Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün atının terkisine Abdullah bin Abbas -radıyallâhu anhümâ-’yı almış ve şöyle buyurmuştur:
“Ey oğul! Allâh’ı koru (emirlerini tut ki); O da seni korusun. Bolluk zamanında Allâh’ın emirlerini yerine getir ki, darlık ânında sana iyilikte bulunsun. İstediğin zaman Allah’tan iste, yardım dilediğin zaman Allah’tan dile. Eğer bütün insanlar, Allâh’ın senin lehine yazmadığı bir konuda sana faydalı olmak için toplansalar, Allah onlara geçit vermez ise, insanlar buna güç yetiremezler. Yine bütün insanlar, Allâh’ın senin aleyhine yazmadığı bir konuda sana zarar vermek için bir araya gelseler buna güç yetiremezler.
Şunu da iyi bil ki; hoşlanmadığın bir şeye sabretmekte pek çok hayır vardır. Yardım ve başarı sabırla birlikte, düzlüğe çıkış da sıkıntılarla birliktedir. Şüphesiz her zorlukla birlikte bir kolaylık vardır.” (Tirmizî, Kıyâmet, 59)
Kim Allâh’ın emir ve hükümlerini gözetir, onları titizlikle muhâfaza eder (tatbik ederse) Allah -celle celâlühû- da onu her türlü ezâ ve cefâya karşı korur.
Bir kimse Allâh’ın emirlerini zâyî ederse (uygulamaz, gereken dikkati göstermezse) Allah da onu zâyî eder. Allâh’ın mahlûkatı arasında kayba uğrar. Hatta kendilerinden fayda gelmesi umulan âilesi ve yakınlarından bile kendisine zarar ve ezâ erişir.
Nitekim seleften biri:
“–Ben Allâh’a itaatsizlik ettiğimi, hizmetçimin ve bineğimin ahlâkından anlarım.” demiştir. (Ebû Nuaym, Hilye)
Bollukta Allah’ı Tanımak
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “Bollukta Allâh’ı tanı ki; darlıkta da Allah seni tanısın!” buyuruyor.
Bolluk zamanında Allah ile kurulan hususî muhabbet ve ünsiyet, darlık zamanında duâların daha çabuk kabul olmasını ve Allah’tan/Sevgili’den gelen her türlü zorluğun daha kolay aşılmasını sağlar.
Dahhak bin Kays şöyle der:
“Bolluk zamanında Allâh’ı zikredin ki sıkıntılı zamanınızda da Allah sizi hatırlasın. Zira Yûnus -aleyhisselâm- Allah Teâlâ’yı çok zikrederdi. Balığın karnına düşünce de Cenâb-ı Hak onun hakkında şöyle buyurdu:
«Eğer Allâh’ı tesbih edenlerden olmasaydı, tekrar diriltilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı.»” (es-Saffat, 143)
İstediğin Zaman Allah’tan İste
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:
“Allâh’ın lûtfundan isteyin. Zira Allah Teâlâ kendisinden istenilmesinden hoşlanır.” (Tirmizî, Deavât, 116)
Kudsî bir hadîs-i şerifte ise, Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Kim Bana duâ etti de Ben ona icâbet etmedim? Kim Ben’den istedi de Ben ona vermedim? Kim Bana istiğfarda bulundu da Ben onu bağışlamadım? Hâlbuki Ben merhametlilerin en merhametlisiyim!”
İstemek; isteyen kişinin güçsüzlüğünü, zayıflığını, ihtiyaç ve fakrını açığa vurması demektir. İstemek, aynı zamanda istekte bulunulan makamın üstünlüğünü, zararları gidermeye, isteği yerine getirmeye, fayda sağlamaya muktedir olduğunu te’yid etmek demektir. Bu mercî de Allah Teâlâ’dan başkası değildir.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Allah’tan istemeyen kişiye Allah öfkelenir.” buyurmaktadır. (Tirmizî, Duâ, 2)
Yardım Dilemek
“Eğer Allah sana bir zarar dokundursa, onu yine O’ndan başka giderecek yoktur. Şayet sana bir hayır dilerse, O’nun keremini geri çevirecek de yoktur. O, hayrını kullarından dilediğine eriştirir, O bağışlayandır, esirgeyendir.” (Yûnus, 17)
Kulun, başına gelen her hâdise için Rabbini tevhid etmesi, bir tek O’na tâatte bulunması ve bir tek O’ndan yardım dilemesi, îmânının kavîliğindendir.
