Ramazan Ayı, bütün rahmet ve bereketiyle bizi kuşattı. Bizi, bir Ramazan’a daha kavuşturan Rabbimize sonsuz hamd ü senâ olsun. Bazı şeyler, düzenli olarak gelip gittiğinde insan, içinde bulunduğu nimetin farkında olmuyor. Güneşin her gün doğması ve her gün batması, yağmurun yağması, mevsimlerin birbirini talip etmesi gibi… Bu tabiî gördüğümüz ve alıştığımız şeylerden mahrum kaldığımızda onun değerini, kıymetini, bizim için önemini fark edebiliyoruz. Ama o zaman da iş işten geçmiş oluyor. Mühim olan balığın, suyun içindeyken onun kıymetini anlaması…
Şimdi biz de Allâh’ın bizim için tayin ve tesbit ettiği en mübarek ayın içindeyiz. Bu ay, bize iki dünya saadetinin yollarını gösteren son ilâhî kitâbın, yani Kur’ân-ı Kerim’in indirilmeye başladığı ay…
Bu ay, içinde bin aydan daha hayırlı bir gecenin bulunduğu; kıymetini bilip değerlendirenlerin yetmiş küsur yıllık bir ömre eş sevap ve mükâfât kazandığı Kadir Gecesi’ne sahip bir ay… Öyle Kadir Gecesi ki, Kur’ân o gece indirilmeye başlamış; o gece sabaha kadar Cebrâil -aleyhissellâm- ve melekler iner de iner.
Bu ay, oruç ayı… Rabbimizin, mü’minlere bir ay boyunca, firesiz olarak tutmalarını emrettiği oruç için bu ay seçilmiş. İslâm’ın beş esasından biri olan farz “oruç” sadece bu ayda… Oruçla hassaslaşan kalpler, oruçla başkalarını düşünmeye başlayan mü’minler, fitre ile fıtır sadakası ve zekâtlarla kaynaşan Müslümanlar…
Bu ay, şeytanın bağlandığı, insanın mâneviyatı karşısında âciz ve tesirsiz kaldığı bir ay… Günah yapmanın zorlaştığı, hayırlara koşmanın kolaylaştığı bir ay…
Bu ay, “bir hacca bedel” sevabı olan umrenin; son on gününde sünnet-i müekkede olan îtikâfın bulunduğu Allâh’a kullukla yaklaşma ayı…
Bu ay; sahurlarla, iftarlarla, misafirlerle, dostluk ve akrabalık münâsebetleriyle şenlenen bir ay…
Bu ay, Allâh’ın mağfiret yağmurlarının yağdığı, o yağmurlardan sadece nasipsiz ve isteksiz kimselerin mahrum kaldığı, büyük bir bağışlanma ayı…
Bu ay, kapıların açıldığı, gönüllerin genişlediği, insanların birbirine samimiyetle kucak açtığı; başı rahmet, ortası mağfiret ve sonu da cehennem azâbından kurtuluş ayı…
Rabbimiz, “Oruç benim içindir. Onun mükâfâtını ben vereceğim.” buyurmuş. Diğer hayır ve ibadetlerde bire on, bire yedi yüz kat sevap vaad edilmişken; oruçla ilgili bir sınır konulmamış. Kim, hangi niyet ve zorluklarla oruç ibadetine devam ederse, Rabbimiz o kuluna özel ikram ve ihsanlarda bulunacak…
Oruç, bedenin şifâsı… Oruç, ruhun kalkanı ve gıdası… Oruç, gönüllerin tezkiyesi, arınması… Oruç, merhamet ve muhabbetin bir okul hâlinde, bütün ümmet-i Muhammed’i terbiye etmesi… Oruç, fedakârlığın, Allah için vermenin, canından ve malından vazgeçmeyi öğrenmenin lezzeti… Oruç, cephede Allah için savaşma imkânı bulamayanların kendi içlerindeki büyük düşmanlarla muhârebesi…
Kur’ân, gönlün hocası, aklın terbiyecisi ve yol göstericisi… Oruçla hassaslaşan ruhlar, Kur’ân’la yücelir ve semâlara kanat açarlar. Kur’ân ve oruç, birbiriyle el ele verir; mü’min kalbi, mü’min toplumu dokur, tezyin eder, arındırır.
Ramazan gelip geçtiğinde, artık o toplumun kalpleri yıkanmış, sokakları temizlenmiş, zengin ve fakir birbiriyle kucaklaşmış, akrabalar kaynaşmış olur. Ramazan, bir dahaki yıl tekrar gelinceye kadar ümitle, hasretle beklenir; kapılarda gelişi özlenir. Çünkü her Ramazan, bizi biz yapan, bizi insan yapan büyük bir fırsattır; tabiî değerlendirebilene…
YORUMLAR