamayacağı için getirip yurda bırakmış. Biraz büyüyünce ya da iyi bir eş bulabilirsem seni alacağım demiş. Başka memlekette olmasına rağmen işten fırsat buldukça, bayramlarda geliyor, tatillerde onu gezdirmeye götürüyor.

Geçenlerde okul ihtiyaçlarımızı karşılamak üzere ablalar ve teyzelerle birlikte alışverişe çıktık. O sırada ablaları yurttan telefonla aradılar. “Bir çocuğun yakını geldi, hemen gelin!” diye… Arkadaşım:

“-O benim babamdır, babamdır!..” diye yerinde duramıyordu.

Ne alınan önlükleri, ne çanta, ne ayakkabı hiçbir şeyi gözü görmüyor:

“-Ne olur acele edelim!..” diye yalvarıyordu.

“-Belki de senin baban değildir!” falan gibi nasihatleri dinleyecek hâlde değildi.

Arabaya bindik, yurda yaklaşırken:

“-Kızım, sabırlı ol. Belki başka birisidir!..” dedikçe kendini tutamayıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı, tit tir titriyordu.

Yurdun kapısına araba girer girmez bir amca âdeta kendini arabanın önüne attı. Kapıyı açar açmaz arkadaşım, babasıyla öyle bir kucaklaştı ki, orada olan herkes ağladı. Annesi acaba gittiği yerde mutlu muydu?!

* * *

Ben daha okula gitmiyordum. Bizi ablalar büyük alışveriş merkezine, oradan da parka götüreceklerdi. Bizi güzelce giydirip saçlarımızı taradılar. O kadar seviniyorduk ki, gezmeye gidiyoruz diye… Çünkü dışarıya çıkıp komşu çocuklarıyla oynamak ya da bakkala gitmek gibi bir lüksümüz yok ki!.. Işıklandırılmış vitrinler, kalabalık, alışverişe gelmiş insanlar bizim çok ilgimizi çekiyordu.

Arkadaşımın biri, ablanın elini bırakıp:

“-Annee!..” diye yanında arkadaşlarıyla çay içen, son derece şık bir hanıma koşup sarıldı, hepimiz çok şaşırdık.

Kadın biraz şaşkın, sanki komşu çocuğunu ayıp olmasın diye öptüğü gibi sevdi. Bu kadın anne olamazdı!.. Bahçede kapıcının tavukları var, okuldan gelirken civcivleri gördük. Hemen koşup sevmek istedik. Ama anne tavuk, hemen yanımıza geldi; bizi neredeyse yaralayacaktı. Oysa o, bizden ne kadar küçük değil mi? Anne olarak minicik yavrularını nasıl da korudu?! Yavrularını kanatlarının altına aldı…

Bir anne nasıl olmalı? Şartlar ne olursa olsun, yavrusunu korumalı değil mi?

* * *

Yurdun bahçesinde gezerken bir erkek çocuk, ayağında yırtık bir ayakkabı, dış kapıya yakın bir yerde geziyor. Hep birini bekler gibi… Oyun falan da oynamıyordu. Bize gelen gönüllü teyzeleri görünce hemen onların yanına gitti.

“-Yavrum, senin ayakkabın yırtılmış. Görevlilere söylesen de sana yeni bir ayakkabı versinler!..” dedi teyzenin biri.

“-Söyledim, kalmamış. Gelince verecekler. Hem benim babam gelip beni alacak. Ben ayakkabıyı ne yapayım, o alır!.. Babam belki yarın gelir.” diyordu.

“-Okula gidiyor musun?”

“-Evet, gideceğim. Fakat nasıl olsa babam beni alacak, o zaman başka okula giderim. Burada okula başlamak istemiyorum!..”

Babası onu okulun köşesine kadar getirip bırakmış:

“-Ben seni almaya gelirim.” demiş, gitmiş.

Gideli altı ay olmuş. Bir defa bile aramamış. Kim olduğu bile belli değil, ama çocuğun iki lâfından biri:

“-Babam beni alacak!..”

Başka bir şey bilmiyordu sanki… Annesi neredeydi, ölmüş müydü bilmiyorum.

* * *

Biraz esmer, çok tatlı bir arkadaşım var. Çok zeki, ama fazla konuşmuyor. Erkeklerden çok korkuyor. Bize gelen teyzelerin eşleri veya ablaların babaları ziyarete geldiği zaman çok çekiniyordu. Onun babası, her gece alkol alır, eve gelince de kavga çıkarır, annesini dövermiş. Kardeşleri ve kendisi, kaçacak yer ararlar, babaları eve gelmeden yatmak isterlermiş. Annesi onu yurda getirdiği zaman:

“-Ne olur, onu babasına göstermeyin! Kaldığı evi de bilmesin!..” diye yalvarmış.

