Mübârek bir zaman diliminin daha gölgesi üzerimize düştü. Âlemlere rahmet Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in sünneti istikametinde oruçlarla, namazlarla, duâ ve zikirlerle ihyâ edilecek, ruhları mâverâ esintileriyle mest edecek “üç aylar” olarak adlandırılan bereketli mevsime girildi.
İnsan ve Bitmek Bilmez İstekleri
Varlıkların en şereflisi mertebesine lâyık görülen insan; bu liyâkati mûcibince, fevkalâde hassas ve karmaşık bir rûh hâliyle yaratılmıştır. Bu hususla ilgili olarak Abdullah bin Mes’ud -radıyallâhu anh- şöyle haber vermektedir:
“Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yere bir dörtgen çizdi. Dörtgenin ortasına, onu bir kenarından keserek dışarı çıkan bir çizgi çekti. Ortadaki bu çizginin iki yanından ona doğru birtakım küçük çizgiler daha çizdi. Sonra çizgileri göstererek şöyle buyurdu: «Şu insan, şu da onu kuşatmış olan ecelidir. Dörtgeni keserek dışarı çıkan, insanın arzularıdır. Ortadaki çizgiye yönelik küçük çizgiler, dert ve ıztıraplardır. İnsan bu dertlerin birinden kurtulsa, öteki gelip çarpar. Şundan kurtulsa beriki gelip yakalar.»” (Buhârî, Rikak, 4)
İnsan için kabûlü en zor gelen şeylerden biri, hazlarının önündeki engellerdir. Nefis, engel tanımadan bir an önce arzusuna kavuşmak ister; heveslerinin önündeki setleri aşmaya çalışır. Almanya’da yakın yıllarda yapılan bir çalışmada; bir grup insana bir cihaz verilerek, gün içinde bir şey istedikleri zaman düğmeye basmaları istenmiş. Sabahtan gece yarısına kadar arzu edilen şeylerin sayısı, ortalama 10.000’i geçmiş. Yine aynı deneyde insanların uyanık oldukları zamanlarda, en az dört saatlerini arzularına karşı koymaya yönelik düşüncelerle geçirdikleri tespit edilmiş. Kısa zamanda bu kadar işi başaramayacak insanoğlunun, bir tercih yapmak durumunda olduğu âşikârdır.
İrâdeye Gem Vurabilmek
Bilmediği bir zamanda gelecek olan kesin eceline rağmen; insana, bunu da unutturan isteklerini, kontrol altına alabilme gücünü veren şey, cüz’î irâdesidir. Bu kadar hevesle baş etmek için de irâdenin kuvvetli olması zarûrîdir. Aksi takdirde; kişinin dâimâ, kısa sürede ve kolaylıkla ulaşabileceği keyif veren şeyleri tercih etmesi, nefsinin hevâsına uyması kaçınılmazdır. Anlık heveslere “dur diyebilme”nin yolu, hazlara direnebilmekten ve sabretmekten geçer. Kur’ân-ı Kerîm’de;
“…Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.” buyruluyor. (el-Bakara, 153)
Nefsini terbiye edebilme, öyle azim isteyen bir iştir ki; bu, “Her kişinin değil; er kişinin kârıdır.” derler.
Nitekim, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, çok zor şartlarda cereyan eden Tebük Seferi dönüşünde bu hususla ilgili olarak; “Şimdi, küçük cihaddan büyük cihâda dönüyoruz.” buyurmuştur. (Süyûtî, Câmü’s-Sağîr, II, 73)
Sabır, irâdeyi biler, sağlamlaştırır. Yani irâdeyi güçlendirebilmek için bir sabır eğitiminden geçmek gerekir.
Bütün ibadetlerin içinde özellikle orucun, irâde eğitiminde çok önemli bir rolü bulunmaktadır. Daha anne karnında iken başlayan beslenme faaliyeti, hayatın devâmı için gereklidir. Ancak bugün için yeme-içme gereklilik boyutlarını çoktan aşmış; hayat standardı yükselmiş, gelişmiş ülkeler, obezite tehdidiyle karşı karşıya kalmıştır.
Sabrı Takviye Eden Oruç
Oruç; imsaktan iftara kadar, yeme-içme ve orucu bozan diğer fiillerden uzak durmayı gerektiren bir ibâdettir. Yani oruca başlarken yapılacak ilk iş; gün içinde yeme- içmeyi terk etmektir. Ayrıca; oruç tutarken değişen uyku saatleri ve bağırsak alışkanlıkları da, psikolojik bir uyum ve sabrı gerektirir. Her ne kadar vücut içinde kimyasal reaksiyonlar devreye girerek vücudun oruca uyumu sağlansa da; hiçbir zorlama olmadan, kişinin kendi isteğiyle yeme-içmeye karşı “Dur!” diyebilmesi, bir irâde meselesidir. Özellikle Ramazan’da orucun bir ay süreyle emredilmesi, insana muhteşem bir irâde egzersizi yaptırmaktadır. Tabiî ki; iftar ve sahur sofralarında, iştahın gâlip gelip de aşırı yenmemesi şartıyla…
Sigara ve madde bağımlılıklarının, psikiyatrik rahatsızlıkların pek çoğunun temelinde, irâde zaafı yatmaktadır. En ufak zorluk ve sıkıntı; bağımlı kişileri, zararlı maddeyi almaya yöneltmektedir. Bağımlılıktan kurtulmanın yolu; insanın nefsine ve iradesine hâkim olmasıyla, stresle başa çıkabilmesiyle mümkün olmaktadır. Oruç; hem irâdeyi güçlendirmekte, hem de stresin insan üzerindeki tesirini azaltmaktadır. Oruç tutulan günlerin sayısı arttıkça, stresin tesiri de giderek azalmakta; irâde giderek güç kazanmaktadır. Bilhassa Ramazan ayı, sigarayı bırakmak isteyenler için bulunmaz bir fırsattır. İngiltere’de, Müslümanlara Ramazan ayında sigara bıraktırma programları yapılmış ve yüz güldüren bu çalışmalar uzun süre devam etmiştir.
Yurt dışında, psikiyatrik rahatsızlıkları oruçla tedavi etme çalışmaları vardır. Beynin kimyasının bozulmasıyla yakından ilişkilendirilen psikiyatrik hastalıkların tedavisi, el yordamıyla bir şeyler yapmaya çalışmaktan ibarettir. Zirâ bugün bile beynin sırları tam olarak çözülememiştir. Sabır, tahammül, metânet, duâ ve zikrin mâneviyâta müspet tesiri inkâr edilemez. Psikolojinin takviyesi ile, bedenin sıhhate kavuşması kolaylaşmaktadır.
İrâde Eğitimi
İrâde eğitimi ile ilgili olarak, Walter Mischel’in 1960’larda başlattığı ve netîcesi uzun yıllar sonunda görülen bir çalışmada önemli bir husus tespit edilmiştir. Bu araştırmada, 4 yaş çocuklarına bir şeker verilmiş; hemen yemeyip bekleyenlere, ikinci şekerin de verileceği; ancak, şekeri yemek ya da beklemek konusunda serbest oldukları söylenmiş. Bekleyenlerin, şekeri yiyenlere göre; ilerleyen yıllarda daha başarılı oldukları, daha sağlıklı bir bedene sahip oldukları, daha iyi işlerde çalıştıkları ve daha geniş bir sosyal çevreye sahip oldukları ortaya çıkmış. (Bkz: Genç Dergisi, sayı: 64, sayfa: 12)
Daha çocukken bile irâdeye sahip olmanın ne kadar önemli olduğunu gösteren bir çalışmadır bu… Çocuklar, nefis gibi her istediklerinin ânında olmasını arzu eder. Elde edemedikleri şeyler için, sokak ortasında kendilerini yere atıp ağlamaktan da çekinmezler. Ebeveynler olarak bugün ilkokul, ortaokul ve lise çağına gelmiş çocuklarımızın, erteleyemedikleri hazları yüzünden doyumsuz ve mutsuz olduklarını teessürle müşâhede etmekteyiz. Yani, istediği her şeye sahip olmak, insanı bahtiyar yapmıyor; aksine, insan, heveslerinin önüne set çekebildiği kadar mutlu ve huzurlu oluyor. Nitekim; intihar vak’alarının en çok görüldüğü ülkelerin, en gelişmiş ülkeler olmasının bir sebebi de bu...
İrâdeyi sağlamlaştırma alıştırmalarının daha küçük yaşlarda başlaması gerektiğinde, bugün psikologlar hemfikirdir. “Çocuklara her istediklerini vermeyin; onlara hazlarını ertelemeyi öğretin; istediği her şey yapılan çocuk, hep daha fazlasını isteyecek ve istediği bir şey olmadığında depresyona girecek.” diyen uzmanlar; bugün kliniklerine dolan depresif çocukların ve gençlerin tedavisiyle uğraşmaktadır.
Çocukların irâde eğitiminde de orucun önemli bir yeri vardır. Eskiden büyüklerimiz, küçük çocukları da oruca teşvik eder; “tekne orucu” adıyla birkaç saatlik veya yarım günlük oruçlar tuttururlardı. Gün sonunda da oruçlarının sevabına ortak olmak, onları takdir ve teşvik etmek amacıyla kendilerine hediyeler verirlerdi. Ashâb-ı kirâm hazarâtı da, çocukları zorlamadan oruca teşvik eder; acıktıklarında, oyun oynayarak onları oyalarlardı. Hattâ Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, Ramazan’da sarhoş olan birine:
“-Yazıklar olsun sana!.. Bizim çocuklarımız bile oruç tutmaktadır.” demiştir.
Hazları ertelemek, irâdeye sahip olabilmek, çocukları da kişilik sahibi yapmakta; isteklerine karşı koyabilmek için teşvik edilen çocuklar, daha güçlü karakter sahibi olmaktadırlar. Çağımızın hastalıklarından biri olan obezite, çocuklarımızı da tehdit etmektedir. Reklâmlarda göz kamaştıran, market raflarında ışıltılı bir şekilde obeziteye davet eden abur-cuburlarla, cipslerle, bağımlılık yapan çeşitli içeceklerle çocuklarımızın baş edebilmesi; sağlam bir irâdeye ve şuurlu bir eğitime bağlıdır. Bu meyanda; çocuklarımızın küçük yaşlarda namaz, oruç gibi ibâdetlere alıştırılması, büyük önem arz etmektedir.
Fırsat Mevsimi
Mübarek üç ayları, Ramazan’a bir hazırlık ve alıştırma devresi olarak değerlendirmeli; bugünlerin feyzinden âzamî derecede istifâdeye gayret göstermeliyiz. “Hiç çocuklar da ibâdet eder miymiş?” mantığını değiştirmeli; onları geleceğimizin yatırımı olarak görüyorsak, ağacın yaşken eğileceğini unutmamalıyız. Çocuklarımızın tertemiz ruhlarında, ibadetlerin meydana getireceği coşkudan, biz de büyükler olarak bereketlenmeye çalışmalıyız.
İnsan psikolojisine uygun bir eğitim metodu; “tedrîcîlik”dir. Hicretin ikinci yılında emredilen oruç ibadeti de, namaz gibi tedrîcen farz kılınmıştır. (Bkz: Üsve-i Hasene 2, İstanbul, 2004, sf: 52) Tedrîcîlik, insanın terbiye ve tezkiyesinde ilâhî bir eğitim metodudur. Allah -celle celâlühû- Kur’ân’ı peyderpey indirmiş; ibâdetle alâkalı hükümleri de, mü’min kalpler hazır hâle geldikten sonra emir buyurmuştur.
Orucun farz kılındığı Ramazan ayına baktığımızda; onun mübârek üç aylar içinde yer aldığını görmekteyiz. Sevgili Peygamberimiz’in nezih ve örnek hayatını incelediğimizde; Recep ve Şaban aylarında, âdeta Ramazan’ın mânevî iklimine bir hazırlık yaptığını; hem orucu, hem de diğer ibâdetlerini giderek artırdığını müşahede etmekteyiz. Bu cümleden olarak; özellikle Ramazan’ın son on gününde îtikâfa girmişler; bu ay sebebiyle inen feyiz ve rahmetten her an istifade gayretinde olup, ümmetini de buna teşvik etmişlerdi.
Oruç Tutunuz, Sıhhat Bulunuz
Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; “Oruç tutunuz; sıhhat bulursunuz.” buyurmuşlardır. Bugün için dünyanın pek çok ülkesinde, oruçla alâkalı yapılan ilmî çalışmalar değerlendirildiğinde; orucun faydaları, kalp-damar hastalıklarından yüksek tansiyona, mide ülserinden bel ağrısına, tümörlerden psikiyatrik rahatsızlıklara kadar çok geniş bir yelpazede karşımıza çıkmaktadır. Hem rûhu, hem bedeni tedâvi eden, psikolojiyi takviye eden, irâdeyi sağlamlaştıran oruç ibâdeti, sadece senede bir ay olmamalıdır. Muhtelif vesîlelerle sene içinde de oruç tutulmalı; bilhassa Ramazan’dan önce gelen Receb ve Şaban aylarında, bu artırılmalı; oruç tutanın maddî-mânevî sıhhat bulacağı hatırdan çıkarılmamalıdır.
Oruca başlanan ilk günlerde görülen hâlsizlik, uyuşukluk, baş ağrısı, yorgunluk, hazımsızlık gibi şikâyetler; sâir zamanlarda çok yemekten, iftar ve sahurda mideye aşırı yüklenmekten, Ramazan ayı dışında pek oruç tutulmamasından kaynaklanmaktadır. Bu bakımdan oruç tutarken hazırlanan iftar ve sahur yemekleri, uyum (adaptasyon) sürecinde büyük öneme sahiptir. Zira insan psikolojik ve biyolojik olarak, tedrîcen yapılan işleri kabûle daha müsâittir. Bu uzun yaz günlerine tekabül eden Ramazan ayına, daha önceki aylarda da oruç tutarak hazırlananlarda; bu uyumun daha kolay olduğu görülecektir.
Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bizlere her konuda en güzel örnektir. Ramazan ayına rûhen de takviyeli bir şekilde girebilmek için, bu mübârek ayları bir fırsat mevsimi olarak değerlendirmeli; hem orucu, hem de diğer uhrevî faaliyetlerimizi artırmalıyız.
YORUMLAR