Bugün pek çok eğitim fakültesinde, bu işin uzmanları tarafından yıllarca denenmiş bilgilerin derlendiği kitaplar okutuluyor. Bunları da yine, sahasında uzman, eğitimin içinden gelmiş, kürsü sahibi hocalar okutuyor. Ama bu modern eğitim sisteminin yetiştirdiği öğrenciler, bilgi olarak kısmen donanımlı oldukları hâlde, güzel ahlâk ve üstün şahsiyet modellerini okullarında öğrenemiyorlar. Çünkü bütün dünyada uygulanan bu eğitim sistemi, insanın, kalbini, kafası kadar doyurmuyor. Dış görünüşünü süslediği kadar, iç âlemini güzelleştirmeye emek sarfetmiyor. Sonuçta insanlık değerleri gerektiği gibi gelişmemiş, “bilgi küpü” ya da “bilgi hamalı” insanlar çıkıyor.
İşte Peygamber Efendimizin eğitiminin en can alıcı noktası, insanı bir bütün olarak ele alması… Onu bedeni ve ruhuyla, maddesi ve mânâsıyla, dünyası ve âhireti ile kuşatması… O öğrencilerinin kafasının içini işlemeye verdiği emek kadar, belki ondan da fazla ruhlarını ve ahlâklarını mükemmelliğe ulaştırmak için veriyor.
İşte bu nebevî eğitimin, bizim görebildiğimiz kadarıyla, belli başlı ana esasları:
1-Yaşayarak Öğretmek
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizin birinci derecede dikkat ettiği esas, öğrettiği hususları öncelikle kendisinin hayatına tatbik etmesiydi. O, bir şeyi emrettiğinde bunu evvelâ kendisi uygular, ardından insanlar bunu örnek alır ve O’ndan gördükleri gibi yaparlardı.
Hiç şüphe yok ki, bizzat yaparak ve tatbik ederek öğretmek, söylemeye ve anlatmaya göre daha çok tesir eder. Bu usûl, mevzûnun anlaşılıp öğrenilmesinde daha tesirlidir. Örnek almayı daha çabuk sağlar. Ayrıca fiilî ve tatbîkî bir şekilde öğretmek, tabiî ve fıtrî öğretme usûlüdür. Bu sebeple Allah Teâlâ, vahyini öğretmek ve uygulatmak üzere, insanların içinden onların cinsinden Peygamberler göndermiştir.
Allâh Rasûlü’nün en mühim ve en büyük tâlim metodu da bu idi. Bu husûsiyet O’nun, getirdiği dinde doğru olduğunun en büyük delilidir. Çünkü bir emir getirmiş, bunu evvelâ kendisi tutmuş; bir şeyden nehyetmiş, bundan evvelâ kendisi uzaklaşmış; nasihatta bulunmuş, kendisi de hissedâr olmuş; korkutmuş, kendisi ilk korkan olmuş; ümidlendirmiş, ümid edenlerin önderi olmuş…
Mâlik bin Huveyris -radıyallâhu anh- şöyle anlatıyor:
Yaşca akran beş on kişiyle Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına gelip yirmi gün kaldık. Peygamber Efendimiz, pek merhametli ve şefkatli idi. Âilemizi özlediğimizi anlayınca geride kimleri bıraktığımızı sordu. Biz de söyledik. Bunun üzerine buyurdu ki:
“−Ehlinizin yanına dönünüz ve aralarında bulununuz. Onlara gerekli bilgileri öğretiniz, söylenecek şeyleri söyleyiniz.”
Daha birçok şeyler buyurdu ki şimdi bunların bir kısmını hâlâ hatırlıyorum, bir kısmını ise hatırlayamıyorum. Sonra şöyle devâm etti:
“−Benden gördüğünüz gibi namaz kılınız. Namaz vakti geldiğinde içinizden biri ezan okusun, en yaşlınız da imam olsun.” (Buhârî, Ezân, 18)
Görüldüğü gibi Peygamber Efendimiz evvelâ bu sahâbîlerine fiilî bir kıstas olmuş, dînin nasıl yaşanacağını öğretmiş, sonra da kavimlerine dönerek onların içinde söz ve davranış cihetiyle numûne-i imtisâl bir hayat sürmelerini emretmiştir.
Rasûlullah -aleyhissalâtu vesselâm-’a bir bedevî geldi ve O’na abdestin nasıl alınacağını sordu. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- abdestin alınışını, uzuvlarını üçer defâ yıkayarak gösterdi, sonra da şöyle buyurdu:
“–Abdest işte böyledir. Kim buna ziyâdede bulunursa kötü bir iş yapmış, haddi aşmış ve de zulmetmiş olur.” (Nesâî, Tahâret, 105)
Peygamberimiz, çeşitli vesilelerle namazın kendisi nasıl kılıyorsa öyle kılınmasını; hac ve umreyi de kendisinin yaptığı şekilde yapılmasını emretmiştir. Böylece verdiği emirlerin, ilk uygulayıcısı da kendisi olmuştur.
2-Tedrîcîlik
İkinci önemli husus, “Tedrîcilik” esasıdır. Çünkü Allah Teâlâ’nın tanzim ettiği bu âlemde hiçbir şey birden bire ortaya çıkmaz. İlk “Kün: Ol!” emrinden sonra, hayat derece derece kemâle erecek şekilde, sebep sonuçlar zincirine bağlı olarak düzenlenmiştir. Âdeta insanların iliklerine kadar işlesin diye, bütün ilâhî kitaplar, insanlığın tekâmülüne uygun şekilde emir ve yasaklar getirmiştir. Son ve en mükemmel ilâhî kitap olan Kur’ân-ı Kerim de ayrı bir tedrîcilik usûlü ile, bir defada değil, 23 senede parça parça indirilmiştir.
Allah Rasûlü’nün risâlet vazifesi, 23 sene sürmüş; inen ilâhî ahkâmı, önce şahsında uygulayarak Kur’ân-ı Kerim’in nasıl hayata geçirileceğine canlı bir örnek olmuştur.
Kur’ân-ı Kerim’in indirilişi esnasında gözetilen tedrîcilik de ayrıca değinilmesi gereken bir husustur. Önce Allâh’ın varlığı ve birliği, kıyâmet ve âhiret gününü anlatan, insanların imanını takviye eden âyet ve sûreler inmiş; yaklaşık 13 yıl boyunca kalplere îman iyice yerleştikten sonra ahkâm, muâmelât ve ibâdete dair esaslar tafsilatlı olarak indirilmiştir. Bu da insanların, muhataplarına hangi metotlarla yaklaşacağını gösteren en bâriz usuldür.
İnsan, hayatını nasıl “bebeklik, çocukluk, gençlik ve olgunluk” gibi devreler hâlinde yaşıyor ve her dönemin kendi ihtiyaç ve istekleri varsa, insanlardan beklenilen şeyler de buna paralel gelişmelidir.
* * *
Ebû Abdurrahman es-Sülemî şöyle anlatıyor: Allah Rasûlu -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ashabından bizlere Kur’ân-ı Kerîm tâlim eden biri vardı. Bize şu haberi verdi:
“Biz, Peygamber Efendimiz’den on âyet alır, bunlardaki bilgileri ve amelleri öğrenmeden diğer on âyete geçmezdik. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bize hem ilim, hem de ameli (birlikte) öğretirdi.” (Ahmed, V, 410; Heysemi, I, 165)
* * *
Peygamber Efendimiz, husûsî bir şekilde yetiştirmiş olduğu Muaz bin Cebel’i Yemen’e vali olarak gönderirken şu tavsiyelerde bulundu:
“Doğrusu sen ehl-i kitap olan bir topluma gidiyorsun. Onları, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve benim Allâh’ın Râsûlü olduğuma şahâdet etmeye dâvet et. Şayet buna itaat ederlerse, Allâh’ın kendilerine bir gündüz ve gecede beş vakit namazı farz kıldığını bildir. Bunu kabul edip itaat ederlerse, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilmek üzere kendilerine zekâtın farz kılındığını haber ver. Buna da itaat ettikleri takdirde, mallarının en kıymetlilerini almaktan sakın! Mazlumun bedduâsını almaktan çekin, çünkü onun bedduâsı ile Allah arasında perde yoktur.” (Buhari, Zekât, 41, 63; Müslim, Îman, 29-31)
3-Yanlışı Kaldırmak ve Tâvizsizlik
Allah Teâlâ, insanlardan İslâm’a girmeleri için “Kelime-i Şehâdet” getirmelerini ve bu esasa göre hayatlarını tanzim etmelerini istemektedir. Kelime-i Şehâdet ise, öncelikle “Bütün tanrıların/ilâhların bir hiç olduğunu ifade eder. Âdeta insanın zihninde, gönlünde yer eden bütün yanlış, bâtıl düşünce ve inançlar yerle bir edilir, sonra onların yerine “tek bir Allah inancı” yerleştirilir.
Peygamber Efendimiz, Kureyşlilere İslâm’ı anlatırken onlara hep rıfk ve mülâyemetle davranmış, onların düşüncelerini iknaya ve gönlünü İslâm’a ısındırmaya çalışmıştı. Fakat bu en çetin dönemde bile kendisinden “iman esasları” ile ilgili taviz isteyenlere açık, kesin ve net bir şekilde “Hayır!” demişti.
Daha sonraki yıllarda, Tâiflilerin Müslüman olmasını çok istediği hâlde, onların putlara da ibadet etmeye devam etme ve “namazı kılıp zekât vermeme” gibi taleplerini topyekün reddetmiştir.
O’nun bu husustaki metodu, insanı günaha sokmayacak her türlü meselede, kolaylığı tercih etmesi; fakat îman, ibâdet gibi sınırları net olarak belli olan hususlarda da kesin tavrını koyması şeklinde özetlenebilir. O, böylece Hakk’ın hatırını dâimî bir sûrette âlî tutmuş, halkın gönlünü kazanmak için Hakk’ın sınırlarını çiğnememiştir.
4-Alternatif Sunarak Kaldırmak
İslâm’ın helâl dâiresi, insanların tabiî-fıtrî bütün ihtiyaçlarını içine alacak kadar geniştir. Bu sebeple İslâm, bir hususu haram kılarken veya yasaklarken, muhakkak onun alternatifini de sunmuş; insanlığı ihtiyaçları karşısında çaresiz bırakmamıştır. Meselâ gayr-ı meşrû birliktelik olan zinayı yasaklarken, ona bir alternatif sunmuş ve nikâhı serbest bırakmış, hatta teşvik etmiştir. İnsanı sarhoş yapan içecekleri yasaklarken yine insanın bedenine ve sağlığına zarar vermeyen bütün meşrubatı helâl kılmıştır. Ekonomik ve içtimâî hayatın kanseri durumunda olan faizi yasaklerken, ticâret ve karz-ı haseni (güzel bir şekilde borç alıp vermeyi) serbest bırakmıştır. Medine’deki Câhiliye bayramlarını kaldırırken yerlerine “Ramazan” ve “Kurban” bayramlarını ikame etmiştir.
Bu usul, bilhassa çocuk terbiyesinde büyük bir ehemmiyet arz eder. Onlar merak, heyecan ve çocukluğun taşan enerjisi saikıyla, sadece; “Yapma!” şeklindeki telkinlere itaatte zorluk çekerler. Onlara; “Şöyle yap!” tarzında bir alternatifle hitap etmek daha etkili olmaktadır. Umûmî olarak insanların aynı manaya da gelse menfi değil, müsbet telkinleri daha rahat benimsedikleri, psikoloji ilmi tarafından tespit edilmiştir.
Üsve-i hasene olan Efendimiz’in hayatında bunun da misalleri vardır:
Rafi bin Amr -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:
Ben çocukken ensarın hurma ağaçlarını taşlardım. Bu sebeple beni tutup Peygamber Efendimiz’e götürdüler.
Allah Rasulu (s.a.v) bana;
“–Yavrucuğum! Hurma ağaçlarını niçin taşlıyorsun?” diye sordu. Ben;
“–Ya Rasulallah! (Açtım) yemek için taşladım.” dedim.
Fahr-i Kainat (s.a.v.);
“–Bir daha taşlama! Altlarına düşenlerden al, ye!” buyurdu ve başımı sıvazladı. Daha sonra da;
“Allâh’ım! Onun karnını doyur!” diye bana duâ etti. (Ebû Davud, Cihad, 85/2622; İbn-i Mâce, Ticarat, 67)
5-Aklî ve Mantıkî İzahlar
Kur’ân-ı Kerim, insanı, bütün komutları sorgulamaksızın yerine getiren bir robot hâlinde görmemiştir. Onun “neden” ve “nasıl” gibi sorularına cevap vermiş, iman esaslarını onun idrâkine indirmiş; helâl ve haramların hikmetlerini belirtmiştir. Onu, kendi varlığı, kâinât ve bu kâinâtın sahibi hakkında tefekküre sevketmiştir. Böylece onun aklına, duygularına, bütün benliğine hitap ederek onu “akıl, mantık, irade sahibi” şerefli bir varlık olarak görmüştür.
Kur’ân-ı Kerim’in bu üslubu, aynısıyla Peygamber Efendimiz tarafından da tatbik edilmiştir. O, ashâbını bir şeye teşvik ederken de, onları bir şeyden vazgeçirmeye çalışırken de onların akıllarına, bilgi ve tecrübelerine, düşünce ve duygularına hitap etmiş; onları öncelikle içten fetheden iknâ yollarını kullanmıştır.
Ebu Rezin el-Ukaylî -radıyallâhu anh- anlatıyor: Bir gün:
“−Ey Allâh’ın Rasûlu! Allah, mahlûkatı yeniden nasıl diriltir? Bunun dünyadaki misali nedir?” diye sordum.
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“−Sen, hiç kavminin yaşadığı vâdiden kurak mevsimde geçmedin mi? Sonra bir kere de her tarafın yemyeşil olduğu bahar mevsiminde oraya uğramadın mı?” buyurdu. Ben;
“−Elbette!” deyince, Allah Rasûlü:
“−İşte bu, Allâh’ın yeniden yaratmasına delildir. Allah, ölüleri de böyle diriltecektir!” buyurdular. (Ahmed bin Hanbel, IV, 11)
6-Husûsî İlgi
Peygamber Efendimiz, ashâbın her birini, âdeta avcundaki tesbih taneleri kadar iyi tanıyor; kabiliyet, merak, bilgi, zekâ ve anlayış seviyelerini çok iyi tesbit ediyordu. Yetiştirdiği ashâbını, muallim, komutan, vâli, hâkim vb. gibi çeşitli vazifelerle görevlendirmiş ve her biri, vazifelerini hakkıyla yerine getirmiştir.
Onların yetişmeleri, yeni emir ve yasakları iyice öğrenmeleri için birebir eğitime önem vermiş, bazen birisine başını nasıl örteceğini, diğerine gözlerini haramdan nasıl koruyacağını bizzat göstermiştir. Onların ihtiyaçlarına ve kabiliyetlerine göre, sordukları sorulara çeşitli şekillerde cevap vermiştir. Meselâ:
“-Amellerin en fazîletlisi hangisidir?” sorusuna, muhâtaba, zamana ve mekâna göre:
“-Allâh’a îmân, Allâh yolunda cihâd ve hacc-ı mebrûr!” (Buhârî, Hacc, 4)
“-Zikrullâh!” (Muvatta, Kur’ân, 24)
“-Allâh için sevmek!” (Ebû Dâvûd, Sünnet, 2)
“-Namaz!” (İbn-i Mâce, Tahâret, 4)
“-Anne ve babaya hizmet!” (İbn-i Esîr, Üsüdü’l-gâbe, IV, 330)
“-Hicret!” (Nesâî, Bey’at, 14) şeklinde farklı cevaplar vererek her birine, kendisi için en münâsip olan ameli tavsiye etmiştir.
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ashâbının her biri ile ayrı ayrı bir bağ tesis etmiş, onları bazen teşvik ve takdir etmiş, bazen cesaretlendirmiş, bazen ürkütmüş ve netice itibariyle her birinin gönlüne ulaşacak bir yol bulmuştur.
Peygamberimiz, ashâbından çeşitli ilimlere istidadı olanları, kendi sahası üzerinde uzmanlaşmaya teşvik etmiştir. Kimini tefsir ve Kur’ân-ı Kerim ilminde, kimini hadislerin yazılması ve ezberlenmesi, kimini fıkıh ilminin derinliklerine inmesinde, kimisini yabancı dilleri öğrenmekte, kimini de dil ve edebiyat sahalarında… Böylece İslâm toplumu, her çeşit ilimle meşgul olan insanlarla renklenmiş, zenginleşmiş ve kendi ayakları üzerinde duran nevi şahsına münhasır (orijinal) bir yapıya kavuşmuştur.
7-Bıktırmamak (İtidal)
Peygamber Efendimiz’in en çok ehemmiyet verdiği hususlardan birisi de insanların itidal üzere dini yaşamalarıdır. O:
“Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız! Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz!..” (Buhari, İlim, 11) buyurarak eğitimcilerin hangi üslup içinde muhataplarına davranacağına işaret etmiştir.
İslâm, kolaylık dinidir. İnsanı, onun gücünü aşacak hususlara zorlamaz. İbadetlerde de az da olsa devamlı olması esası getirilmiştir. Peygamber Efendimiz, bu prensibe uymayan ashabını da ikaz etmiştir. Bir adam, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek:
“–Filanca bize namaz kıldırırken o kadar uzatıyor ki, bu yüzden bazen sabah namazına gelemiyorum.” demişti. Bunun üzerine ashâbını toplayan Peygamber Efendimiz, büyük bir celâdetle şöyle buyurdu:
“–İnsanlar! İçinizde nefret ettiren kimseler var! Kim imamlık yaparsa, namazı kısa kıldırsın; zira arkasındaki cemaatin içinde yaşlısı var, çocuğu var, iş-güç sahibi olanı var.” (Buhari, İlim, 28, Ezan 61-63, Edeb 75, Ahkâm 13)
Peygamber Efendimiz, ashâbı arasından çok miktarda Kur’ân okumak, oruç tutmak ve namaz kılmak isteyenlere müsaade etmemiş ve bu noktada kendi sünnetine ittiba etmelerini emretmiştir.
8-Değişik Metotlarla Öğrenmeyi Câzip Hâle Getirmek
Allah Rasûlü, bazen bir şey anlatacağı zaman önce ashabına sorular sormuş ve onların meraklarını arttırmıştır. Sonra da o meraklarını tatmin edecek cevaplar vererek öğrettiği hususların kalıcı olmasını temin etmiştir. Bazen de kendisine sorulan sorulara, soru ile karşılık vererek cevabı muhatabına buldurmaya çalışmıştır.
Bazen de vermek istediği mesajları, latife ve espriler yoluyla vermiştir. Her bir latifesi, başlı başına doğru ve gerçeğe uygun olan Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, gerektiğinde bu vasıtayı da kullanarak ashâbının değişik mizaçlarına uygun eğitim-öğretimini renklendirmiştir. Hoş latifeler insanı rahatlatarak, yoğunluğun verdiği ağırlıktan uzaklaştırır. Ayrıca insan, güler yüzlü ve mütebessim olduğu zamanlarda asık suratlı olduğu zamanlardakinden daha çok ve kolay öğrenir. Sürekli ciddi durmak zihni yorar, fikri durgunlaştırır. Zaman zaman yapılan hoş ve faydalı mizah, insanı tazeler ve dikkatin teksif edilmesini sağlar.
Çeşitli konuları, izah ederken tekrar metodundan da faydalanmıştır. Böylece ilk duyduğu zaman anlama veya ezberleme imkânı bulamayanlar, meseleyi, ikinci-üçüncü duyuşlarında çok rahat kavramışlardır. Kur’ân-ı Kerim’de birçok hususu tekrar tekrar vurgulamıştır. Burada dikkat edilecek husus, tekrarın muhatabı sıkmayacak şekilde farklı şekil ve muhtevalarla işlenmesidir.
Aynı şekilde bazen meseleleri, maddeler hâlinde veya sıralayarak sayması da öğrettiği esasların akılda kalmasını kolaylaştırmıştır. Mesela Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir kişiye öğüt verirken ona şöyle buyurdular:
“Beş şey gelmeden evvel beş şeyi ganimet bil! İhtiyarlığından evvel gençliğin; hastalığından evvel sıhhatin; fakirliğinden evvel zenginliğin; meşguliyetlerinden evvel boş vakitlerin ve vefâtından evvel hayatın.” (Hakim, IV, 341/7846)
Meselelerin, şekil, âlet ve çeşitli hâdiselerle misallendirilerek anlatılması da eğitim ve öğretimin kalıcılığını sağlamaktadır. Peygamberimiz, bazen yere şekiller çizmiş, bazen ashâbının dikkatini çeken yaşadıkları hayattan örnekler vermiştir. Abdullah bin Mes’ud -radıyallâhu anh- şöyle haber vermektedir:
Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yere bir dörtgen çizdi. Dörtgenin ortasına, onu bir kenarından keserek dışarı çıkan bir çizgi çekti. Ortadaki bu çizginin iki yanından ona doğru birtakım küçük çizgiler daha çizdi. Sonra çizgileri göstererek şöyle buyurdu:
“Şu insan, şu da onu kuşatmış olan ecelidir. Dörtgeni keserek dışarı çıkan, insanın arzularıdır. Ortadaki çizgiye yönelik küçük çizgiler, dert ve ıstıraplardır. İnsan bu dertlerin birinden kurtulsa, öteki gelip çarpar. Şundan kurtulsa, beriki gelip yakalar.” (Buhari, Rikak, 4)
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Mekke devrinin çileli günlerinde insanları İslâm’a dâvet ederken Kur’ân-ı Kerim okur ve geçmiş ümmetlerin hâllerinden onlara misaller verirdi (İbn Hişam, Siretu’n-Nebî, I, 381) Konuları kıssa ve hadiselerle misallendirmek, anlatımı kolaylaştırdığı gibi anlamayı da hızlandırır. Çünkü bu misaller konuyu açar, canlandırır ve insanların zihnine ve kalbine iyice yerleştirir. Diğer taraftan, kıssa ve haberlerde, dinleyenlere yönelik bir emir veya yasaklama olmadığından, bu usûl kalplere ve kulaklara daha hoş gelir, insanları gayret ve iştiyaka getirir.
9-Ufuk Vermek
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- her vesile ile ashâbına ufuk vermeye çalışmıştır. Onları, dünyada iken cennetle müjdelemiş, Allâh’ın rızâsını kazanmak için idealler peşinde koşmayı öğretmiştir. En sıkıntılı dönemlerde, ileride kendilerini bekleyen güzel günlerin vaadini vermiş, onların sabır ve metanet duygularını destekleyerek ümitlerini canlı tutmuştur. Bunlar, kuru vaadler, içi boş balonlar değildir. Gerçekten her biri, vakti gelince tahakkuk etmiş ve ashâb-ı kiramın hepsi bunların canlı şâhidi olmuştur.
10-Sistemli ve Tavizsiz Eğitim
Eğitimin muvaffakiyeti için; belli bir disiplin ve planlama içerisinde yapılması gereklidir. Sistemli ve disiplinli bir şekilde yaklaşmak, konuya verilen önemi de gösterir. Peygamberimiz, gerek Mekke döneminde Erkam’ın evinde, gerekse Medine’de mescide bitişik odacıklarda insan yetiştirmeye ayrı bir önem vermiştir. Buralarda hem tâlim-terbiyeye ehemmiyet vermiş, hem de ibâdetlerin cemaat hâlinde kılınması temin edilmiştir.
Allah Rasûlü, cemaatle kılınan namazlarda, basit gibi görünen safların düzenine bile önem vermiş ve âdeta her namazda bunu sıkı sıkı tembihlemiştir. Çünkü başıbozuk, düzensiz bir eğitim, neticeye de yansır. Mü’minler, her işlerinde ecmel, ahsen ve ekmel ölçüsü ile hareket etmelidir.
Eğitimde sistemliliğin bir şartı da, eğitim faaliyetlerinin, neticesini takip etmeye itina göstermektir. Öğrenciye tesir edilebiliyor mu? Öğrencinin kalbine hitap edilebiliyor mu? Evlâdımız namaz alışkanlığı kazandı mı? Tek başına iken de kılıyor mu?
Peygamber Efendimiz, ehl-i beytine ibâdeti öğretmekle kalmamış, onları gece ibâdetine varıncaya kadar teşvik ve hatta kontrol altında tutmuştur.
11-Yazma ve Ezberlemeyi Teşvik Etmek
Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-, okuma ve yazmanın yaygın olmadığı bir cemiyet içinde zuhûr etmiş ümmî bir peygamberdi. Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle daha önce ne bir kitap okumuş ne de herhangi bir yazı yazmıştı. (el-Ankebût 29/48) Fakat nübüvvet vazifesi başlayıp “Rabbinin adıyla oku!” (el-Alak 96/1), “O (Allah) kalemle öğretendir.” (el-Alak 96/4), “Nûn; kalem ve onunla yazılanlara andolsun.” (el-Kalem, 68/1) âyetleriyle ilmin önemi ve yazı ile kaydedilmesine dikkat çekildikten sonra İslâm ümmeti içinde son derece hızlı bir okuma yazma seferberliği başlamıştır.
Seyyidü’l-Mürselîn Efendimiz, ilk olarak, inen Kur’ân-ı Kerim vahiylerini yazdırmıştır. Peygamberimiz için yazı, başka hiçbir hizmet görmese bile, sırf Kur’ân-ı Kerim’in hıfzı ve yayılması için zarurî derecede lüzumlu idi. Bu sebeple Allah Rasûlü, yazının ümmet çapında yayılması için zaman kaybetmeden gerekli bütün tedbirleri almıştı. Nitekim vahiy kâtibi olarak vazife yapan ve isimleri bilinen zevâtın sayısı kırkı aşmaktadır.
Fahr-i Kâinât Efendimiz, tâlim, terbiye ve tezkiye faaliyetlerinde de yazıdan istifade etmiştir. Kur’ân’la karışma tehlikesi olduğu ve bu sebeple yasaklandığı ilk dönemi istisnâ edersek, hadislerin yazılması da Allâh Rasûlü tarafından teşvik edilmiştir. Abdullah bin Amr bin el-As -radıyallâhu anhumâ- anlatıyor:
Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’den duyduğum her şeyi ezberlemek için yazıyordum. Kureyş, beni bundan men etti ve:
“−Allah Rasûlü hem kızgınlık hem de sukûnet hallerinde konuşurken sen ondan işittiğin her şeyi yazıyor musun?” dediler.
Bunun üzerine yazmayı bıraktım. Bilâhare durumu Peygamberimize arz ettiğimde, eliyle mübârek ağızlarını işaret ederek şöyle buyurdu:
“−Yaz, nefsim kudret elinde bulunan Allah’a yemin olsun ki buradan haktan başka bir şey çıkmaz.” (Ebû Dâvûd, İlim, 3)
Ensar’dan bir adam, Rasûlullah Efendimiz’in yanına oturup kendisinden hadis dinliyor, bundan hoşlanıyor, fakat bir türlü ezberleyemiyordu. Bu durumu Peygamberimize şikâyet etti. Efendimiz de eliyle yazıya işaret ederek:
“−Sağ elinden yardım iste!” buyurdu. (Tirmizi, İlim, 12)
YORUMLAR