Ruh ve Beden Sağlığı İçin Oruç

Cenâb-ı Hakk’ın kuluna emrettiği ibadetlerde sayısız hikmetler vardır. İslâm’ın beş temel şartından biri olan orucun, insan sağlığına tesirleriyle ilgili olarak yapılan tıbbî araştırmaların sonucunda, oruç tutmanın ruh ve beden sağlığına pek çok faydaları olduğu tespit edilmiştir.

Mâlum olduğu üzere, yıl içinde bütün mevsimleri dolaşan oruç ibâdeti, imsâkla başlamaktadır. Hiçbir şey yemeden oruç tutmak doğru değildir. Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sahur yemeğini tavsiye ederek şöyle buyurmuşlardır:

“Sahura devam edin, çünkü sahur mübârek bir yemektir.” (Nesâi-Taberânî)

Bizim orucumuzla ehl-i kitâbın orucu arasındaki en önemli fark, sahur yemeğidir.” (Müslim, Ebû Dâvud)

Sahurda, gündüz acıkmamak niyetiyle, mideyi tıka-basa doldurmak doğru değildir. Çok yiyenler, daha çabuk acıkacaklarını bilmelidirler. Sahurda hafif, ancak tok tutan, gün içindeki ihtiyaçlara cevap verecek, yani gündüz orucuna yardım eden bir yeme tarzı geliştirilmelidir. Bu konu ile ilgili olarak Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:

“Gündüz orucu için sahur yemeğinden; gece namazı için öğle uykusundan (kayluleden) faydalanın.” (Riyâzü’s-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, C, 5, sh: 500)

Mesela süt, hurma, yoğurt, bal, pekmez, yumurta, peynir, kepekli ekmek ve meyve iyi bir tercihtir. Kabızlığı önlemek için kafeinli içeceklerden kaçınmalı ve bol su içilmelidir. Yağlı kızartmalar, hamur işleri, pişiler; tok tutsun diye tercih edilen ağır yemeklerdendir. Bunları yedikten sonra hazım için kanda yükselen bazı hormonlar, kan şekerini düşürerek hâlsizlik, bitkinlik, uyku hâli ve baş dönmesine sebep olurlar. Mide, hazım için ifrâzâtını arttırır. Kalp, daha fazla atarak mideye yardımcı olmaya çalışır. Karaciğer, ağır yemeklerden sonra faaliyetini arttırır. Kısacası; oruca başlarken sahurun ağır yemeklerden oluşması, bünyeyi yormaktadır. Hafif yendiği takdirde ise; vücutta bir zindelik olacak, imsâktan sonraki kıymetli vakit de uyku ile hebâ edilmeyecektir.

Yaklaşık 14-16 saatlik bir açlık ile istirahat etmiş olan mideye, iftar ederken ağır yemekleri birden doldurmak; hem orucun rûhâniyetine aykırıdır, hem de sıhhat için uygun değildir. İftarla beraber görülen mide kramplarının, baş ağrısı, tansiyon yükselmesi, baygınlık hissinin sebebi, oruç tutmuş olmaktan değil; uygun olmayan bir şekilde iftar etmekten kaynaklanmaktadır. Bol baharatlı, etli, yağlı, kızartmalı yemeklerin ardından gelen bol şerbetli tatlılar ve kafeinli içecekler; gevşemiş sindirim sisteminde kasılmaya, ifrâzât artışına, kanda bazı hormonların yükselmesine… vs. sebep olmaktadır. Hâlbuki iftarı hurma, zeytin veya birkaç yudum su ile yapmak; çorbayı içtikten sonra yemeğe biraz ara vermek ve saatler süren bir açlıktan çıkmış sindirim sistemine birden yüklenmemek, daha sıhhatli bir yoldur. İftar edip önce akşam namazını kılmak, ardından da tavuklu, sebzeli ya da haşlama et tarzında hazırlanan yemekleri yavaş yavaş yemek, en iyisidir. Oruç tutarak yemeye-içmeye karşı sabreden kişi, iftar ederken de îtidali bozmamalıdır. Oruçlu olunan günler, sindirim sistemi için de bir dinlenme zamanıdır. Sahur ve iftar hafif yapıldığı takdirde; orucun sağlığa olan faydalarından da azamî derecede istifâde edilmiş olur.

Bazılarına uzun günlerde oruç tutmak zor gelmekte, 14-16 saatlik süre gözlerde büyümektedir. Aslında bu süre, hiç de uzun değildir. Akşam yemeğini erkenden yiyen (saat 17:00-18:00 gibi) ve sonrasında bir şey yemeyen; ertesi gün, kahvaltısını saat 8:00’de yapan bir kişi de 14-15 saat aç kalmış olmaktadır. Gerçek şu ki; insan, daha uzun süre de açlığa dayanabilmektedir. Ancak, kişileri rahatsız eden bu açlık süresi değil; daha önceden alışmış oldukları tokluk sistemidir. Bir insanın, günde ortalama 1.500-2.000 kkalorilik enerjiye ihtiyacı vardır. 60-70 kg civarındaki bir insanın vücudunda depolanmış olan protein, yağ ve karbonhidratların yanmasıyla, 150.000 kkalori enerji açığa çıkmaktadır. Yani, insan teorik olarak; bir şey yemeden, sadece su içerek, 70-75 gün kadar yaşayabilir. Yapılan araştırmalarla bu te’yid edilmiş; hatta çok şişman insanlarda, bu sürenin bir yıla kadar uzayabileceği görülmüştür.

Orucun ilk günlerinde kişide görülen hâlsizlik, yorgunluk ve baş ağrısının sebebi; hücre içindeki atıkların uzaklaştırılması, kanda serbest yağ asitlerinin yükselmesidir. Vücudun iftar ve sahur saatlerine alışmasıyla, bu tesirler ortadan kalkmaktadır. Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sünnetini takip ederek; Ramazan ayı dışında da çeşitli vesîlelerle oruç tutanlarda bu yan tesirler görülmediği gibi, bu kişiler, daha sağlıklı ve zinde olmaktadır.

 Hazım faaliyetlerinde bedenin ihtiyacı olan enerjinin 1/3’ü kullanılmaktadır. Yani sindirim de enerji sarf ettiren bir hâdisedir. Üstelik oruç tutmadığı zamanlarda, öğün aralarında da atıştırmaktan geri durmayan insanın sindirim sistemi; dinlenme ve yenilenme fırsatını, ancak oruçla elde etmiş olmaktadır. Gerçek şu ki; oruç tutan insanın revize olan sadece sindirim sistemi değil, bütün vücut sistemidir. Oruç tutan kişi; hem rûhen, hem de bedenen sıhhate kavuşmuş olmaktadır.

Vücudun kimya laboratuarı olan karaciğer; artık ve zararlı maddelerin tasfiyesi, toksik maddelerin tesirsiz hâle getirilmesi, hormonların yıkılması, kanın temizlenmesi, ilaçların yıkımı vs. pek çok hayatî görevi yerine getirmektedir. Oruç sırasında karaciğere düşen yük azalacağından, ölü hücrelerin tasfiyesi ve detoksifikasyon (bünye için zehirli ve zararlı olan maddelerin temizlenmesi) işleri kolaylaşıp hızlanmaktadır. İftara doğru insan hâlsizlik hissederken, iç organları bayram yapmaktadır. Oruç tutanların küçük tansiyonu düşmekte; kalp 15.000 defa daha az atarak, muazzam şekilde dinlenmektedir. Bu açıdan tansiyon ve kalp ilaçlarının etkisini gösteren orucun, bu ilaçlar gibi yan etkisi de yoktur!.

Yapılan araştırmalara göre; zannedilenin aksine, oruç sırasındaki açlıkta, mide asit salgısında artış olmadığı anlaşılmıştır. Nitekim ülserli hastalarda, oruç tutan şahısların mide asit ifrâzâtı öğlen saatlerinde azalmakta ve hastalar rahatlamaktadır. İlaçlarını alarak oruç tutan ülserli hastaların, tutmayanlara göre daha yüksek oranda şifâ buldukları, araştırmalarda tespit edilmiştir.

Oruçlu iken; bazı hormonların kandaki seviyeleri, sâir zamanlara göre değişmektedir. Özellikle kortizol seviyesi, oruçlu iken gündüz saatlerinde artmakta, kan şekerini normal düzeyde tutmaktadır. Yükselen kortizol, anti-kanserojen rol oynamaktadır. Oruçken, böbreklerden su ve tuz kaybını azaltan hormon faaliyetleri artmaktadır. Bunun gibi daha pek çok sistem, insan bünyesinde devreye girerek vücudun dengelerini muhafaza etmekte ve şahsın oruca uyumunu sağlamaktadır. (Gelecek sayıda; imtihana girecek öğrenciler oruç tutabilirler mi?)

PAYLAŞ:                

Betül Nefise İnal

Betül Nefise İnal

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle