Bedenin arzularını frenlemek ve isteklerini karşılama hususunda kısıtlamaya gitmek, insanın rûhî yapısını güçlendirerek kişilik gelişimine müsbet tesir eden; irâdenin gücünü artırarak onu sağlamlaştıran bir eğitim metodudur. Kişinin yeme-içme ve şehevî arzularını bastırması, ertelemesi ve daha sonra iftarla bunu neticelendirmesi ile oruç; insanlara sabretmeyi, en önemlisi de kendi davranışlarını kontrol etmeyi, böylece hevâ ve hevesinin peşinden gitmeyip ilâhî kudrete boyun eğmeyi öğreten ulvî bir ibadettir.
Ramazan orucunun bir ay süreyle farz kılınması da irâde eğitiminde zamanın önemine dikkat çekmesi bakımından kayda değerdir. Ramazan; sabır, sebat, tahammül, rızâ, sakınma ve itaat gibi duyguların tâlim edildiği, kişinin kendisine peşin hükümsüz bakabilme, yani farkındalık becerisi kazandığı, böylece kendini kontrol etmeyi başarabildiği bir aydır.
Şahsiyet gelişimine müspet tesiri müşâhede edilebilen, irâde ve sabır eğitiminde mühim bir yeri hâiz olan oruç ibadetinin, sigara gibi madde bağımlılıklarıyla mücadelede de önemli bir yeri vardır. Dünya Sağlık Örgütü tespitlerine göre, tütün ürünleri ve sigaraya bağlı hastalıklar sebebiyle yılda yaklaşık 6 milyon kişi hayatını kaybetmekte ve insan sağlığını tehdit eden en yaygın zararlı madde olan sigara yüzünden 2025 yılında bu rakamın daha yüksek boyutlara çıkacağı tahmin edilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı araştırmalara baktığımızda, sigara içenlerin yüzde 70-80’inin sigarayı bırakmak istediğini görmekteyiz. Sigarayı bırakmak isteyenlerin yüzde 20-30’u her yıl sigarayı bırakmayı denemekte, ancak bunlardan yüzde 3-5’i sigarayı yardımsız bırakabilmektedir.
Sigara; bir madde bağımlılığıdır. Sigarayı yardım almadan bırakmaya çalışanlar, bağımlılığın psikolojik, davranışla alâkalı ve fizikî tesirleri ile başa çıkmak zorunda kalmaktadır. İşte orucun ehemmiyeti, tam da burada devreye girmektedir. Zira her üç tesir ile başa çıkmak; orucun sağlamış olduğu sağlam bir irâde, tahammül, sabır, sebat, kararlılık, ibadet niyeti… gibi unsurlarla, yaşanan mânevî iklim ve iç huzuru gibi kazançlar sayesinde kolaylaşıp mümkün hâle gelecektir. Zira sigara tiryakilerini, psikolojik bağımlılıktan kesin olarak kurtaracak bir çareden söz edilememektedir.
Oruç ibadeti; gerek psikiyatrik bazı rahatsızlıkların, gerekse sigara, alkol ve benzeri madde bağımlılıklarının temelinde yatan irâde zaafı ile alâkalı olarak da, güçlü bir tedavi vesîlesidir. Ramazan ayını bu açıdan değerlendirdiğimizde; psikiyatri uzmanları, bu ayın bağımlılıklardan, kötü alışkanlıklardan kurtulmak için en uygun dönem olduğunu, oruç tutmanın; sigara ve alkol gibi alışkanlıklardan uzak tutarken, rûhu da terbiye ettiğini, hazzı erteleyebilmenin kişiliği olgunlaştırdığını belirtmektedirler.
Yapılan araştırmalar, bu ayda sigara ve alkol kullanımının giderek azaldığını, bir kısım insanların bu alışkanlıklarından vazgeçmek için bu ayı özellikle tercih ettiğini göstermektedir. İftardan sahura kadar sigara içmeden durabilenlerin, yine bu aya hürmeten oruç tutmasa bile alkol almayı bırakanların; bir ayda kazandıkları mânevî güç ile, bunu başarabileceklerine olan inançları artmaktadır.
