Azerbaycan ve Türkiye; bir millet, iki devlet… Yetmiş yıllık bir ayrılığın ardından bu iki devlet tekrar birbirine kavuştu, aradaki sınırlar kalktı ve halklar birbirine gidip gelmeye başladı.
Bu vesileyle, dine hasret kalmış olan Azerbaycanlı kardeşlerimiz, ilk fırsatta, kendilerine en yakın ülke bildikleri Türkiye’ye müracaat ettiler. Oradan muallimler istediler veya kendileri, Türkiye’ye gelerek dînî bilgileri tahsil etmeye başladılar.
Şimdi Azerbaycan’da bir milat yaşanıyor. Bundan 13-14 yıl önce Türkiye’ye gelip dinini öğrenen genç kardeşlerimiz, artık kendi ülkelerinde bu yüce hizmeti omuzlamanın vecdini yaşıyorlar. Bir zamanlar gruplar hâlinde gelen o gençlerin hepsi, şimdi birer muallim olmuş; gördükleri, yaşadıkları güzellikleri kendi toplumlarına ulaştırmak için birbiriyle yarış eder konuma gelmişler. Her biri, âdeta bir güneş parçası misâli, karanlıkta kimse kalmasın der gibi toplumun her kesimine ulaşabilmek için ellerinden geleni yapmış. Gençlere, yaşlılara, çocuklara, kadınlara, erkeklere, okuyanlara, evde çocuklarıyla meşgul olanlara, hepsine ayrı ayrı yetişmeye çalışmışlar.
Genellikle toplumlarda unutulan veya ihmal edilen âmâ kardeşlerimize ise özel bir ihtimam göstermişler. Onlara, bir Kur’ân Kursu bünyesinde ayrı bir sınıf tahsis ederek ihtiyaçlarına göre, kendileri için gerekli kitap ve malzemeyi temin etmişler. Kursta bulunan diğer talebe kardeşlerimiz de onların gören gözü, tutan eli ve Kur’ân okuyan dilleri olmuşlar.
İşte Bakü’de, Şebnem Kız Kur’ân Kursu’ndan mezun olduktan sonra kendilerine ayrı bir kurs hazırlanan âmâ kardeşlerimiz ve onlarla gerçekleştirdiğimiz duygu dolu buluşmamızın ardından yaptığımız küçük bir röportaj…
Rânâ Hocahanım, âmâlara Kur’ân Kursu açma fikri nereden geldi?
Âmâlar, burada iki katlı bir yurtta kalıyordu. Her âile, ayrı bir odadaydı. Bizim de bu yurdun yakınında küçük bir fırınımız vardı. Ben o zaman Bakü’deki kursta hizmet ediyordum. Eşim, bir gün benim yanıma gelerek:
“-Sen, orada kocaman kursta konfor içinde oturmuşsun, hizmet ediyorsun. Bizim dükkânın yanındaki «âmâlar yurdu»na misyonerler gelip birçok kardeşimizi hıristiyan yapıyorlar. Hem de bir öğün yemek karşılığında… O yemekleri bir görsen, ağzına bile almazsın!.. Eğer gerçekten hizmet etmek istiyorsanız, gelin onlara kendi dinlerini öğretin!..” dedi.
Hemen durumu yetkili kardeşlerimize ilettik. Kurstan iki arkadaş, haftada bir-iki gün buraya gelmeye başladı. Elhamdülillah, kısa zamanda çok mesafe aldık. Artık öyle oldu ki, yurtta yer bulamaz olduk. Yurt idaresine müracaat ederek kendilerinden yer istedik. Bilgisayar ve benzeri kulüp faaliyetleri için ayrılmış olan odaları, bizim de kullanabilmemiz için izin verdiler. Burayı temizledik ve orada ders yapmaya başladık. Fakat Hristiyanlar bundan çok rahatsız oldular ve bizi kulüp odalarından çıkartmak için ellerinden geleni yaptılar. Bizden ders almaya başlayan âmâ talebelerin evlerini boşalttırdılar. Bazı kızlarımız, önceden onların gruplarında çok faalmiş. Bu kızlarımızı ülke ülke dolaştırıp âdeta propaganda malzemesi olarak kullanmışlar. Bu kızlarımızın, İslâm’ı öğrenip öz dinlerine dönmesi, onları çok rahatsız etmişti. Hatta bazı geceleri yanlarına gelip:
“-Biz sizi çok özlüyoruz. Siz bize gelmekle yorulmayın, çağırın, biz sizin ayağınıza geliriz!..” diye âdeta yalvarmışlar.
Hatta:
“-Bize tekrar dönerseniz, sizin gözlerinizi ameliyat ettireceğiz! Siz de bundan böyle rahatlıkla görebileceksiniz!..” diyenler çıkmış.
Ama elhamdülillah hiç kimse, onların bu propagandalarına ve menfaat karşılığı din tekliflerine itibar etmedi.
Onlar hakkında başka neler anlatmak istersiniz?
Bizim gözlerimiz görüyor. Fakat âmâlardan kabartma Kur’ân-ı Kerîm’i de öğrendik. Onlar, bize Rabbimizin en büyük nimeti… Onlar önde, biz onların arkasındayız.
Şimdi de düşkünlerin yanına gidiyoruz, haftada bir gün… Hırıstiyanlar her gün orada, onlarla çok yakından ilgileniyorlar. Ama bir türlü etkileyemiyorlar. Bizim geleceğimiz günlerde düşkünler:
“-Bizim dişlerimizi fırçalayın, çamaşırlarımızı değiştirin. Bugün namaz kılanlar gelecek!..” diye heyecan ve sevinçle bizim için hazırlanıyorlarmış.
Demek ki, bir yere ihlas girince, onun etkileyemeyeceği bir şey yok... Allah hepimizi ihlâstan ayırmasın, inşâallah…
Her yıl burada büyük mevlid kandili programları hazırlıyoruz. Âmâ kardeşlerimizin hazırladığı bu programlar, halkımızdan çok ilgi görüyor. Çok mâneviyatlı, çok duygulu programlar hazırlıyorlar. Onların programından sonra izleyen birçok kişi, onların vesilesi ile hidâyete geliyor. Bunlar, hep onların ihlâsları sâyesinde oluyor. Allah onlardan râzı olsun. En son programımıza üçyüz-dörtyüz kişi katıldı. Program, o kadar mâneviyatlı idi ki, program bittiği halde, kimse yerinden kalkmak istemiyordu.
Âmâ erkekler için de kurs var mı?
Evet, yan tarafa da onlar için açıldı, elhamdülillah.
Gülçehre Nikbin hanımefendi, biraz kendinizden bahsedebilir misiniz? Ne zaman âmâ oldunuz?
Ben sözüme öncelikle “Nikbin” ismimi açıklamakla başlamak istiyorum. Nikbin, her şeyin sonunda bir ışık bulan, sonunda mutlaka hayra ulaşan, her şeye ümit besleyen insan mânâsındadır. Ben de âmâ bir kadınım. Âmâ olmak zordur, fakat âmâ kadın olmak daha da zordur. Çünkü hem evin var, çocukların ve eşin var. Hepsinin ihtiyaçları, beklentileri var. Hepsine yetişmek zor iş… Ben bütün bu zorluklara rağmen ümidimi ve heyecanımı hiç kaybetmedim.
Birçok özürlü var. Kimisi yürüyemiyor, kimisi duyamıyor veya konuşamıyor. Allah herkesin yardımcısı olsun. Ama ben âmâyım ve buna çok seviniyorum. İstediğim her şeyi yapabiliyorum; ellerim âdeta gözüm gibi… En önemlisi, düşünebiliyorum ve her şeyi hissedebiliyorum. Gözle işlenecek günahlardan da korunmuşum, elhamdülillah!.. Daha ne isteyeyim, değil mi?
Ben doğuştan âmâyım. Annem-babam, akraba evliliği yapmış, bu da bizim bu imtihanımıza vesîle olmuş, diyelim. Eşim de âmâ, iki çocuğumuz var. Kızım, dünya güzeli bir kız. Görebiliyor. Şimdi Türkiye’de ve kendi isteği ile örtündü. Dînine düşkün…
Kur’ân-ı Kerîm’i ilk önce kimden öğrendiniz?
Türkiye’den âmâ Âdil Hocamız geldi. Bize kabartma Kur’ân’ı ilk o öğretti. Allah kendisinden râzı olsun. Ondan sonra da diğer hocalarımızla pekiştirdik. Bütün İslâmî bilgileri hocalarımız anlatıyordu, biz de onları dinleyerek öğreniyorduk. Zaten duyduklarımızı hemen ezberliyorduk.
(Rânâ Hocahanım:) Duydukları hiçbir şeyi unutmuyorlar. Ne sorsanız, anlattığınız şekliyle cevap veriyorlar mâaşallah! Elimizde kitap olarak bir kabartma Kur’ân-ı Kerim var, bir de Şebnem Dergisi’nin kabartma harfleri ile hazırlanmış iki-üç sayısı...
Kur’ân-ı Kerim öğrenme iştiyakınız nasıl başladı?
Bakü Şebnem Kız Kur’ân Kursu’nun ilk mezunlarındanız, elhamdülillah… Allah bize burada da merhametini gösterdi. Hepimizde Allah inancı vardı, fakat Kur’ân okumayı bilmiyorduk. Peygamberimizi tanımıyorduk. Sadece Allâh’ın varlığına inanıyorduk, başka hiçbir bilgiye sahip değildik. Kursta iki yıl eğitim aldık. Sekiz arkadaş başladık. Her gün yurttan servislerle kursa gidiyorduk. Gidemeyen arkadaşlarımız:
“-Siz çok şanslısınız!.. Keşke biz de gidebilsek. Fakat çocuklarımızı bırakacak bir yerimiz yok!..” diyorlardı.
Biz de yurttaki arkadaşlarımıza:
“-Burada, yakında bir kurs olsa gelip okur musunuz?” diye sorduğumuzda, hepsi:
“-Evet, seve seve okuruz!..” dediler.
Sonra “Âmâ Derneği”ne başvurduk. Onların ve Gençliğe Yardım Fondu’nun desteği ile buradaki kursumuz kuruldu, elhamdülillah... Yurdun bir odası satın alındı. Sonra rağbet fazla olunca, bu odaya yeni eklemeler yapıldı ve bugünkü hâline geldi.
Biz Rânâ Hocamıza da çok teşekkür ederiz. Bazı arkadaşlarımız, onun âmâ olduğunu zannediyorlardı. Bizimle o kadar gönülden ilgilendi ve o kadar bizden biri oldu ki…
Geçen bir arkadaşım, telefon açıp büyük bir şaşkınlıkla:
“-Biliyor musunuz, Rânâ Hocanın gözleri görüyormuş?!” dedi.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Siz misafirlerimize çok teşekkür ederiz. Çünkü ziyaretimize gelen her kişi, bizim yaşama heyecanımızı artırıyor. Geçen de Türkiye’den Doktor Deniz Hanım gelmişti. Hepimizi muâyene etti. Allah kendisinden râzı olsun. Bizi bugüne kadar kimse önemsememişti. Âmâ olduğumuz için yokmuşuz gibi davrandılar. Ama şimdi bizi herkes ziyaret ediyor. Bir doktor gelip benimle sohbet ediyor, bana vakit ayırıyor, benimle ilgileniyor. Bu, dinimizin ne kadar şefkat ve merhamet dini olduğunu, sıradan insanlara bile ne kadar kıymet verdiğini gösteriyor.
Sizin de sohbetinize doyamadık. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem’e bir kere daha âşık olduk. Allah hepinizden râzı olsun.
Rabbimiz, sizlerden de râzı olsun. Duâlarınızı bekleriz. Tekrar buluşabilmek ümidiyle, Allâh’a emanet olunuz.
YORUMLAR