Allah Seni Mahzun Etmez
Allah Rasûlü, birgün yine Hira mağarasında inzivaya çekilmiş bir hâldeyken Cebrail -aleyhisselam- aslî sûretinde gelmiş ve kendisine Alak Sûresi’nin ilk beş ayetini tebliğ etmişti. İlk defa böyle bir hâl ile karşılaşan Allah Rasûlü titrek bir heyecan içinde evine geldi ve Hatîce annemize:
“–Beni örtünüz, beni örtünüz!..” dedi.
Üzerinden bu mânevî hâl geçip sâkinleşince başından geçenleri Hazret-i Hatîce’ye anlattı ve:
“–Kendimden korktum!..” dedi.
Hazret-i Hatîce, engin bir sadakat ve çağları aşan bir basîretle, kendisini tesellî etti ve her hâlükârda yanında olduğunu ifade sadedinde şöyle dedi:
“–Öyle deme!.. Allah’a yemin ederim ki, hiçbir zaman Allah seni utandırıp mahzûn etmez. Çünkü sen akrabayı gözetir, işini görmekten âciz olanların ağırlığını yüklenirsin. Fakire verir, kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın, misafiri ağırlarsın, Hak yolunda halka yardım edersin...” (Buhârî, Bed’u’l-Vahy, 7, Tefsir, 96/1; Müslim, İman 252-254; Ahmed bin Hanbel, VI, 153, 232)
Ben İnanırım!
Müddessir Sûresi’nin ilk beş âyeti nâzil olduğu zaman, Hazret-i Peygamber, büyük vazifenin başlamak üzere olduğunu anladı ve sevgili hanımına:
“–Şimdi bana kim inanır?” diye sordu. Hayatı boyunca en büyük desteği, ilâhî dâvâ yolunda parlayan ilk nûru Hazret-i Hatîce:
“–Ben inanırım!..” diyerek erkek ve kadınlar içinde ona ilk iman etme şerefine nâil oldu. (İbn Abdi’l- Berr, el-İstiab, IV, 274)
Rabbinden Selam Söyle
Bir gün Peygamber Efendimiz, ibâdet için ıssız bir yere çekilmişti. Böyle zamanlarda Hazret-i Hatice ona yiyecek içecek hazırlar, ibâdete ara vermesin diye bulunduğu yere kadar getirirdi. Yine öyle olmuştu ki, vahiy meleği (Cebrâil) Allah Rasûlü’ne geldi ve:
“–Yâ Rasûlallâh!.. Hatice elinde bir kap yemekle sana gelmektedir. Hatice geldiği zaman, ona Rabbinden ve benden selâm söyle! Onu, gürültü ve yorgunluk olmayan cennette inciden yapılmış bir sarayla müjdele!..” buyurdu.
Hazret-i Hatice, bu selâma şöyle mukâbele etti:
“–O (şânı yüce Allah) selâmın kendisidir, selâm O’ndandır, Cebrâil’e de selâm olsun!.. Ey Allâh’ın Rasûlü, Allâh’ın selâmı, rahmeti ve bereketi senin de üzerine olsun.” (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensar, 20)
Bulamaç Başında
Hazret-i Âişe’nin anlattığına göre, bir gün kendisi Rasûlullâh için bulamaç pişirir. Yanlarında Hazret-i Sevde vâlidemiz de bulunmaktadır.
Hazret-i Âişe, Hazret-i Sevde’ye:
“–Buyur, sen de ye!..” der. O imtinâ edince:
“–Yemezsen yüzüne bulayacağım.” diye tehdit eder.
Hazret-i Sevde yememekte ısrar edince, Hazret-i Âişe, bulamaçtan alıp onun yüzüne bular. Ortaya çıkan manzaraya Peygamber Efendimiz tebessüm eder ve eliyle Hazret-i Sevde’nin elini tutarak:
“–Ne duruyorsun, sen de onun yüzüne sür!..” buyurur.
Hazret-i Sevde de, aynı şekilde Hazret-i Âişe’nin yüzüne sürer. Allah Rasûlü, onun hâline de tebessüm buyurur. (Afzalurrahman, Siyer Ansiklopedisi, II, sh: 161)
Kanatlı Atlar
Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Tebûk ya da Hayber gazvesinden döndü. Sofasında bir perde vardı, rüzgâr esti ve perdenin bir kısmını kaldırdı. Allah Rasûlü bu esnada Hazret-i Âişe’nin oyuncak kız bebeklerini gördü ve sordu:
“–Ey Âişe bu nedir?”
“–Bunlar benim bebeklerimdir.” dedi.
Sonra ortalarında iki kanatlı bir at gördü ve sordu:
“–Ya bu nedir, ey Âişe?”
“–Attır.”
“–Peki üstündeki nedir?”
“–İki kanat.”
“–Atın kanadı olur mu?”
“–Hazret-i Süleyman’ın kanatlı atları olduğunu sen duymadın mı?”
Bunun üzerine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- mübarek azı dişleri görününceye dek güldü.” (Cem’ul-Fevâid, 8023.)
Benim Gibi Biri, Senin Gibi Birini Kıskanmaz mı?
Hazret-i Âişe’nin ara sıra kapıldığı kıskançlık duygularını şöyle dillendirir:
“Bir gece Rasûlullah, yanımdan çıkıp gitmişti. (Benim nöbetimde) hanımlarının birisine gitmiş olabilir diye içime bir kıskançlık düştü. Geri gelince hâlimi anladı ve:
«–Kıskandın mı yoksa?» dedi. Ben de:
«–Benim gibi biri, Senin gibi birini kıskanmaz da ne yapar?» dedim.” (Müslim, Münâfikûn, 70)
Keşke Senin Saçının Bir Teli Olsaydım
Hazret-i Fâtıma’nın evi, Hazret-i Âişe’nin hücresine bitişikti. Bu iki evi birbirinden ayıran duvarın ortasında bir pencere vardı. Hazret-i Âişe ile Hazret-i Fâtıma, bu pencereden birbirleri ile konuşurlardı.
Bir ara Hazret-i Âişe ile Hazret-i Fâtıma arasında fazîlet hakkında mevzu açıldı. Hazret-i Fâtıma annemiz:
“–Ben, senden fazîletliyim, çünkü ben Rasûlullâh’tan bir parçayım.” dedi.
Hazret-i Âişe de ona:
“–Dünya işleri dediğin gibidir; ancak âhirete gelince, ben orada Hazret-i Peygamber ile beraber O’nun derecesinde olacağım. Sen ise, Ali ile beraber ve onun derecesinde olacaksın. İki derece arasındaki farkı, sen kıyas et!..”
Hazret-i Fâtıma cevaptan âciz kalınca ağlamaya başladı. Bunu gören Hazret-i Âişe ayağa kalktı, Hazret-i Fâtıma’nın başını öptükten sonra:
“–Keşke senin başında bir tel saç olsaydım!..” dedi. (Asr-ı Saadet, III, sh: 310)
Siz de Ehl-i Beyttensiniz
Bir gün Allah’ın Rasûlü, Ümmü Seleme’nin yanında idi. Ümmü Seleme’nin kızı Zeynep de oradaydı.
Fâtımatu’z-Zehrâ, oğulları Hasan ve Hüseyin ile oraya geldi. Rasûlullâh bunları kucaklayıp:
“–Ehl-i Beytim, Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. Allah her türlü hamde lâyıktır. O ne üstün bir şeref sahibidir!..” buyurdu.
Kızı Zeyneb’in anlattığına göre, Hazret-i Ümmü Seleme bunu duyunca ağlamaya başladı. Rasûlullâh, ona bakarak müşfik bir hâlde:
“–Seni ağlatan nedir?” diye sordu. Bunun üzerine o:
“–Ey Allah’ın Rasûlü, (Allah’ın rahmet ve bereketini) ehl-i beytin arasında taksim ettin; beni ve kızımı bıraktın.” cevabını verdi. Onun bu sözü üzerine Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“–Hem sen, hem de kızın Ehl-i Beyttensiniz.” (Ziya Kazıcı, Hz. Muhammed’in Âile Hayatı ve Eşleri, sh: 224)
Allah, Ömer’i Affetsin
Hazinenin gelirleri arttıkça, Hazret-i Ömer, bazı sahabîlere ve bilhassa Peygamber Efendimiz’in ehl-i beytine zarûrî ihtiyaçlarını karşılamaları için yıllık tahsisatlar bağlatmıştı. Zeyneb binti Cahş annemize de ilk tahsisatını gönderdi. Zeyneb annemiz, bu kadar çok parayı bir arada görünce şaşırdı ve:
“–Allah, Ömer’i affetsin. Diğer kardeşlerimin hisseleri de bunun içinde mi?” diye sordu.
Parayı getirenler:
“–Hayır. Bunların hepsi sizindir!..” dediler. Bunun üzerine o:
“–Sübhânallâh!..” diyerek bir örtü ile bu paranın üstünü kapadı ve hizmetçisine:
“–Elini sok, o paradan bir avuç al, falan oğullarına götür. Bir avuç alan filana ver.” diyerek akrabasına ve kimsesizlere dağıttı. Örtünün altında avuçlayacak bir şey kalmadı. Hizmetçisi:
“–Ey müminlerin annesi!.. Allah sizi affetsin. Bunda bizim de payımız var.” Dedi. Bu söz üzerine Zeyneb Vâlidemiz:
“–Örtünün altında kalanlar da senin olsun.” dedi. Böylece gelen paranın hepsini dağıttı. Hizmetçisi, örtüyü kaldırıp saydığında, sadece seksen beş dirhem kalmıştı, onu da kendisi aldı. Zeyneb vâlidemize bu paradan hiçbir şey kalmamıştı. İslâm âleminin ikinci halifesi olan Hazret-i Ömer bu durumu öğrenince onun kapısı önünde durmuş, içeriye selâm göndererek:
“–Daha önce gönderdiğim dirhemleri dağıttığını duydum. Bin dirhem daha gönderiyorum ki, onu elinde tutasın.” demişti.
Hazret-i Ömer, bin dirhem daha gönderdi. Fakat o, eskiden beri yaptığını aynen tekrar etmiş ve elindekinin hepsini dağıtmıştı.
Gerçekten duâsı kabul olunmuş ve Hazret-i Ömer’in bir sonraki yıl “müminlerin annelerine” gönderdiği tahsîsâtı alamadan vefat etmişti. (Afzalurrahman, Sîret Ansiklopedisi, II, 184-185)
Gücünüz Yettiğince
Enes bin Mâlik şöyle rivâyet etmektedir:
“Rasûlullâh mescide girdiğinde iki direk arasında bir ipin çekilmiş olduğunu gördü.
«–Bu ip nedir?» diye sorunca, ashâb-ı kiram:
«–Bu, Zeyneb’in (Zeyneb binti Cahş’ın) ipidir. Zeyneb (namazda ayakta durmaktan) yorulunca bu ipe tutunur.» dediler. Bunun üzerine Allah Rasûlü:
«–Hayır. (İbâdette böyle güçlük olmaz.) Bu ipi çözünüz. Sizden biriniz zinde ve kuvvetli oldukça namazı (ayakta) kılsın. Yorulunca da otursun.» buyurdu.” ( Buhârî, Teheccüd, 18; Müslim, Salâtu’l-Müsâfirîn, 31)
Hâlâ Tesbih mi Çekiyorsun?
“Bir gün, kendi namazgâhında bulunuyorken Allah’ın Rasûlü, sabah namazını kılmış ve erkenden yanından ayrılmıştı. Kuşluk vakti geçtikten sonra eve tekrar döndüğünde ona:
“–Hâlâ oturup tesbih mi çekiyorsun?” diye sormuş. O da:
“–Evet.” cevabını verince, Rasûlullâh:
“–Sana sabahtan şimdiye kadar yaptığın tesbihlerin tamamına eşit bir tesbih öğreteyim mi?” demiş. Sonra da üç defa:
«Allâh’ı yarattıkları sayısınca hamd ve tesbih ederim.” (Subhânellâhi ve bihamdihî adede halkıhî)»
Üç defa:
«Rızası için tesbih ederim (ve rızâi nefsihî).»
Üç defa:
«Arşın ağırlığınca tesbih ederim (ve zînete arşihî).»
Üç defa:
«Allâh’ın kelimelerinin mürekkebi kadar tesbih ederim (ve midâde kelimâtihî).» de!..” buyurmuştur. (Müslim, Zikr ve Duâ, 19; İbn Mâce, Edeb, 56)
Allah onlardan râzı olsun.
Not: Bu yazı, Halime Demireşik’in “Peygamberimizin Mübârek Zevceleri” adlı çalışmasından istifade ederek hazırlanılmıştır.
YORUMLAR