Teyzelerden birisi anlatırken duydum, birisinin kızı eşinden ayrılmış, çocuk da annesinin yanında kalıyormuş. Aylar sonra babası gelmiş, bir de oyuncak almış. Bahçede oynarken köpekleri yanlarına gelmiş. Çocuk köpeği kucaklamış severken babası:

“-Köpeği seviyor musun?” diye sormuş.

Dört yaşındaki çocuk:

“-Evet!..” demiş.

“-Peki, beni mi yoksa köpeği mi daha çok seviyorsun?” deyince:

“-Köpeği!..” demiş. Adam şaşırmış:

“-Neden?” deyince:

“-Sen beni seviyorsun, ama yanımda değilsin. Bu köpek ise her zaman yanımda!..” diye cevap vermiş.

* * *

Gönüllü teyzeler, bayramlarda bizi evlerine dâvet ediyorlar. Bayram ne güzel bir şeymiş anne!.. Siz de çocukken şeker, çikolata, harçlık alır mıydınız? Güzel elbiseler giyer, tanımadığınız bir sürü insanla tanışır, büyüklerin ellerinden öper miydiniz? Komşulara gider miydiniz? Komşular birbirine yemek getirirmiş. Bizim hiç komşumuz olmadı anne!..

Bir yere gittiğimizde herkes birbirini itip kakar yer kapmaya çalışır ya da bir şey ikram edilirse, en çoğunu almaya gayret ederdik. Geçenlerde teyzeler bizi evlerine misafir ettiler. Onların da arkadaşları geldi. Hepsi bize hediyeler almış, pastalar yapmışlar, bayağı kalabalıktı. Biz her zamanki gibi gidip koltuklara yerleştik, yaşlı yaşlı teyzeler hiç seslenmediler. Birbirlerine yer gösterip:

“-Lütfen siz oturun!..” diye kendi yerlerini verdiler.

Bizim önce tuhafımıza gitti. Galiba biraz da utandık.

“-Gel teyze, siz buraya oturun!..” diye yer verdik yerimizden kalkarak...

Daha sonra ablalar, “âdâb-ı muâşeret”, hâlâ dilim dönmüyor, ama öyle bir şey varmış… Büyüklere saygı gösterilirmiş. Ama biz nereden bilelim anne?! Yurtta öyle yaşlılar, öyle komşu gezmeleri yok ki…

Üşüyorum anne!.. Beni hiçbir şey senin yüreğinin ve gözlerinin sıcaklığı kadar ısıtamaz. Gözyaşlarım dışarıya akmıyor artık!.. Onlar yüreğimle arkadaş oldu.

Ne olur, ne olur, artık küçücük başımı yastığıma koyduğum karanlık gecelerde kabus görmeyeyim!.. Sana kavuşmanın hayali ve umuduyla yaşayayım. Beni başkalarının merhamet ve vicdanına, sevgisine bırakma… Sevgisizlikten üşüyorum anne!.. Ben, ancak senin sıcacık kollarında huzur bulabilirim…

Her şeye rağmen beni bırakma!.. Belki sen de çaresizsin, ama çaresizliğine hep birlikte çare bulalım!.. Ben şu küçük dünyamda, bir başıma dertlerimle nasıl baş edebilirim?

Benim büyüdüğümü görmeden nasıl durabiliyorsun? Benim yaşımdakileri gördüğün zaman aklına ben geliyor muyum? Okulda bana “Âferin!” dedikleri güzel bir şiir okuduğum zaman veya piyeslerde başarılı olduğumda, bu başarımı senin de görmeni öyle istiyorum ki… Ben sensizlikten üşüyorum!.. Beni üşütme anne! Kanatlarının altına al. Evimiz kaloriferli, benim vücudum üşümüyor. Rûhum üşüyor anne, rûhum!.. Bunu da senden başkası ısıtamaz.

 

Not: Buradaki satırlar tamamen yaşanan bir hayattan yansıyan cılız ışıklar… Bu ve benzeri nice duygu, düşünce ve hâtırayı, bizzat ben ve arkadaşlarım birkaç yıldır devam ettiğimiz “Sevgi Evleri”nde çokça yaşadık. Sizin de gönlünüze bir yol bulsun diye, bu büyük yürekli küçük insanların duygularına kırıntı kabîlinden tercüman olmak istedim. Allah, kimseyi çâresiz ve sahipsiz bırakmasın. Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle