İslâm fıtratı üzere doğan çocukların bu sâfiyetini koruma vazifesi, anne ve babaya tevdî edilmiştir. Ailenin neşesi, toplumun bekâsı, yarınların ümidi olan çocukların terbiyesi, hususî bir ihtimâmı gerektirmektedir. “Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden mesulsünüz” (Buhârî, Vesâyâ, 9) hadîs-i şerîfiyle bu gerçeği ifâde eden Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-, çocuklarına karşı sevgi ve şefkatle davranmak sûretiyle onlara düşkün olan hanımları da methetmiştir. (Buhârî, Nikâh, 12)
İslâm’ın çocuğa yaklaşımı, sevgi, şefkat ve hoşgörü anlayışına dayanır. Çünkü çocuk dünyaya tertemiz bir yaratılışla ve günahsız olarak gelir. Büluğ çağına kadar da yaptığı davranışlardan dînî bakımdan sorumlu sayılmaz. Dünyaya yeni gelen bebek, her yönüyle büyüklerin yardımına muhtaç olup belli bir yaşa kadar ana-babaya bağımlıdır. Dolayısıyla çocuk, kendisine gerekli olan ilginin gösterildiği ölçüde sağlam bir kişilik geliştirebilir. Bu açıdan bakıldığında Hazret-i Peygamber’in çocuklara yaklaşımı ve onların yetiştirilmesine yönelik tavsiyeleri son derece dikkat çekicidir.
Nebiyy-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem- hayatın her safhasında çocuklara derin bir sevgi ve şefkat beslemiş, onları ciddiye alıp seviyelerine inmiş ve problemlerini çözerek doğruya yönlendirmiştir. Hâdis-i şerîflerinde:
“Kimin bir çocuğu varsa onunla çocuklaşsın” (Deylemî, III, 513) buyurmuştur.
* * *
Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-, oğlu Hazret-i İbrahim doğduğunda çok sevinmiş, onu kucağına alıp Hazret-i Âişe’ye götürerek:
“-Şuna bir bak! Nasıl, bana benziyor mu?” diye sevincini ortaya koymuştur. İbrahim’in doğum haberini getiren Ebû Râfi’e de bir köle bağışlamıştır. Doğumunun yedinci gününde akîka kurbanı olarak bir koç kesmiş, başını tıraş ettirip saçının ağırlığınca gümüşü yoksullara dağıtmıştır.
* * *
Enes bin Malik der ki:
“Ben ev halkına Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’den daha şefkatli olan bir kimse görmedim. İbrahim, Medine’nin köylerinden birinde, sütannesinin yanında bulunuyordu. Fahr-i Kâinât Efendimiz çocuğunu görmeye giderken, biz de yanında giderdik. Allah Resûlü içeri girer, oğlunu alır, öper, sonra dönerdi.” (Müslim, Fedâil, 63)
* * *
Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in torunlarına da aynı şekilde muhabbet duyduğunu görmekteyiz. Şüphesiz Efendimiz bu davranışlarıyla, çocuk sevmeyi zül kabul eden bir cemiyete esaslı mesajlar sunmaktadır. Havle bint-i Hakîm -radıyallahu anhâ- anlatıyor:
Birgün, Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- kızı Fâtıma -radıyallahu anhâ-’nın iki oğlundan birini kucaklamış olduğu hâlde evden çıktı. O sırada şöyle diyordu:
“-Siz var ya siz! Sizin yüzünüzden (ebeveyniniz) cimriliğe, korkaklığa ve cehâlete düşüyorlar. Ve siz Allah’ın reyhânlarındansınız.” (Tirmizî, Birr, 11; İbn-i Mâce, Edeb, 3)
Berâ -radıyallahu anh- diyor ki:
Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’i gördüm. Hazret-i Hasan’ı omuzunda taşıyor ve:
“-Allahım, ben bunu seviyorum, onu Sen de sev!” buyuruyordu. (Buhârî, Fedâilu’l-Ashab, 22; Müslim, Fedâilu’s-Sahabe, 58, 59)
İbn-i Abbas -radıyallahu anh- şu muhabbet dolu hâdiseyi nakleder:
Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Hüseyin’i omzuna almış taşıyordu.
Bir adam:
-Ne güzel bir bineğe binmişsin ey yavrucuğum! dedi.
Nebî -sallallâhu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurdu:
“-O da ne güzel bir süvâridir!” (Tirmizî, Menâkıb, 30)
* * *
Fahr-i Kâinât Efendimiz’in evlâtlarına olan sevgi ve şefkâti bütün ümmetine örnek teşkil edecek müstesnâ bir seviyededir. Onları bazen sırtına, bazen karnının üzerine alıp eğlendirirdi. (Heysemî, IX, 181) Bazen câmide namaz kıldırırken bile omzuna veya sırtına binerler, ses çıkarmazdı. Ebû Hureyre hazretleri şöyle anlatır:
Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile birlikte yatsı namazı kılıyorduk. Efendimiz secdeye varınca Hasan ile Hüseyin sıçrayıp sırtına bindiler. Başını kaldırdığında onları arkasından incitmeden aldı ve yere koydu. Secdeye vardığında tekrar bindiler. Namaz bitinceye kadar böyle devam etti. Namazdan sonra onları dizine oturttu. Yanına vardım ve:
-Yâ Resûlallah! İstersen onları evlerine götüreyim, dedim.
O arada (mûcizevî olarak) bir ışık parladı. Efendimiz onlara:
“-Haydi annenize gidin!” dedi. Çocuklar eve girinceye kadar ışık yanmaya devam etti. (İbn-i Hanbel, II, 513)
* * *
Allah Resûlü’nün bu muhabbeti, en ciddî işlerin yapıldığı esnâda dahî müşâhade edilmektedir. Meselâ o, bir keresinde hutbe okurken tökezleyerek mescide giren torununu kaldırmak üzere konuşmasını kesmiş, aşağıya inip torununu kucaklayarak minberin üzerine oturtmuş, hutbesine devam etmiştir. (Tirmizî, Menâkıb, 30)
Aynı şekilde Mekke’nin fethi gibi büyük bir olay esnasında bile, Hazret-i Zeynep’ten olan torunu Ali’yi terkisine almış, şehre onunla birlikte girmiştir. (İbn-i Esîr, Üsdü’l-ğâbe, IV, 126)
* * *
Anne ve babanın sorumluluğu altında bulunan çocuğa dinini, ilmihâlini öğrettikten sonra, hayatta lâzım olacak bilgi ve meslekleri de öğretmek lâzımdır. Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in âzadlısı Râfi şöyle der:
Peygamber Efendimiz’e:
“-Ey Allah’ın Resûlü! Bizim çocukların üzerinde hakkımız olduğu gibi onların da bizim üzerimizde hakları var mıdır?” diye sordum.
Şöyle buyurdu:
“-Çocuğun baba üzerindeki hakkı; ona yazı yazmayı, yüzmeyi, atıcılığı öğretmesi ve kendisine helâlden başka rızık yedirmemesidir.” (Beyhakî, Şuabu’l-îman, VI, 401; Ali el-Müttakî, XVI, 443)
* * *
Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in hayatın her safhasında torunlarının eğitimiyle yakînen meşgul olduğunu görmekteyiz. Bilindiği gibi Resûl-i Ekrem Efendimiz ve âilesine zekât malı yemek haramdı. Bu konuda torunu Hasan’la aralarında geçen bir konuşma şöyledir:
Peygamber -aleyhisselâm-, birgün Hazret-i Hasan’ın Beytülmâl’e âit zekât hurmasından bir tane ağzına aldığını gördü. Hemen onu ağzından çıkarttırdı ve:
“-Muhammed âilesinin zekat yemediğini bilmiyor musun?” buyurdu. (Bûhârî, Zekât, 57)
Resûlullah Efendimiz’in sevgili torununa “Yeme onu!” demekle kalmayarak hurmayı eliyle alıp atması ve ardından sebebini îzâh etmesi, terbiyenin bir başka önemli yönüdür. Zira çocuk bir şeyin kendisine neden yasaklandığını merak eder. Yasağın sebebi kendisine anlatılınca tatmin olur. Bu tür hususlarda çocuğa büyük muâmelesi yapmak gerekir. Böyle yapıldığında şahsiyet gelişimi daha sağlıklı olur.
Diğer bir önemli nokta da, “Canım, bu daha çocuktur, büyüyünce öğrenir.” gibi bir tavır içinde olmamaktır. Hatanın görüldüğü yerde, uygun bir şekilde hemen düzeltilmesi gerekir. Meselâ Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-, maiyetinde yetişen üvey oğlu Ömer bin Ebî Seleme’nin, yemek yerken elini tabağın her tarafına götürdüğünü gördüğünde, tatlı bir dille:
“Yavrum, besmele çek, sağ elinle ve hep önünden ye!” diye îkâz etmiştir. (Buhârî, Et’ime, 2)
* * *
Ebedî hayatın en mühim sermâyelerinden biri olan teheccüd namazı için Peygamber Efendimiz bazı geceler Hazret-i Ali ile Fâtıma’nın kapısını çalıp:
“-Namaz kılmayacak mısınız?” buyururdu. (Buhârî, Teheccüd, 5)
* * *
Enes -radıyallâhu anh- diyor ki:
Nebî -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in hizmetinde bulunan yahudi bir çocuk vardı. Birgün hastalandı. Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- onu ziyarete gitti, başucuna oturdu ve ona:
“-Müslüman ol!” buyurdu.
Çocuk, düşüncesini öğrenmek için, yanında bulunan babasının yüzüne baktı.
Babası:
-Ebü’l-Kâsım’ın çağrısına uy, dedi. Çocuk da müslüman oldu.
Bunun üzerine Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“-Şu yavrucağı cehennemden kurtaran Allah’a hamdolsun” diyerek dışarı çıktı. (Buhârî, Cenâiz 80)
* * *
Enes -radıyallâhu anh- diyor ki:
Birgün, Efendimiz’in hizmetini gördükten sonra, Peygamberimiz kaylûle uykusundadır, diyerek çocukların yanına gittim. Ben onların oyununa bakarken Resûlullah geldi. Oyun oynayan çocuklara selâm verdi. Ardından beni çağırdı ve bir yere gönderdi. Ben de gittim. Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- ben dönünceye kadar bir gölgede oturdu. Annemin yanına dönmekte gecikmiştim. Yanına vardığımda annem:
“-Niye geciktin?” diye sordu.
Ben:
-Hazret-i Peygamber beni bir iş için göndermişti, dedim.
Annem:
-O iş neydi, diye sordu.
Bunun üzerine ben:
-Resûlullah’ın sırrıdır, dedim.
Annem:
-Öyleyse Resûlullah’ın sırrını muhafaza et, dedi.
Bu hadisi rivayet eden Sabit der ki:
-Enes bana “Eğer onu birisine söyleyecek olsaydım sana söylerdim ey Sabit!” dedi. (İbn Hanbel, III, 195)
* * *
Bir keresinde de Efendimiz toprakla oynayan çocuklara rastlamış, sahâbeden biri onlara bunu yasaklamak isteyince Hazret-i Peygamber:
“-Bırak onları! Toprak çocukların ilkbaharıdır” buyurmuştur. (Heysemî, VIII, 159)
Bunun yanında Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in torunları Hasan ve Hüseyin ile oynadığı, onları sırtına alarak gezdirdiği, ayrıca amcası Abbâs’ın çocukları arasında koşu yarışı düzenlediği olmuştur.
Abdullah bin Hâris -radıyallâhu anh- diyor ki:
Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Abbas’ın çocukları Abdullah, Ubeydullah ve Kesîr’i yanyana getirir ve şöyle derdi:
“– Kim önce koşup bana gelirse ona şu kadar ödül var!” Çocuklar da koşarak gelirler, kimi Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in sırtına, kimi göğsüne çıkmaya çalışırdı. O da onları öper ve kucaklardı. (İbn-i Hanbel, I, 214)
* * *
Peygamberimiz büyüklere, yapamayacakları şeyleri çocuklarına vaad etmemelerini tenbih etmiş, böylece ahde vefa husûsunda örnek olmaları gerektiğine dikkat çekmiştir.
Abdullah bin Âmir anlatıyor:
Birgün Resûlullah bizim evimizdeyken annem beni çağırarak:
-Gel sana bir şey vereceğim, dedi.
Resûlullah anneme:
“-Ona ne vermek istemiştin?” dedi.
Annem:
-Bir hurma vermek istemiştim, deyince Peygamberimiz şöyle buyurdu:
“-Haberin olsun, eğer ona bir şey vermeyecek olsaydın, sana bir yalan (günahı) yazılırdı.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 80; İbn-i Hanbel, III, 447)
Ebû Hureyre’den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem şöyle buyurmaktadır:
“Kim bir çocuğa, «buraya gel sana bir şey vereceğim» der de sonra vermezse onun için bir yalan günahı yazılır.” (İbn-i Hanbel, II, 452)
* * *
Resûl-i Ekrem, anne-babanın çocukları arasında adâletle muâmele etmelerini emir ve tavsiye etmiştir. Bu konuda çocukların kız-erkek, büyük-küçük, öz veya üvey olması arasında fark yoktur. Dolayısıyla ebeveyn, hediye ve miras gibi maddî konularda nasıl adaletli olmak zorunda ise sevgi, ilgi ve şefkat gibi mânevî husûslarda da bütün çocuklarına karşı âdil olmalıdır.
Nu’mân bin Beşîr -radıyallahu anhümâ-’nın anlattığına göre, babası onu Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e götürdü ve:
-Ben, sahip olduğum bir köleyi bu oğluma verdim, dedi.
Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“-Buna verdiğini diğer çocuklarına da verdin mi?” diye sordu.
Babam Beşir:
-Hayır, vermedim, dedi.
Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“-O halde hibenden dön” buyurdu.
Müslim’in bir rivayetine göre, Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“-Bu hibeyi çocuklarının hepsine yaptın mı?” buyurdu.
Beşir:
-Hayır, yapmadım, dedi.
Bunun üzerine Peygamberimiz:
“-Allah’tan korkunuz; çocuklarınız arasında adâletli davranınız” buyurdu.
Neticede babam da hibesinden döndü ve derhal o bağışını geri aldı. (Müslim, Hibât 13)
* * *
Enes -radıyallahu anh- anlatıyor:
Adamın biri Peygamber Efendimiz’in yanında iken oğlu geldi. Adam oğlunu öptü, kucağına oturttu. Derken biraz sonra adamın kızı geldi. Adam kızını (öpmeden) önüne oturttu. Bunun üzerine âlemlere rahmet Efendimiz:
“-İkisine eşit davransaydın ya!” buyurdu. (Heysemî, VIII, 156)
* * *
Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem- kadınlara yaptığı bir va’z u nasihatte:
“-Sizden (henüz ergenlik çağına gelmemiş) üç çocuğunu âhirete gönderen her kadın için bu çocuklar cehenneme karşı mutlaka siper olur” buyurmuştu.
İçlerinden bir kadın:
-Bu durum iki çocuk gönderenler için de geçerli midir, dedi.
Bunun üzerine Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“-Evet, iki çocuk gönderen için de durum aynıdır” cevabını verdi. (Buhârî, İlim, 36; Müslim, Birr, 152)
Konuyla ilgili dikkat çekici bir başka hadîs-i şerif ise şöyledir:
“Bir kulun çocuğu öldüğü zaman Allah Teâlâ meleklerine hitaben:
-Kulumun çocuğunun ruhunu mu aldınız! buyurur.
Melekler:
-Evet Yâ Rabbî! derler.
Allah Teâla:
-Onun gönül meyvesini mi kopardınız? buyurur.
Melekler:
-Evet Yâ Rabbî, derler.
Hak Teâlâ hazretleri:
-Peki kulum ne dedi? buyurur.
Melekler derler ki:
-O Sana hamdetti ve biz Allah için varız, O’na döneceğiz, diyerek yalnız Sana iltica etti.
Bunun üzerine Allah Teâlâ şöyle buyurur:
-Kulum için cennette bir ev inşa edin ve adını da Beytü’l-Hamd (Hamd evi) koyun.” (Tirmizî, Cenâiz, 36)
* * *
Allâh Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-; “Öyle bir devir gelecek ki, insanoğlu aldığı şeyin helâlden mi harâmdan mı olduğuna hiç aldırmayacak.” (Buhârî, Büyû, 7, 23) ifadesiyle mü’minleri ikaz etmiştir. Müslüman çocukların harâm ve helâl konularında hassas yetişmeleri için, küçük yaşlardaki terbiyelerine önem vermiş ve onları kötü hasletlere yönlendirecek uygulamalardan sakındırmıştır. Nitekim bir hadîs-i şerîfte şöyle buyurmuştur:
“Çocukları para kazanmaya mecbur etmeyin. Siz onları buna mecbur ettiğinizde, hırsızlık yapabilirler. San’at sâhibi olmayan câriyeleri de bu husûsta zorlamayın. Zîrâ, siz onları zorladığınız takdirde, iffetlerini zedeleyerek kazanmaya başlarlar. Onların getireceği paraya tamah etmeyin ki Allâh da sizi ona muhtaç kılmasın. Size temiz olan yiyecekler yaraşır.” (Muvatta, İsti’zân, 42)
* * *
Çocuklarımızın yetişmesi hususunda gösterilecek ilgi ne kadar ehemmiyetli ise haklarında yapılacak hayırlı duâlar da o derece önem arz etmektedir. Onların yaramazlıkları karşısında öfkemize hâkim olarak haklarında kötü söz söylemek veya bedduâ etmekten kaçınmalıyız. Nitekim Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in uygulamalarında ve tavsiyelerinde bu durumu hep müşâhade etmekteyiz. Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Kendinize bedduâ etmeyiniz, çocuklarınıza bedduâ etmeyiniz, mallarınıza da bedduâ etmeyiniz. (Zira bu durum) dileklerin kabul edildiği zamana denk gelir de Allah bedduânızı kabul ediverir.” (Müslim, Zühd, 74)
YORUMLAR