Rabia Annemiz

“İnsan” Olmak

Bu kıymetli annemiz, Sâmi Efendi -kuddise sirruh-’un zevcesidir. Zevcinin kıymetini bilirler; onun sohbetlerinden, nasihatlerinden azami istifâde etmeye çalışırlardı. Bu vesileyle zaman zaman Mahmud Sâmî Efendi’yi dinlerken notlar tutar ve bu notları kendi çevresine ve ziyâretine gelenlere aynen aktarırlardı. Tıpkı berrak bir su, parlak bir ayna gibiydiler. 

Kendisini ziyâret edip, sohbetlerinde bulunduktan sonra uzun müddet oradaki huzur hâlinin devam ettiğini hissederdik. Bu hâlin günlerce tesirinde kalırdık. 

Râbia Annemiz bir seferinde şöyle ibretli bir bilgi vermişlerdi: 

“–Evlatlarım bir çamaşır düşünün. Kirlendiğinde kaç merhaleden geçiyor. Önce kaynar suda yıkanıyor. Sonra ince sık makinelerden geçerek sıkılıyor. Sonra sıcak güneşle kuruyor. Sonra da sıcak ütüyle ütüleniyor. Ondan sonra kullanılıyor. Ya insanoğlu... O da bir çok merhalelerden geçmedikçe “insan” olamıyor. Yine bir elma düşünün. Önce bıçakla soyularak, sonra rendelerseniz ikinci bir bıçaktan geçince yemesi lezzetli olduğu gibi bizlerde dünyada bazı imtihanlardan geçebiliriz. Bu imtihanlara karşı sabır, teslimiyet, tevekkül ve rıza göstermeliyiz. Cenâb-ı Hak, dünyamızı da, âhiretimizi de kolay getirsin. Âmin.”

 

Şam Yılları

Onun, bu sözlerini nasıl hayatına geçirdiğine dair şu olay çok ibretlidir:

Mahmud Sâmi Efendi’ye, Şam’a gitmesi işaret ediliyor. Usulüne uygun bir şekilde ailesi Râbia annemize mevzûyu açıyorlar. O sırada Rabia annemiz, oldukça rahatsız olmalarına rağmen “baş üstüne!” deyip yataktan kalkıyor ve yol hazırlığına başlıyorlar. Ne bir itiraz, ne bir isyan veya soru... 

Bin bir meşakkatle uzun müddet yol alıyorlar ve Şam’a varıyorlar. Ancak ulaştıkları şehirde ne bir tanıyan var, ne de yardımcı olup yol gösteren. Altı ay kadar bir binanın bodrumunda yaşıyorlar. Bir çok sıkıntı çekmelerine rağmen mübârek vâlidemiz, yine teslimiyet hâlini muhafaza ediyor. Ne bir itiraz, şikâyet veya soru... Hep beraber huzur içinde yaşıyorlar.

Rabia Annemiz, Mahmud Sâmî Efendimizle olan münâsebetlerini ve ona karşı olan muâmelesini şöyle anlatırlardı:

“–Muhterem Efendimiz’i, boş kelâmlarla, hafif-meşrep hareketlerle asla meşgul etmemeye çalıştım. Bir ân yanından ayrılmadım. Ne istediğini gözlerinden anlamaya çalışırdım. Elli altı sene hizmet nasip oldu. Daima aramızda bir “edep dairesi” vardı. Zaman zaman ellerini açar, duâ eder bu esnâda benim de gönlümü hoş ederdi. Yine bir gün bana «Bu yola çok yardımın oldu; Allâh razı olsun, hakkını helal et!» demişlerdi. Mahcup oldum. «Estağfirullâh, evlatlarıma hizmet, benim için şereftir.» dedim. Sâmi Efendi, sabrın zirvesindeydi. Dört sene gözü görmediği hâlde, hiç kimseye fark ettirmemişlerdi. Nihayet bir gün yakınlarının dikkati sonucunda, bu durum anlaşıldı. Senelerce diğer rahatsızlıklarından uf bile demedi. Ömrünce kanasıya su içmedi. Kendisine hizmet edenler tarafından ona takdim edilen tepsiye ayran, su, meyve suyu gibi çeşitli içecekler konduğu halde, o bunlardan cüz’î bir miktar içer ve çok az yemek yerlerdi.”

 

İstikâmet

Yine Râbia Annemiz anlatıyor: 

“–Şam’a gidilirdi. Şam’ın halkı duâya, kerâmete meraklıymış etrafına toplanıp kendisinden kerâmet beklediklerinde, O: 

“–Mübarek Sıddık-ı Ekber Ebû Bekir -radıyallâhu anh- ömrü boyunca hiç kerâmet göstermemişler. İnsanoğlundan istenen istikâmettir.” buyurdular.

Duâya meraklı olanlara da ellerini açar, Fatiha Sûresi’ni okurlarmış. Her hâlleri mahfiyet içerisinde idi. 

Allâh, bu mübârek annemizin feyiz, teslimiyet, sabır ve hikmet dolu hâllerinden bizlere de hisseler nasib etsin. Âmin.



PAYLAŞ:                

Zahide Topcu

Zahide Topcu

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle