Öyle Bir Yemek Yap ki

Her genç kız, birer hanım adayıdır. Bazıları zaten birer minik hanım olarak yetişirler. Ellerinden her bir iş gelir. Mutfağın hâkimidirler, temizlikte bir numara… Dikiş-nakış bilir kimisi, kimisi de çeyizini, bizzat kendisi yapar.

Bazıları ise, benim gibi mutfağın yolunu pek bilmeyerek büyür, akranları hanım olma yolunda ilerlerken onlar dışarıda top koştururlar meselâ. Ya da kendini o kadar kaptırmıştır ki, dünyayı kurtarma adına yeni projeler peşindedirler. Kurulu toplamıştır, yemeğe bile girmez içeri.

Fıtrattan mıdır; yoksa kadına biçilen rolden midir bilmem, er ya da geç kendinizi mutfakta bulursunuz. En azından evlenince... Mutfağa ilk girişim, öğrencilik yıllarımda yurttan ayrılıp eve çıktığımda olmuştu. Ve ilk defa arkadaşlarımın üzerinde denedim yemekleri… Merak etmeyin hepsi sağlıklı. Çok da kötü değilmişim hani.

Sonra evlendim. Nöbet de yok. Her gün, her gün siz yapmak durumundasınız. Ve mutfak mâceralarım sonucunda yemeğin bir rûhu olduğunu fark ettim. Çünkü malzemelerin alımından tutun da yapılış esnasına ve yeme aşamasına kadar her şey, ama her şey insan ruhuna tesir ediyor. Biz, genelde maddede kalmış varlıklar olarak sadece bedenimizi düşünüyor, ruhumuzu önemsemiyoruz. Hattâ rûhun varlığı bile genellikle aklımıza gelmiyor. Sağlıklı beslenmeye çalışıyoruz, vücudumuzun sağlıklı olabilmesi için; fakat gönlümüzün, rûhumuzun sağlığına dikkat etmiyoruz.

Şimdi gelelim, bir yemeğin bize nasıl tesir edebileceğine…

Öncelikle mutfağa malzeme gelmesi için para olması lâzım. Ve gelen bu paranın helâl olması, ilk ve en önemli unsur... Ki bu devirde pek önemli değil paranın nasıl kazanıldığı... Hatta yaptığının haram olduğunun bile farkında değil çoğu kimse... O kadar normalleşmiş ki...

“-Ben insanları kandırarak para kazanmak istemiyorum.” diyen birine:

“-Sen de yalan söyleme, blöf yap!..” denilebiliyor meselâ.

Sonra yalanların rengi de var; Beyaz veya pembe olunca mesele kalmıyor. Tabiî bu renkler, yalanları söyleyenlerin gözünden; bir de karşı taraf açısından ne renk gözüküyor, ona da bakmak lâzım. Hâsılı kelam, ticarette dürüstünü bulmak bu devirde zor. Üstelik yaptıklarını normal bulurlarken…

Helâl gıda, ruha huzur verir. Haram gıdalar ise, gaflet ve kasvet sebebidir. Psikologların ve psikiyatristlerin iyi para kazanmaya başlamasının bir sebebi de bu mudur diye düşünmeden edemiyor insan...

Abdülkadir Geylânî Hazretleri şöyle diyor, haram yeme konusunda:

“-Haram yemek, kalbi öldürür. Lokma vardır kalbini nurlandırır; lokma vardır onu karanlığa boğar. Yine lokma vardır, seni dünya ile meşgul eder; lokma vardır ukba ile meşgul eder.”

Yine büyüklerden İbrahim Düssûkî -kuddîse sirruh- diyor ki:

“-Ey kardeşlerim! Haram yediğiniz sürece, hikmet ve mârifet hakkında bir şey elde edeceğinizi zannetmeyin.”

Bunları çoğaltmak mümkün; ama aklı olana bu kadarı yeter. Zaten akılsızlara ne desen boş…

Sonra sâlih insanların gıdalar hususundaki hassasiyetleri, onları çarşı-pazardan aldıkları gıda maddelerini, evlerine kapalı bir sûrette taşımaya sevk etmiştir. Zira alınan hiçbir gıda üzerinde “takılı gözler” kalmamalı ve gıdalardan umulan enerji ve kuvvet, ihtiyaç sahiplerinin iç çekişlerinin, gariplerin ve mahrumların mahzun nazarlarının menfii tesirleri bulunmamalıdır.

Bu da aldıklarımızın mümkün olduğunca saklı tutulmasını gerekli kılıyor. Gerçi alışverişlerimizin büyük çoğunluğunu ya da bir kısmını muhakkak süpermarketlerden yaptığımız için, “Bu ne kadar mümkün olabilir?” Bu konuda da bir fikrim yok, ama denemeye değer.

 Bu aşamalardan sonra sıra gelir, yemeğin hazırlanışına... “Bu akşam ne pişirsem?” sorusu kadar gıcık bir soru yoktur, meselâ. Bu konudaki tavsiyem ise, aklınıza gelen yemeğe göre malzeme arayacağınıza, evdeki malzemeye göre yemek bulmak!.. Gerekirse uydurmak daha mantıklı gibi… Hem bütçeniz titremez (sarsılma durumu olmayanlar için), hem de siz.

Ve malzemeleri soyarken, doğrarken, yıkarken her neyse israftan kaçınılmalı ki, evin bereketi gitmesin. Hatta atılacak sandığınız çoğu şey, başka yerlerde kullanım için işinize yarayabilir. Neyse, biz gelelim rûhumuza.

Yemeğin başlangıcından yapılışına kadar hangi hâlet-i rûhiye içinde olduğunuz çok önemli… Zira Hızır -aleyhisselâm- ile Abdülhalık Gücdevani -kuddîse sirruh- arasında geçen kıssayı hepimiz duymuşuzdur. Hızır -aleyhisselâm-, bu Hak dostunun ikram ettiği yiyeceklerden yemez. Gücdevânî Hazretleri:

“-Bunlar helâl lokmadır, neden yemiyorsunuz?” diye sorduğunda ise Hızır -aleyhisselâm-:

“-Evet, helâl lokmadır. Ama pişiren, öfke ve gafletle pişirmiştir.” cevabını verir.

Gerçi günümüzde çoğu insan, “fast food” ile beslendiği için, gittiğiniz yerde:

“-Abicim, bu döneri veya hamburgeri (ne yeniyorsa!) hazırlarken gaflet içinde miydin, kibir mi doluydun? vs. Nasıl bir rûh haliyle hazırladın?” diyemeyiz belki… Ya da gittiğiniz bir misafirlikte bunu soramazsınız. Ama birlikte olduğunuz insanları seçerek, yani sâdıklarla beraber olarak ve annenizin sevgiyle hazırladığı yemeklerden yiyerek buna mümkün mertebe dikkat edebilirsiniz.

Ben bunu çok sevdim meselâ. Yemek yaparken “Allâh’ı zikredin!” ne olur... Hem ev halkı istifade etsin bu durumdan, hem siz… O kadar sulara okuyup üfleyip içiyoruz. (O da çok ayrı bir durum. Suyun molekülleri, ona göre şekil alıyormuş.) Bir de yemekleri değerlendirelim. Hatta eşinizle aranız mı bozuldu. “Yâ Vedûd” deyin. Düzelsin her şey, Allâh’ın izniyle… O izin vermezse, elden bir şey gelmez tabiî. “Lâilâhe illâllah” deyin, çocuklarınızın bedenini beslediğiniz gibi rûhuna da şifâ olsun inşaallâh…

Eveeet. Yemekler hazır. Şimdi sofraya oturma vakti. Burada da âile fertlerinin mümkün olduğunca aynı sofrada yemesi önemli… Bu, âile arasındaki muhabbeti arttırır. Hem bir arada bulunmak açısından, hem de insan enerjisinin aynı tabaktan yenilen şeylerde alışveriş yapması açısından önemlidir.

Sonra yemeğe başlarken “Bismillah”; bitirdikten sonra “Elhamdülillah” demek, diyebilmek sofranıza bereket getirir. Şeytanı uzaklaştırır. Ayrıca yemeğe Besmele ile başlayıp, sonunda Elhamdülillah diyenin, daha sofra kalkmadan günahları af olur. (Taberânî)

Kısaca insan, sadece maddeden ibaret değildir. Şeytan da insanın sırf maddesini görmüş ve kibre kapılmıştır. İçindeki o sonsuz cevheri fark edememiştir. Hadi, şeytan fark edemedi de, bizi sonsuzluğa götürecek o cevheri taşıyanlar da aynı hataya düşmesinler bari…

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle