Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhâ- annemizin hayatı, kıyâmete kadar gelecek İslâm hanımefendilerinin örnek alacağı ibretlerle, ahlâkî meziyetlerle doludur.
Onun evliliği, çeyizi, ev işlerindeki becerisi, mahâreti, beyine karşı samîmi, sevgi dolu hizmetleri, komşuluk münâsebetleri, ilmi, irfânı ve infâkı günümüz insanına ne güzel ibret dersleri vermekte ve onun hayatına ışık tutmaktadır.
O, Cennet kadınlarının seyyidesi (hanımefendisi) olarak eşyanın kölesi, hizmetçisi olmadı. Allâh ve Rasûlü’nün sevdiği yolda samîmî kul olabilmek için gayret etti. Hayatını bu hedef ve gâye içerisinde geçirdi. Bu sebepten Fahr-i Kâinat -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz kızı Fâtıma-i Zehrâ’yı ve torunlarını çok severdi. Onları görmek için sık sık damadının evine giderdi.
Bir defasında kapıya vardı ve içeri girmeden geri döndü. Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhâ- buna çok üzüldü. Hazret-i Ali eve geldiğinde hanımını üzüntülü gördü. Sebebini sordu. O da:
“–Ya Ali! Rasûlullâh geldi kapıdan içeri girmeden geri döndü, gitti.” dedi.
Bu duruma Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- da çok üzüldü. Derhal sebebini öğrenmek üzere Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e koştu ve Hazret-i Fâtıma’nın üzüntüsünü arz etti. Eve niçin girmediğini sordu. İki Cihân Güneşi Efendimiz birazcık sitemle:
“–Benim dünya ile ne işim var? Benim işlemeli perde ile ne işim var?” buyurdu.
Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- meseleyi anladı ve hemen ailesine döndü ve Efendimiz’in hoşnutsuzluğunu haber verdi. Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhâ-:
“–O perdeyi ne yapmayı emrediyor.” dedi.
Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- tekrar Allâh Rasûlü’ne mürâcaat etti. Fahr-i kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz sevgili dâmadına:
“–Hazret-i Fâtıma’ya söyle; O perdeyi filan oğullarına göndersin.” buyurdu.
Sevgili peygamberimizden bu cevabı alan Hazret-i Ali ve Fâtıma -radıyallâhu anhümâ- o perdeyi yerinden indirip ihtiyâç sâhiplerine gönderdiler. Rasûlullâh’ın istemediği bir şeyi onlar hiç istemezlerdi. Allah Rasûlü babacığını memnun etmek onların en büyük arzusuydu. Bunun için sevgide kusur etmemeğe, hizmette edep göstermeğe son derece dikkat ederlerdi. İki Cihân Güneşi Efendimiz de dâmadı ve kızını çok sever, fırsat buldukça onları ziyâret ederdi.
* * *
Bir defasında Hazret-i Ali ve Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhümâ- karşılıklı sohbet ediyorlardı. Birbirlerine iltifatlarda bulunuyor ve:
“–Hangimiz Allâh’ın Rasûlü’ne daha sevgilidir, Kızı mı yoksa Damadı mı?” diye konuşuyorlar ve tatlı tatlı gülüyorlardı.
Tam bu sırada Rasûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem- yanlarına çıkageldi. Onları neşeli görünce pek sevindi. Babacığına çok düşkün olan Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhâ- gülümseyerek:
“–Babacığım. Ali ile sizin yanınızda hangimizin daha sevimli olduğumuz üzerine konuşuyorduk.” dedi.
Bunun üzerine Rahmet Peygamberi Efendimiz hem kızına hem de damadına beslediği derin sevgiyi şöyle ifade etti:
“–Kızım sen, babanın evlâdına olan tabii sevgisi ve fitrî şefkati icâbı bana Ali’den daha çok sevgilisin. Fakat Ali de benim nazarımda senden daha kıymetli ve daha çok izzet sahibidir.” buyurdu.
Her ikisini de değişik yönlerden sevdiğini söyledi. Küçük büyük her şeyi fırsat bilerek çok sevdiği kızı ve dâmadının aralarındaki muhabbetin artmasına gayret etti.
* * *
Hazret-i Ali ve Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhümâ- arasında kurulan evlilik ümmete ibretler dolu örnek bir yuva oldu. Karı ile koca arasındaki sevgi, saygı, samîmiyet, hizmet ve güzel geçime en iyi örnek bir yuva.
Bu yuvanın fertlerinden birisi üzgün olsa diğeri onun üzüntüsünü gidermek için gayret eder ve evdeki eksikleri görmezden gelerek müsâmaha ile karşılardı.
Müşterek hizmet ve sohbet zeminleri oluşturularak birbirlerini dinler ve dertleşirlerdi. Fakat beşer olarak küçük kırgınlıklar da olmaz değildi.
Bir gün Rasûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, kızını ziyârete gitmişti. Damadını evde göremeyince kızına:
“–Amcam oğlu Ali nerede?” diye sordu.
Hazret-i Fâtıma da:
“–Aramızda ufak bir şey geçti. O sebepten küstü ve çıkıp gitti.” dedi.
Bunun üzerine İki Cihân Güneşi Efendimiz dışarı çıktı ve Sehl İbn-i Sa’d -radıyallâhu anh-’a:
“–Ya Sehl git, bak Ali nerdedir? Nerede bulursan gel, bana haber ver.” buyurdu.
Sehl doğru mescide koştu. Hazret-i Ali’nin orada uyumakta olduğunu gördü. Dönüp geldi ve mescide yattığı haberini verince Efendimiz kalktı mescide geldi.
Hazret-i Ali toprak üzerine uzanmış uyuyakalmıştı. Rahmet Peygamberi Efendimiz dâmadını bu vaziyette görünce mübârek elleriyle yüzündeki tozları sildi. Üstü başı toprak olduğu için;
“–Kalk ya Ebâ Türâb, kalk ya Ebâ Türâb.” diye seslendi.
Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-, İki Cihân Güneşi Efendimiz’in sesini duyunca hemen yerinden fırlayıp ayağa kalktı.
Üstü başı toz toprak içinde kalmıştı. Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, elbisesini temizlemeğe yardım etti ve elinden tutarak evine götürdü. Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhâ- ile aralarını düzeltti. Dışarı çıkarken sevinci yüzünden okunuyordu. Etrâfındaki ashâba:
“–En çok sevdiğim iki kişinin aralarını bulmayı başardım.” diyerek Cenâb-ı Hakk’a hamdediyor ve memnûniyetini gösteriyordu.
Ne engin merhamet!.. Ne derin şefkat!.. Ne yüce muhabbet!.. Allâh’ım bizlere de bu üstün ahlâktan hisseler nasip et!.. Amin.
(Peygamberimizin Kızları ve Kız Torunları, Mustafa ERİŞ, s: 95-1001)
YORUMLAR