Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, vefâtına sebep olan hastalığı esnâsında bile titizlik gösterdiği en mühim hususlardan biri de cemaatle namaz olmuştur. Hazret-i Enes’in bildirdiğine göre Fahr-i Kâinât Efendimiz, hastalığının sâdece son üç gününde cemaatle namaza iştirâk edememiştir. (Buhârî, Ezân, 46)
* * *
Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- diyor ki:
“Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hastalığı şiddetlendiğinde:
«–Ashâbım namaz kıldı mı?» diye sordu.
«–Hayır yâ Rasûlallâh, Siz’i bekliyorlar.» dedik.
«–Öyleyse benim için su hazırlayınız!» buyurdu. Su koyduk, yıkandı. Kalkmaya davranırken bayıldı. Bir müddet sonra ayıldı. Yine:
«–Ashâbım namaz kıldı mı?» diye sordu.
«–Hayır yâ Rasûlallâh, Siz’i bekliyorlar.» dedik.
«–Öyleyse benim için su hazırlayınız!» dedi. Su koyduk, yıkandı. Kalkmaya davranırken bayıldı. Bir müddet sonra ayıldı.
Bu durum birkaç defa tekrar etti. O esnâda insanlar, mescidde Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-’ı yatsı namazına bekliyorlardı. Bunun üzerine Allâh Rasûlü, namaz kıldırması için Hazret-i Ebû Bekir’e haber gönderdi. Ebû Bekir -radıyallâhu anh- yufka yürekli bir zât idi, bu sebeple Hazret-i Ömer’e:
«–Yâ Ömer, insanlara namazı sen kıldırsan?» dedi. Hazret-i Ömer ise:
«–Sen buna daha lâyıksın.» diye cevap verdi. O günlerde namazı Ebû Bekir -radıyallâhu anh- kıldırdı.
Daha sonraki günlerde Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kendisini biraz iyi hissedince iki kişinin kollarına girerek, bir öğle namazı için mescide çıktı. (Yürürken tâkatsizliğinden dolayı mübârek ayaklarını yerde sürümesi hâlâ gözümün önündedir.) Hazret-i Ebû Bekir bu esnâda namaz kıldırıyordu. Efendimiz’in geldiğini görünce geri çekilmek istedi. Ancak Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona, yerinden ayrılma, diye işâret buyurdu. Sonra gelip Hazret-i Ebû Bekir’in yanına oturdu. Bu durumda Ebû Bekir -radıyallâhu anh-, Hazret-i Peygamber’e, insanlar da Hazret-i Ebû Bekir’e tâbî olarak namazı tamamladılar.” (Buhârî, Ezân, 51)
* * *
Enes -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:
“Hazret-i Ebû Bekir namaz kıldırıyordu. Nihâyet pazartesi günü olunca saf saf namaza durduğumuzda Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hücre-i saâdetlerinin perdesini kaldırıp bizi temâşâya başladı. Ayakta duruyordu. Sîmâsı Mushaf yaprağı gibi pırıl pırıldı. Sonra tebessüm etti, mübârek dişleri gözüktü. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’i görünce o kadar sevindik ki, neredeyse namazı bozacaktık. Hazret-i Ebû Bekir, Allâh Rasûlü’nün namaza iştirâk edeceğini düşünerek safa girmek için geri geri gelmeğe başladı. Ancak Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, namazınızı tamamlayınız, diye işâret edip perdeyi örttü. İşte (bu, O’nu son görüşümüz oldu) o gün dâr-ı bekâya irtihâl etti.” (Buhârî, Ezân, 46)
* * *
Allâh Rasûlü, arkasında, kurşunla perçinlenmiş bir binâ gibi tek saf hâlinde ve namazlarına cemaatle devâm eden bir topluluk bıraktığı için o kadar mesrûr olmuştu ki, onları seyrederken mübârek yüzünde güller açmıştı. Âlemlerin Efendisi’nin kâinâtı aydınlatan bu tebessümü ashâb-ı kirâma ümit vermişti, lâkin O artık günül huzûru içinde Refîk-ı A’lâ’ya yönelmiş, vuslat ânını bekliyordu. (Osman Nûri Topbaş, Faziletler Medeniyeti, 1)
* * *
Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in vefâtı esnâsında son sözleri:
“Namaza, özellikle namaza dikkat ediniz. Elinizin altında bulunanlar hakkında da Allâh’tan korkunuz.” olmuştur. (Ebû Dâvûd, Edeb, 123-124/5156; İbn-i Mâce, Vasâyâ, 1)
* * *
Bütün ömrünü Allâh Teâlâ’nın muhabbet ve iştiyâkı ile geçiren Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Rabbine vuslat ânını da bir şeb-i arûs (düğün gecesi) heyecânı ile karşılamıştır. Âişe vâlidemiz şöyle anlatır:
“Allâh Rasûlü son anlarını yaşarken, mübârek başı benim göğsüme yaslı bulunuyordu. Ben; «–Ey insanların Rabbi! Hastalığı gider! Gerçek hekim, hakîki şifâ verici, ancak Sen’sin!» diyerek şifâ diliyordum. Peygamber Efendimiz ise:
«–Hayır! Allâh’ım beni Refîk-ı A’lâ’ya kavuştur. Ey Allâh’ım! Bana mağfiret et! Bana rahmetini ihsân et! Beni Refîk-ı A’lâ’ya (en yüce Dost’a) kavuştur!» diyerek duâya devâm ediyordu.” (Ahmed, VI, 108, 231)
* * *
Diğer bir rivâyette Âişe vâlidemiz hâdisenin devâmını şöyle anlatır:
“Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sağlıklı günlerinde birçok defâ:
«Hiçbir peygamber, cennetteki makâmını görmedikçe, rûhu kabzolunmaz! Sonra, dünyâda kalmak ile makâmına gitmek arasında muhayyer bırakılır!» buyurmuştu. Kendisi hastalanıp vefâtı yaklaşınca, başı benim dizimde bulunduğu hâlde, üzerine bir baygınlık geldi. Ayılınca gözünü evin tavanına çevirdi ve:
«Allâh’ım! Refîk-ı A’lâ!» dedi. Ben o zaman:
«Rasûlullâh bizi tercih etmiyor!» dedim. Anladım ki Efendimiz’in bu temennîsi, sıhhatli zamanlarında bize söyleyip durduğu bir haberin, kendisinde tahakkuk ettiğinin bir işâretidir!” (Buhârî, Megâzî, 84; Ahmed, VI, 89)
* * *
Canlarından çok sevdikleri Allâh Rasûlü’nün aralarından ayrılması, ashâb-ı kirâma çok acı ve ağır gelmişti. Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh- şöyle der:
Peygamber Efendimiz’in hastalığı ağırlaşınca sıkıntıları çoğaldı. Durumu gören Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhâ-:
“–Vâh babacığım, ne büyük sıkıntın var!” dedi. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–(Kızım), bugünden sonra babanın sıkıntısı olmayacak.” buyurdu.
Rasûl-i Ekrem Efendimiz vefât edince, bu defa Hazret-i Fâtıma:
“Rabbine kendisinden daha yakını bulunmayan babacığım, vâh! Rabbin dâvetine icâbet eden babacığım, vâh! Makâmı Firdevs Cenneti olan babacığım, vâh! Kara haberini ancak dostu Cebrâîl’le paylaşacağımız babacığım, vâh!” diye ağladı.
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in defninden sonra da Hazret-i Fâtıma tahassür ve elemini şöyle dile getirdi:
“–Rasûlullâh’ın üzerine (çarçabuk) toprak atmaya eliniz nasıl vardı, gönlünüz nasıl râzı oldu!?” (Buhârî, Meğâzî, 83; Dârimî, Mukaddime, 14. Bkz. İbn-i Mâce, Cenâiz, 65)
* * *
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurur:
“Kul hastalanınca, Allâh Teâlâ ona iki melek gönderir ve onlara:
«–Gidin bakın, kulum yardımcılarına ne diyor bir dinleyin!» diye emreder.
Eğer o kul, melekler geldiği zaman Allâh’a hamd ediyor ve senâda bulunuyor ise, onlar kulun bu hâlini, her şeyi (zâten) en iyi bilmekte olan Allâh’a yükseltirler. (Meleklerini sırf kulunun ameline şâhid olsunlar diye gönderen) Allâh Teâlâ:
«–Kulumun rûhunu kabzedersem, onu cennete koymak, kulumun üzerimdeki hakkı olmuştur. Şâyet şifâ verirsem, onun etini daha hayırlı bir etle, kanını daha hayırlı bir kanla değiştirmek ve günahlarını da affetmek, üzerimde hakkı olmuştur.» buyurur.” (Muvatta, Ayn, 5)
YORUMLAR