Osmanlı Hanımefendisi

Merhum Mûsa Topbaş Efendi, kendi çocukluğunun geçtiği dönemleri anlattığı “Cemiyet Hayatımızda 60 Yıllık Edeb Farkı” başlıklı yazısına şu cümlelerle başlar:

“Fakir, ben yedi-sekiz yaşlarında idim. Çocukluğumun Erenköy’ünde geçmesi bakımından o zamanın, bilhassa Erenköy’ündeki halkın birbirlerine karşı, samimiyet, muhabbet ve nezâketlerini düşündüğümde, günümüzle mukayese eder de çok üzülür ve müteessir olurum.”

Bu satırların devamında ise Osmanlı kültürü almış bir İstanbul Hanımefendisi’ni ve Osmanlı âilesini şöyle resmeder:

“O devri İstanbul’da geçiren meşhur Fransız edîbi Pierre Loti; dini, kültürü, ırkı başka olduğu hâlde İstanbul’da yaşayan Türkler’in, İslâmî, nezih ahlâk ve âdâplarının hayranı olmuş, daima yazılarında bu duyguları tasvir etmiştir. Der ki:

«Müslüman Türklerin o hayatları, kelimenin tam mânâsıyla başka bir dünyadır. Dünyanın başka hiçbir evinde, bir erkek hanımına bu derecede saygılı ve hayran olamaz. Bu gerçeğin sırrı, Türk evinin kadını tarafından hazırlanışındadır. İddia ederek söylüyorum; bir Müslüman Türk evinde odalar bile, özel ve maksatlı bir renk âhengi ve döşeme üslûbu ile hazırlanmıştır.

Evin sâhibesi olan kadının giyinişi, başındaki örtüden ayaklarında bulunan nefis işlemeli kumaşlı terliklere kadar âhenk içindedir. Kadın evine o kadar düşkün, temizliğine o kadar meraklı, kocasının ev hasretini giderecek öylesine bir zekâ ve eğitime sahiptir ki, evin erkeği akşam üzeri, büyük bir hasretle kapıdan girer. Kadının temizliği maddî plânda bir çiçek kadar saftır. Bu madde temizliği, kadının ruh temizliğinden gelir. O kadın içki, kumar ve dış dünyayı bilmez.»

Bu yazıdan şu hususlar anlaşılmaktadır:

1-O zamanın kadınlarının modayı tâkip etmekten ziyâde, zevk-i selîm sahibidirler. Cenâb-ı Hak, her kulunu ayrı şekilde yaratmış, kimi kısa, kimi uzun, kimi şişman, kimi zayıf, kimi esmer, kimi kumral, kimi sarı… Birine yakışan diğerine yakışmaz, zevkler sonsuzdur. Bu zevkler deryasını bırakıp da moda diye acayip kıyafetlere girmek ne kadar gülünçtür. Bilgisizliktir, anlayışsızlıktır.

2-Hakikî temizlik, ruhtan akıp gelen sâf temizliktir. Bu rûhî temizlik olmadan maddî temizlik bir şey ifade etmez. Ruh temizliği ile maddî temizliği beraber yürütmelidir.

3-Dış dünyayı bilmeyen bir kadın, tecessüs illetinden de kurtulmuş olur. Evinde mesut bir hayat yaşar. Gönlünü Cenâb-ı Hakk’a, sâniyen (ikinci olarak) de kocasına, çocuklarına bağlar. Zihnini fuzûlî şeylerden koruduğu için rahattır, kaygısızdır, huzurludur. Dolayısıyla ahlâklıdır. Böyle olunca yuvasının hürmete şâyân, şerefli bir onuru olur.”

* * *

“Evin hanımı da kocasına karşı çok itaatli idi. Olur olmaz şeylere itiraz etmez, her hususta kocasına yardımcı olurdu. Kocasının alamayacağı şeyler için ısrar etmezdi. Bu sebeple bütçelerinde açık olmaz, mâlî sıkıntıya düşmeden mesut ve bahtiyar bir şekilde ömürlerini idâme ettirirlerdi. Giyim ve ev eşyaları îtina ile kullanılırdı, eskidi diye hemen atılmaz, değiştirme sevdasına düşülmezdi. “Evini cennet yapan, dişi kuştur.” tâbiri dâimî kullanılırdı.

PAYLAŞ:                

Zahide Topcu

Zahide Topcu

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle