İnsanoğlu, et ve kemik yapısına ilâveten, ruh ve gönülle tamamlanmış karmaşık bir varlıktır. Diğer canlılardan ayrıldığı irâde vasfı ise, ona “halîfelik” vazifesi yüklemesi yanında, gönül dünyasını şekillendirmesini de sağlamaktadır.
Yaratmış olduğu canlıları çok seven, onlar tarafından da çok sevilen “el-Vedûd” olan Rabbimiz; kullarının da aynı ölçüde sevmesini, sevginin tezâhürü olan merhametle yaşamasını istemiş, bu sebeple onlara kendi rûhundan üflemiştir. Bu vesîle ile bütün insanlık, hep birlikte dayanışma ve sevgi ile yaşamaya muhtaçtır.
Hayatta her şey sevgiyle doğar, sevgiyle yaşar ve sevgiyle kavuşur Mahbûbuna… Dünyaya sevgi basamağıyla adım atan her canlı için, yaşarken en büyük gıda sevgidir. Sevgi bedene kan, rûha enerji, hayata heyecandır. Bütün canlılar âleminde görülen bu sevgi tezâhürünün en bâriz misâlini, iki ayrı cins, iki ayrı fıtrat ve iki ayrı kültürden gelen eşler arasındaki sevgide görürüz. Sonra anne ve çocuk sevgisinde… Birbirlerini Allah için seven İslam kardeşliği sevgisine ise, tarifler kifâyetsiz kalır.
Yeryüzündeki bütün canlılar da sevgiyle yaratılmışlar ve sevgiyle hayatlarını devam ettirmektedirler. Yüksek dağlarda keskin kayalarda açan rengârenk çiçekler, hep sevgiliye olan muhabbetlerinden açarlar, yaz-kış demeden… Issız denizlerde gelip giden dalgalar, her seferinde aşkla vururlar başlarını kıyıya gece ve gündüz… İpek böceğinin sevgisi ise dillere destandır. Bütün bir ömrünü adamıştır kozasına sevgiyle…
Sevmek ve sevgiyle yaşayabilmek, insanın sahip olduğu en büyük zenginliktir. Sevgi, sevene hayat kaynağı, sevilene dinamizmdir.
Sevgi, yolları aydınlatan bir ışık, toplumu yıkayıp arındıran bir rahmet, besleyip büyüten bir gıdadır.
Sevgi gibi bol kazançlı bir ticaret ve zengin eden bir sermaye yoktur. Sevgi, ilâhî bir tılsımdır; girdiği her yere inanmayı, güvenmeyi ve hoşgörüyü getirir.
Sevgi, bütün güzelliklerin tohumudur. Yüreklere bir atan, bin bulur. Sevgiyle yola çıkan her yolcu engelleri aşar, menzillere ulaşır.
Sevmek, her kişinin değil; er kişinin hakkıdır. Sevmeyenler, gerçek mânâda yaşamayanlardır. Onlar ölü ruhlardır. Hayatı mânâsız ve tatsız duygularla âdeta bitkisel hayatta geçirirler. Gönüllerinde sevginin yerini süflî duygular kapladığı için kendileriyle dahî çatışma içindedirler. Çevrelerine asabî ve agresif bakarlar. Güzellikler yerine hep olumsuzluklar takılır objektiflerine... Yürekleri sevgiden fakir kaldığı için çoraktır; ümitler yeşermez. Âmâdır onlar, nîmet ve hayırları görmez; kendilerinden de insanlar hayır ve güzellik görmez. Kısır dünyaları daima güdük kalır.
Sevgiyle yaşayarak çevresine sevgiyle bakabilmek, günümüz insanlarının en fazla özlediği şeydir. Vaktinde yetişemeyen yığınla dünyevî işlerimiz, bizleri bir tebessümün dilencileri kılarken selâma ve hasbihale de hasret bırakmıştır. Sabahleyin aceleyle evden çıkarken “Hayırlı sabahlar!”ı, akşam eve dönerken “Hayırlı akşamlar!”ı hep unutmuşuzdur; esirgemişizdir etrafımızdan... Yoğun gündem programları, âile efrâdını aynı sofra etrafında toplamaya izin vermez birçok akşamlar… Kapitalist sistemin yorgunlukları ise, kaldırmıştır artık komşu gezmelerini, arkadaş sohbetlerini ve akraba ziyaretlerini… Saraycıkları andıran evlerimiz misafir kabulüne bir türlü müsait olamaz… İşçi ve memurlar işyerlerinde sevgisiz, stresle çalışırken, çocuklar okulda şiddete meyyâl, evde hanımlar, sokakta yetişkinler agresif kişilik yapısı sergilemektedirler. İşgaller, toplu ölümler, ağlayan mazlumlar ise cabası…
* * *
Âciz, küçük, zayıf, câhil, unutkan, zâlim, nahif olan insanoğlunun dünyada her şeye yetişmesi ve her şeyin en iyisini elde etmesi mümkün değildir. Ama insan, bu zayıflığına rağmen birçok zaman unutur bu özelliklerini… Hep “daha fazlası”, “daha iyisi” diye koştururken ayağına takılan hayırları göremez. Bu arada eşini, evlâdını, komşusunu, sevgisini ihmal ediverir, farkında olmadan... Bunlara vereceği selâm ve muhabbetten mahrumiyet ise en fazla insanın kendisini yaralar, kurutur tâbiri câizse. Nitekim insan fiziğinden daha evvel metafiziğiyle, yani rûhu ve gönlü ile insandır. İnsanı yeşertip besleyen; kabuğu, kürkü değil; özü, içidir. Bu vesîle ile Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; “Canım kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, sizler îman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de îman etmiş olmazsınız…” buyurmaktadır. (Müslim, Îman, 93-94; Tirmizî, Et’ime, 45)
Dünya ve dünyalık fitnelerle imtihan edilen günümüz insanı, bütün müslümanları ivazsız ve garazsız sevip kucaklayacak bir îman tazelemesi yapmak durumundadır. Madem ki aynı Rabbe iman edip aynı Peygambere ittiba edilmekte; gayrısı düşünülmeden yürekler açılabilmelidir. Nitekim herkes zaten kendi hesabını kendisi verecektir. Her sabah şairin dediği gibi söyleyerek yola revân olunmalıdır:
İkilik kinini içimden atıp
Özde ben bir insan olmaya geldim
Taht kuralı âriflerin gönlüne
Sözde ben bir insan olmaya geldim
Serimi meydana koymaya geldim
Meğerse aşk imiş canın mayası
Ona mihrab olmuş kaşın arası
Hakk’ın işlediği kudret boyası
Yüzde ben bir insan olmaya geldim
Serimi meydana koymaya geldim
Âşık Nimri Dede
YORUMLAR