Kıymetli okuyucularım, Peygamber Efendimizin dünyayı teşrîf ettikleri, mübârek Rabiülevvel Ayınız, hayırlara vesile olsun. Cenâb-ı Hak, bizi, Habîb-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şefaatlerine lâyık eylesin. Âmin.
* * *
Cenâb-ı Hakk’a muhabbetin yegâne miyarı, ölçüsü Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e tâbî olmaktır. Çünkü Allâh’a giden yol, O’nun gönderdiği en son ve en mükemmel peygamberi sevmek ve O’nun sünnet-i seniyyesine uymaktan geçer. Bir müslüman için, Peygamber Efendimiz’in ve O’nun kıyamete kadar devam edecek sünnet-i seniyyesinin olmadığı bir hayat tarzı olamaz. Çünkü Rabbimiz, bize Rasûlü’nü sevmemizi, O’nun emir ve yasaklarına itaat etmemizi emretmektedir. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulmuştur:
“(Habibim) de ki: “Eğer siz Allâh’ı seviyorsanız, hemen bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Zira Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.” (Al-i İmran 31)
Görüldüğü üzere, bu âyet-i kerimede Allah Teâlâ, zâtına ulaşan yolun Peygamber Efendimize muhabbet ve itaatten geçtiğini açıkça beyân etmektedir. Bu âyet-i kerimeyi duyup anladıktan sonra, Peygamber Efendimizin Allah huzurundaki makamını daha veciz bir şekilde beyân edecek başka bir delile ihtiyaç var mıdır?
Peygamber Efendimizi sevmek, O’nun sünnetine tâbî olmak, O’na sık sık salavâtı şerîfeler getirmek, her vesileyle O’nun güzel ahlâk ve örnek hayatını yâd etmekle mümkün olur.
Peygamber Efendimizin bu yüce ahlâkından bazı örnekler verecek olursak, O, insanlara merhametli olmayı tembihlemiş ve: “Merhamet edenlere Rahmân olan Allah Teâlâ merhamet buyurur. Yeryüzündekilere şefkat ve merhamet gösteriniz ki, gökyüzündekiler de size merhamet etsin.” (Tirmizî, Birr, 16/1924) buyurmuştur.
Peygamber Efendimizin ümmetine karşı çok derin bir merhamet, şefkat ve muhabbeti vardı. Sık sık ümmetinin mağfiret edilmesi için Cenâb-ı Hakk’a yalvarırdı.
Kimseyi ayıplamaz, kötülüğe karşı kötülükle mukabele etmez ve insanların eksik ve kusurlarını hoş görüp affederdi. Şahsı için kimseden hiçbir zaman intikam almaya teşebbüs etmemişti.
Bizzat kendisi çok cömert ve hayır ehli olduğu gibi, hanımlarını, evlâtlarını da infâk ederek cehennem azâbından korunmaya teşvik ederdi. Fakirleri sever, onlarla birlikte olmaktan utanmaz, onların isteklerini geri çevirmez, gücü nisbetinde her isteyene bir şeyler ikram etmeye çalışırdı.
O’nun âile ve ashâbına olan muhabbet ve bağlılığı, ashâb-ı kiramı da kuşatmıştı. Her biri, anne ve babalarını, O’nun uğruna fedâ edecek kadar Allah Rasûlü’nü çok seviyorlardı. Bunlardan Sümeyra Hanım, Uhud’da bütün yakınlarını kaybettiği hâlde, Allah Rasûlü’nün sağ ve selâmette olduğunu öğrenince:
“-Allâh’a şükürler olsun!.. Sen hayattasın ya… Artık kaybettiklerim için ne gam!..” demiştir.
Böyle güzeller güzeli bir dine ve O’nun eşsiz peygamberine sahip olduğumuz için Cenâb-ı Hakk’a çok şükretmeliyiz. En güzel şükür de hayatımızın merkezine Allah ve Rasûlü’nü yerleştirmekle olur.
Rabbimiz, zâtının ve sevgili Rasûlü’nün muhabbetini bize iki dünya azığı kılsın. Bizi ümmet-i Muhammed’den kıldığı gibi, Habibi’nin rızâ ve şefaatine mazhar olan kulları arasına da dâhil eylesin. Âmin.
YORUMLAR