Psikolojik bağımlılıklarla mücadelede en önemli şey, hür irâdedir ve oruç, bunu güçlendirmektedir. Zira Hakk’a boyun eğerek, nefsânî arzularına gem vuran insanda, en fazla kuvvet bulan yapı, hür iradedir. Lâkin insan, basit bir varlık olmadığı için, onun gözle görülmeyen tarafında bir eğitim ve kuvvetlendirme yapmak, hafife alınmamalıdır. Her eğitimde olduğu gibi, bunun da belli kuralları vardır ve burada en önemlisi, zamandır. Bu açıdan farz orucun birkaç günle sınırlandırılmayıp, bir aylık zaman dilimine yayılması; adaptasyon süresindeki ufak zorlukları aşabilmek adına, rahmet mevsimi olan üç ayların içinde, farz olan oruç ayının en sonda gelmesi; “üsve-i hasene” mesâbesindeki Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, bu aylarda mûtad olarak tuttuğu orucu artırması; câlib-i dikkattir.
Üstelik Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, senenin sâir zamanlarında yeme-içme konusunda kendi rızâsı ile hep asgarî seviyede kalmış, “İnsanoğlunun midesinden daha kötü bir kap doldurmadığını” beyan buyurmuştur.1 Eline geçen lokmayı, öncelikle muhtaç olanla paylaşmış, açları doyurmanın mânevî hazzı ile sürur bulmuş, çeşitli vesîlelerle hem haftanın, hem ayın belli günlerinde oruç tutarak, bu ibadeti bütün seneye ve ömrüne yaymıştır. Böylelikle hem ondan müstefîd olmaktan geri kalmamış, hem de aç ve muhtaç olanlarla hemhâl olmuştur.
Ayrıca O’nun, evlenmeye güç yetiremeyenlere de orucu tavsiye etmesinden, irâde eğitiminde ve arzuların kontrol altına alınması hususunda, belli saatlerde lokmaya “Dur!” diyen oruç ibadetinin, ne kadar mühim olduğunu idrak etmekteyiz.
Hâl böyle iken, asabî bir kişinin, “Ne yapayım, oruç tutuyorum; bu sebeple çok sinirliyim!” türünden bahanelerinin hiçbir mâkul gerekçesi olamaz. Eğer oruç sebebiyle gerçekten çevresine ve kendisine zarar verici bir tutuma giriyorsa ve bunu kendi şahsî çabaları ile önleyemiyorsa, mutlaka profesyonel yardıma muhtaç durumda demektir. Unutmamalıdır ki, oruç tuttuğu için aşırı sinirli olan birinin, bu davranışları oruç tutmadığı zamanlarda da göstermesi yüksek ihtimaldir. Bu sebeple; nâkıs ve taraflı bir bakış açısıyla, “oruç ibadetini” suçlamadan; profesyonel bir inceleme ile, bu aşırı duygu patlaması probleminin altındaki gerçek sebepler araştırılmalı ve bir an önce tedavi edilmelidir.
En yüce kudrete boyun eğerek oruç tutmak ve belli vakitlerde yeme-içmeden uzak kalmak, kişiye kim olduğunu, nereden geldiğini hatırlatmakta; kulluk hususunda büyük bir şuur kazandırmaktadır. Açlık, insana en çok acziyetini öğretmekte; açların hâlini hissettirmekte; mahrum ve muhtaçların derdini düşündürmektedir. İbadetlerin sevaplarının katlanarak verildiğinin bildirildiği bu zaman diliminde, toplumun genelinde hayır faaliyetlerinin artması; zekâtların tercîhen bu ayda verilmesi; fıtır sadakasının bu zamana mahsus vâcip olması; oruç tutmaya güç yetiremeyenlerin fidye ile muhtaç olanları doyurma mükellefiyetleri; hem bu ibadetin içtimâî boyutunu göstermesi, hem de iyilik yapma duygusunu güçlendirmesi bakımından, câlib-i dikkattir.
Hem insanın maddî-mânevî yapısında, hem toplumun içtimâî gelişiminde mühim bir yeri hâiz olan oruç ibadetini; ne insanın ne toplumun kemâliyle bir münasebeti bulunmayan ve zihinleri bulandıran açlık oruçları ile, aslâ karşılaştırmamalıyız. Açlık diyetiyle bünyesini detoksa alanların, şahsî kazançlarını bir ibadet gibi sunmak ve bu şekilde hâdiseyi yaygınlaştırmanın vebâli de büyük olsa gerektir.
İbadet hayatında aşırılığa yer vermeyen Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, sünneti üzere oruç tutmaktan daha üstün bir oruç olmayacağı konusunda, âlimler fikir beyan ediyorlar. Bizler de hekim olarak, sağlık için de bunun üzerinde bir orucun olamayacağını, bugünkü ilmî verilerin ışığında rahatlıkla söylemekteyiz. Bu konuda açlık tâbirinin, doğrudan oruçla eşleştirilmesinin yanlış olduğunu, yabancı yayınlarda oruç ibadetinden bahsederken, açlık/perhiz mânâsına gelen gelen (fasting) kelimesinin yanına -İslâmî- ifadesi eklenerek; orucun, diğer açlıklardan ayrıldığını belirtelim.
Başka hiçbir gücün, insanı kendi rızâsı ve gönül huzuru ile saatlerce aç kalmaya teşvik edemeyeceği âşikardır. Bir şekilde aç kalınsa bile, ibadet niyeti olmadan vukû bulan açlıkların, insan bünyesinde birtakım tahribata da sebep olacağını unutmamak îcap eder. Oruca niyet etmekle birlikte, peşpeşe devreye giren kimyevî reaksiyonlarla, bünye içinde bulunduğu duruma uyum sağlamakta; kalp, şeker, yüksek tansiyon gibi pek çok hastalık şifa bulmakta; iyi huylu tümörler için âdeta bıçaksız bir ameliyat gerçekleşmekte; hissedilen rûhî tatmin, kişiyi mânen tedavi etmektedir.
“Açlık orucu” olarak tâbir edilen açlıkta ise, ulvî bir niyet yoktur. Bu sebeple oruç ibadetinde devreye giren düzenleyicilerin cümlesi, burada faal değildir. Kişinin kendi başına açlık diyeti yapması, son derece mahzurludur. Herhangi bir gıdayı kısıtlamaya dayalı şuursuz diyetler bile, vücut sistemine zarar vermekte iken, uzun süreli açlıkların yapacağı tahribatı göz önünde bulundurmak îcap eder. Diyetler; kesinlikle konunun uzmanı olan sağlık personelinin denetiminde yapılmalıdır. Şuursuzca yapılan diyetlerin, istismara da son derece açık olduğu unutulmamalıdır.
Oruç; gâyesiz ve basit bir yememe-içmeme hâdisesi değil, insanın hem rûhunu, hem bedenini terbiye eden ulvî bir açlıktır. Onun farz kılındığı Ramazan ayında verilen iftar dâvetleri, okunan mukabeleler ve toplu kılınan teravih namazları; toplumda kardeşlik bağlarının güçlendirilmesinde, zararlı alışkanlıklarından vazgeçmeye çalışanlar için müsbet ortam oluşturulmasında ve bu şekilde iyilik hâllerinin muhafaza edilerek devam ettirilmesinde, mühim bir yeri hâizdir.
İnsan hayır yapma hususunda da örnek alarak taklit etmeye, teşvik edilmeye muhtaç bir yapıdadır. Ancak, geçen sene ülkemize sıçrayan Covid salgını sebebiyle, toplu hâlde yaptığımız ibâdetlere (teravih ve mukâbele gibi) ara vermek zorunda kalmıştık. Alışkın olduğumuzdan çok farklı geçen o Ramazan-ı Şerîf içimizi yakmış; ne kadar âciz olduğumuzu daha derinden hissettirmiş; aslında hiçbir şeyin mâliki olmadığımızı da “hakka’l-yakîn” yaşamıştık. Zira alınan tedbirler çerçevesinde; söz konusu hastalığa yakalanan âile fertlerinin, son nefeslerini yakınlarından ayrı verdiklerine, cenâze merasimlerine bile en sevdiklerinin katılamadığına şâhit olmuştuk. Bu durumda; sevip bağlandığımız şeylerin aslında ne kadar fânî olduğunu, bu cihandaki yolculuğumuzun en mühim kısmını oluşturan “ölüme” de, hakikatte tek başımıza yürüdüğümüzü, yeniden idrâk etmiştik. Bu; bizlere, hangi şartlar altında olursak olalım, ilâhî irâdeye râm olup Cenâb-ı Hak’tan râzı olmamız; sıkletlere sabredip tahammül göstermemiz hususunda mühim dersler telkin etmişti.
Bu satırların kaleme alındığı tarih itibariyle, bu seneki durumun hangi şartlarda gerçekleşeceği henüz belli değil. Zira, şu anda vak’a sayıları yüksekte seyrediyor. Bu sebeple uzmanların îkazlarını dikkate alarak, tedbire riâyeti elden bırakmamalı, canımızın her istediğini yapmak yerine, bütün toplumun sağlığı ve menfaati için gerekli olanı yapma hususunda gevşeklik göstermemeliyiz. Salgınla mücadele için alınan tedbirler sebebiyle, zaman zaman evlerimize kapandığımız bugünlerde; tefekkürümüzü artırmalı, irâde eğitimimizde ehemmiyetli bir yeri olan oruç ibadetinin hikmetleri üzerinde düşünmeli, onu hakkıyla îfa etmeye çalışmalı, fânîliğimizi-âcizliğimizi hatırdan çıkarmamalıyız.
“Saatlerce nasıl aç kalacağız, iftar ve sahur sofrasına neler koysak?” diye düşünmek yerine; “İftar ve sahur vakitlerinde muhtaçların sofrasına hangi menüleri hazırlasak?” diye planlar yapmalıyız.
Bir mânâda insanın yazılımını ihtiva eden Kelâmullâh’ın, bu ayda indirilişi ile, neye davet edildiğimizi idrâk ederek; Kur’ân-ı Kerîm’i tertil üzere okuyup muktezâsınca yaşama gayretlerimizi artırmalıyız. Duâların makbul olduğu bu demleri ganimet bilerek, Rabbimiz’e içten yakarışlarla tazarrûda bulunmalı, bu virüs imtihanından da muvaffakiyetle çıkabilmeyi niyâz etmeliyiz.
Hâsılı; Sünnet-i Seniyye üzere îfâ edilen bir Ramazan sayfası açalım ömrümüze bu sene... Namazlarımızı, zikirlerimizi, hayır ve infaklarımızı artıralım. Bilhassa modern çağın dayatmış olduğu lüks, israf, oburluk ve tüketim çılgınlığı ile hem insanların, hem insanlığın tüketildiği asrımızda; asr-ı saâdetten gelecek bir Ramazan esintisi ile, oruç ibadetini ve Ramazan ayını yeniden değerlendirelim.
Böylece, asırlar ötesinden esen tatlı bir bahar meltemi gibi rûhumuzu saracak ve bizi yeniden inşâ edecek olan bu mevsimin kıymetini idrâk edip; onu gafletle ziyan etmekten muhafaza etmesi için Rabbimiz’e çokça niyâz edelim. Tıpkı selef-i sâlihîn gibi... Zira onlar Cenâb-ı Hakk’a altı ay kendilerini Ramazan’a ulaştırması için duâ ederler, senenin geri kalan kısmında da, idrâk ettikleri Ramazan’ı kabul buyurması için yalvarırlardı. Bu, gıptaya şâyan bir gönül kıvamıdır.
Rabbimiz; bizleri de bu ayı lâyık-ı vechile değerlendirerek, bu hâli bütün bir seneye, hattâ ömre yayabilmeye muvaffak kılsın. Zâhiren büyük bir musibet gibi görünen, hikmetlerini ise Cenâb-ı Hakk’ın bildiği bu zorlu günlerden, hayırla selâmete çıkabilmeyi nasip eylesin. Mâruz kaldığımız mihnetlerin cümlesi, hatalarımızın kefâreti ve terfî-i derecâtımız olsun. Yüce Mevlâmız, çekilen bu sıkıntıları, daha güzel ve ferah günlere vesîle kılsın. Âmîn!
1 Bkz. Tirmizî, Zühd, 47.
YORUMLAR