Sabır ve Rızanın Önemi
Bir kimse kendisine takdir edilmiş olan musibetlere karşı sabır gösterirse, bu sabrından dolayı aklının tahayyül edemeyeceği çok büyük hayırlar kazanır.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Allah Teâlâ’nın mü’min kul için takdir ettiği her şey, mutlaka onun için hayır olur. Takdir edilen hüküm kula bolluk zamanında gelir de şükrederse, kendisi için hayır olur. Eğer sıkıntılı zamanında isâbet eder de sabrederse, bu da kendisi için hayırlı olur. Bu hayır, sadece mü’min kul için söz konusudur.” buyurmaktadır. (Müslim, Zühd, 64)
Rızâ ehli kimseler, başlarına gelen sıkıntıların bir hikmet gereği olduğunu ve kendileri için Allah Teâlâ’nın muhakkak bir hayır gizlediğini bilirler. Birçok zaman da başlarına gelen sıkıntılardan dolayı kazanacakları sevabı düşünerek imtihanlarını kolaylaştırırlar. Bu dereceye de ancak mârifet ve muhabbetullah seviyeleriyle ulaşabilirler.
Allah Teâlâ bu sınıf mü’minler için;
“Yalnız sabredenlere mükâfâtları hesapsız ödenecektir.” (ez-Zümer, 10)
“Sabredenleri müjdele! Onlar, kendilerine bir belâ geldiği zaman, «Biz Allâh’ın kullarıyız ve O’na döneceğiz» derler. İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır.” (el-Bakara, 155) buyurmaktadır.
Kurtuluş, Sıkıntılarla Beraberdir
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“O, (insanlar) umutlarını kestikten sonra yağmuru indiren, rahmetini her tarafa yayandır.” (eş-Şûrâ, 28)
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurmuştur:
“Allah Teâlâ, yağmurdan önce çok büyük sıkıntı ve umutsuzluğa düştüğünüzü bilir. Size rahmetinin çok yakın olduğunu bildiği için gülmeye başlar.”
Hazret-i Nuh -aleyhisselâm-’ı, 950 sene sıkıntı ve iftirâlardan sonra gemiye bindirerek kurtarması, İbrahim -aleyhisselâm-’ı ateşe düşerken gül bahçesiyle karşılaması, yine onu oğlu İsmail -aleyhisselâm-’ı kurban etmek üzere ıssız bir yere götürüp yatırdıktan sonra oğluna bedel bir koç ile mükâfatlandırması, Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm-’ı ve kavmini denizden geçirip zâlim Firavun ve ordusunu boğarak helâk etmesi, bizim peygamberimiz Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i mağarada örümcek ağı ve güvercin yuvasıyla felâha erdirmesi, bunun en güzel örneklerindendir.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Elbette Allah, bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratacaktır.” (et-Talak, 7)
Kurtuluşun sıkıntı ile, kolaylığın da zorluktan sonra olması Allâh’ın sırlarındandır. Asıl mükâfat ve teslimiyet, burada görülmektedir.
Bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Kim Allah’a tevekkül ederse, O ona kâfidir.” (et-Talak, 3)
Mâlik el-Eşcâî -radıyallâhu anh- Hazret-i Peygamber’e geldi ve:
“–Oğlum Avf esir alındı.” dedi. Peygamber Efendimiz:
“–Oğluna, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sana, «Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh» sözünü çokça söylemeni emrediyor, diye haber sal.” buyurdu.
Elçi, gelip ona durumu bildirdi. Avf, secdeye kapanıp, «Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh» demeye başladı. Kendisini yay kirişi ile bağlamışlardı, bağı çözülüp düştü. Bağlı olduğu yerden çıktı, orada bir deve gördü ve üzerine bindi. Deveyi bir yöne doğru sürmeye başladı. Birden bire kendisini bağlayanların develerinin bulunduğu alanda buldu. Onlara bir sayha attı, develerin hepsi birden peşine düştüler. Avf, ebeveyninin huzuruna ansızın çıkmadı, onlara kapıdan seslendi. Babası:
“–Kâbe’nin Rabbine yemin ederim ki, bu Avf’tır!..” dedi. Bu söz üzerine annesi;
“–Esefler olsun! Avf şu anda esir ve deri bağlar altında acı çekmektedir.” dedi.
Babası ile hizmetçileri kapıya doğru koştular. Bir de baktılar ki, Avf, evin bahçesini develerle doldurmuş. Sonra başından geçenleri ve develerin durumunu babasına anlattı. Bu hâl üzerine babası, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e geldi ve Avf’ın durumunu anlattı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“O develere, daha önce kendi develerine ne yapıyor idiysen, arzu ettiğin her şeyi yapabilirsin.”
Bu hâl üzerine Cenâb-ı Hak:
“Kim Allah’tan hakkıyla korkarsa, Allah bir çıkış yolu ihsân eder ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allâh’a güvenirse, O, ona yeter” (et-Talak, 2-3) âyetini indirdi. (İbn-i Kesîr, VIII/183)
YORUMLAR