Peygamber Efendimizin Etrafındaki Çalışan Hanımlar

İslâm tarihinde pek çok çalışan kadın örneği vardır. Bunlardan ilki, Peygamber Efendimizin ilk zevcesi Hazret-i Hatice Annemizdir. O, sahip olduğu servetini, daha çok ticâret kervanları vasıtasıyla temin etmiştir. Kervanlarının başında görevlendirdiği kimselerle, bugünkü tabiriyle “uluslar arası ithalat ve ihracat” yapıp kârı paylaşmış ve çok ciddî bir servete kavuşmuştur. 25 yaşındaki Peygamber Efendimiz ile yapmış olduğu evlilikten onbeş yıl sonra, Allah Rasûlü’ne nübüvvet verilmesini müteâkip bütün imkânlarını O İki Cihan Güneşi’ne tahsis eden Hazret-i Hatice Vâlidemiz, dünya servetini, âhiret sermayesi hâline getirmiş bahtiyar kadınlardan birisidir.

Peygamber Efendimizin en sevdiği eşlerinden biri olan Hazret-i Âişe Annemiz de çok geniş bir ilmî alt yapıya sahiptir. O da bu geniş kültür, eşsiz hâfıza ve zekâsıyla kendi devrinin hanımları içinde farklılaşmış, gerek Peygamber Efendimiz hayattayken ve gerekse O’nun vefâtını müteâkip ilim meclislerinin değişmez muallimesi olmuştur. Bunun için bazı zamanlar uzak bölgelerden gelenler için Mekke ve Medine civarında geçici yerleşme alanları kurulmuş ve bu çadırlarda hanımlara ayrı ayrı ders halkaları tesis edilmiştir. Hazret-i Âişe annemiz, hadis, tefsir, fıkıh vb. İslâmî ilimlerde, Peygamber Efendimizin nübüvvet pınarından olabildiğince istifade ederek kendini yetiştirmiş ve bu ilimlerin yayılıp genişlemesinde öncü bir rol oynamıştır.

Yine Peygamber Efendimizin hanımlarının bir kısmı deri tabaklamak sûretiyle, bir kısmı el becerilerini kullanarak, dikiş dikip terzilik yaparak[1] para kazanmaya çalışmışlardır. Fakat onların bu gayretleri, geçim derdinden ziyâde insanlara faydalı olmaktır. Çünkü ellerine geçen imkânları, hep kendilerinden daha fakir durumda olan kimselerle paylaşmışlar ve âdeta yanlarında ufak bir dünyalık bulunduğunda rahat edememişlerdir.

Hazret-i Ebûbekir ve bilhassa Hazret-i Ömer döneminde kendilerine “Beytü’l-Mâl”den (devlet hazinesinden) temin ve tahsis edilen maaşları bile başkalarıyla paylaşma gayretinde olmuşlardı. Onların bu husustaki cömertliklerini çok güzel özetleyen şu hâdiseye dikkatlerinizi çekmek isterim:

Hazinenin gelirleri arttıkça, Hazret-i Ömer, bazı sahâbîlere ve bilhassa Peygamber Efendimizin ehl-i beytine zarûrî ihtiyaçlarını karşılamaları için yıllık tahsisat bağlatmıştı. Zeyneb Bintü Cahş Annemize de ilk tahsisâtını gönderdi. Zeyneb Annemiz, bu kadar çok parayı bir arada görünce şaşırdı ve:

“–Allah, Ömer’i affetsin. Diğer kardeşlerimin hisseleri de bunun içinde mi?” diye sordu.

Parayı getirenler:

“–Hayır. Bunların hepsi sizindir!..” dediler. Bunun üzerine o:

“–Sübhânallâh!..” diyerek bir örtü ile bu paranın üstünü kapadı ve hizmetçisine:

“–Elini sok, o paradan bir avuç al, falan oğullarına götür. Bir avuç al, filana ver.” diyerek akrabasına ve kimsesizlere dağıttı. Örtünün altında avuçlayacak bir şey kalmadı. Hizmetçisi:

“–Ey mü’minlerin annesi!.. Allah sizi affetsin. Bunda bizim de payımız var.” dedi. Bu söz üzerine Zeyneb Vâlidemiz:

“–Örtünün altında kalanlar da senin olsun.” dedi. Böylece gelen paranın hepsini dağıttı. Hizmetçisi, örtüyü kaldırıp saydığında, sadece seksen beş dirhem kalmıştı, onu da kendisi aldı. Zeyneb Vâlidemize bu paradan hiçbir şey kalmamıştı.

İslâm âleminin ikinci halifesi olan Hazret-i Ömer bu durumu öğrenince onun kapısı önünde durmuş, içeriye selâm göndererek:

“–Daha önce gönderdiğim dirhemleri dağıttığını duydum. Bin dirhem daha gönderiyorum ki, onu elinde tutasın.” demişti.

Hazret-i Ömer, bin dirhem daha gönderdi. Fakat o, eskiden beri yaptığını aynen tekrar etmiş ve elindekinin hepsini dağıtmıştı.

Zeyneb Vâlidemizin bu duâsı kabul olunmuş ve O, Hazret-i Ömer’in bir sonraki yıl “mü’minlerin annelerine” gönderdiği tahsîsâtı alamadan vefât etmişti.[2]

* * *

Âyet-i kerimede mü’min hanımlara evlerinde vakarla oturmaları tavsiye edilmiştir. Ahzab sûresinin 33. âyetinde şöyle buyrulur:

(Ey Peygamber hanımları!) Evlerinizde oturun, eski câhiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”

Bu âyette ve bundan bir önceki (el-Ahzâb, 32) âyette hitap, öncelikle Peygamberimizin hanımlarınadır. Onların Peygamberimize yakınlıkları ve özel durumları bu ifadelerle vurgulanmışsa da hüküm, umûmîdir. Yani bütün mü’min kadınları içine alır. Âyet-i kerimede dikkat çekilen husus, evde oturmanın ve vakarı muhafaza etmenin, Allah tarafından daha temiz kabul edildiğidir.

Buna rağmen ihtiyâca binâen yukarıda anlattığımız gibi hem Peygamber Efendimiz’in hanımlarının, hem de hanım sahabîlerin çok farklı iş kollarında çalıştığına dair rivâyetler vardır. Savaşlarda hemşirelik yapan, savaş meydanlarında yaralı gâziler arasında sakalık (su dağıtıcılığı) yapan, hattâ savaşta düşmanla harb edip kılıç kullanan, süt annelik ve çocuk bakıcılığı yapan, hurma tarlalarında eşi ve âilesiyle beraber çalışan, tebliğ ve irşad faaliyetlerinde bulunan, mescidin temizlik işlerini üstlenen, zanaatkârlık yapan, kadınlara âit rahatsızlıklara bakan, bir nevî doktorluk yapan; hattâ Hazret-i Ömer döneminde çarşı-pazarı denetleyen hanım sahabîler vardır.[3] Bu da İslâm’ın kadına ne gibi sahalarda ihtiyaç duyduğunu ve onu nasıl istihdam ettiğini gösteren canlı örneklerdir.

 

[1] Bkz: Rıza Savaş, Hz. Muhammed (sav) Devrinde Kadın, Ravza Yayınları, 1991, sh: 223.

[2] Kaynaklar için bkz: Halime Demireşik, Mü’minlerin Anneleri, Erkam Yayınları, sh: 195-196

[3] Bkz: Rıza Savaş, a.g.e., sh: 223-260.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle