Bir yanda açlıktan, diğer yanda tokluktan ölenlerin bulunduğu, obezitenin salgın hastalık gibi kasıp kavurduğu asrımızda; sıhhatin birinci şartı, İslâm’ın beş temel prensibinden bir tanesi olan orucu; öğrenmenin, anlamanın ve yaşamanın hayâtî önemi vardır. Zamanın ihtiyarlamasıyla gençleşen Kur’ân-ı Azîmüşşân, bilim adamlarına her alanda ilham kaynağı olup onları araştırmalara sevk etmektedir. Bugün dünyanın dört bir yanında, güzel dinimizin oruç emriyle ilgili incelemeler yapılmakta ve heyecan verici sonuçlar elde edilmektedir.
Fas’ın Kazablanka şehrinde, “Sağlık ve Ramazan” konulu, müslüman-gayr-i müslim, dünyanın her tarafından gelen araştırmacıların takdim ettiği 50 kadar araştırmada; orucun, herhangi bir hastayı ya da tıbbî durumu daha kötü yaptığına dâir bir bilgiye rastlanmadığı ifâde edilmiştir. Yine orucun kan biyokimyasına tesirleri ile alâkalı olarak Prof. Dr. Münip Yeğin ve arkadaşlarının yaptığı araştırmaların sonuçlarına göre; oruç tutanların kan şekerlerindeki düşme normal seviyelerde kalmış, vücut için zararlı kimyasallarda artış olmamış, yağ asitlerinin seviyesi ise düşmüştür. Yani orucun, kan kimyasına da olumsuz bir etkisi yoktur.
Bilindiği gibi oruca sahur yemeği ve niyetle başlanmakta, tüm vücut sistemi bu niyete göre tanzim edilmektedir. Oruç tutan ve tutmayan aktif ülserli hastalar üzerinde yapılan bir çalışmada, oruç tutanların mide asit salgı seviyelerinin sabah saatlerinden itibaren düşük seyrettiği, öğleden sonra ise hayret verici bir şekilde seviyenin giderek daha da düştüğü gözlenmiştir. Bunun sebebi; oruca niyet ve şartlanmanın, mide asit salgısını kontrol eden en önemli fazda blokaj yapmasıdır. Uzun yaz günlerinde tutulan oruçlarda dahî, mide asit salgısı yükselmemektedir. Yine başka bir deneyde; oruç tutmayıp mide ilacı verilen ülserli hastalar ile oruç tutup ilaç verilen ülserli hastalar takibe alındığında, oruç tutanlardaki şifâ oranı daha yüksek bulunmuştur.
İnsanın yemeye karşı olan zaafı, onu açlık hissetmese de atıştırmaya yöneltmekte, bu da sindirim sisteminin devamlı meşgul etmektedir. Sürekli hazım ve depolama ile uğraşan sistem; istirahate, toksik maddeleri uzaklaştırmaya, revizyona zaman bulamamaktadır. Ramazan ayı ile hiç olmazsa senede bir ay, karaciğer, mide, bağırsaklar, salgı sistemleri dinlenerek, kendilerini yenilemektedirler. Hücre içindeki atık maddeler uzaklaştırılmakta, oniki parmak bağırsağındaki savunma merkezleri revize olmakta, mide şartlı reflekse geçerek asit salgısını durdurmakta ve tüm iç kaslarını dinlendirmekte; karaciğer, depolama vazifesine ara vererek savunma sistemi için protein üretmektedir. Metabolik faaliyetler en aza düşünce, sinir sistemi de bu dinlenmeden payını almakta, her zaman sindirime harcanan enerji, sinir sisteminin emrinde olduğu için oruçlu kişinin zihni açık olmaktadır. İbadet hazzı, tüm sıkıntı ve endişeleri yok edip üzüntüleri azaltmaktadır. Oruç mevsimini bir içe bakış zamanı olarak değerlendirme fırsatını kaçırmamalı, her zaman yaptığımız günlük işlerimizi bırakıp yapamadıklarımıza yönelmeliyiz. Kur’ân-ı Kerim okuyup üzerinde tefekkür etmek, negatif düşüncelerden, kavgalardan uzak durmak, dostlarla beraber iftar edip terâvîh kılmak, mukâbelelere katılmak, ferdî (kişisel) ve sosyal gelişimi sağlamaktadır. Mide dışındaki âzâlara da tutturulan oruç, psikoterapi yaparak, rûhî gelişim ve davranış kontrol eğitimi vermekte ve kişilik bozukluklarını tedavi etmektedir. Ramazan ayında intihar ve benzeri davranışların azaldığı, sara hastalarının oruç tuttuklarında nöbetlerinde seyrelme olduğu görülmüştür. Bu ay, sabır ve disipline girme ayı olduğundan, kötü alışkanlıkları olanların bile, oruç tutarak bu zararlı tiryakiliklerini daha sonra büyük oranda terk ettikleri tespit edilmiştir.
Florida’da, Amerika İslâmî İlaç Araştırma Enstitüsü’nün kanser hastaları üzerinde yapılan oruç deneylerinde; düzenli oruç tutan hastalarda, kötü huylu tümörlerin yayılmasının yavaşladığı, hatta durduğu, iyi huylu tümörlerin de ortadan kalktığı görülmüştür. Yani orucun antikanserojen tesiri bulunmaktadır. Yemeyi bıraktığımız zaman, vücuttan toksinleri uzaklaştırma fırsatı doğmaktadır. Hayatı boyunca oruçtan ve az yemekten kaçanlar, kendi kendilerini tüketmekte olduklarını bilmelidirler!..
Hücre içinden oruçla atılan toksinlerin; karaciğere, böbreğe, deriye, akciğerlere yönlendirilip vücuttan atılmaları neticesinde kokan bir nefes, ter, dışkı ve koyu renkli idrar meydana gelmektedir. Bu toksinlerin atılmasına bağlı olarak insanda hâlsizlik, isteksizlik, yorgunluk, baş ve vücut ağrıları görülebilir. Bu şikâyetler, Ramazan Ayı’nın ilk günlerinde artış göstermekte, vücudun oruca adaptasyonundan sonra, -kişiden kişiye değişmekle birlikte-, 5 ilâ 7 günde kısmen veya tamamen geçmektedir. Ramazan ayının, nâfile oruç tutmanın pek fazîletli olduğu Receb ve Şaban Ayları’ndan sonra gelmesi mânidardır. “Üsve-i Hasene” olan Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i örnek alarak yıl içinde çeşitli vesîlelerle oruç tutmayı âdet edinenler, diğer insanlara göre daha aktif ve sağlıklı olmakta, Ramazan Ayı’na hazırlıklı giriş yaptıklarından, vücut sistemleri oruca kolayca adapte olmakta ve yukarıda saydığımız belirtiler bu kişilerde görülmemektedir.
İyi yakılamayan gıda artıkları, zamanla birikerek vücudu yıpratan yağlara ve damarları daraltarak damar sertliği hastalığına sebep olmaktadır. Oruçta tüm gıdalar yakılmakta, zararlı kolesterol düşüp, faydalı olan artmaktadır. Oruçlu iken, küçük tansiyon düşmekte, kalp 15.000 defa daha az atarak, muazzam bir şekilde dinlenmektedir. ABD’de, inançları gereği her ayın ilk pazarını oruçlu geçiren Hıristiyan Mormonların üzerinde yapılan bir araştırmaya göre, ayda bir gün oruç tutanların, tutmayanlara göre daha az kalp damar tıkanıklığına yakalandıkları tespit edilmiştir. Bugün orucun, tansiyon ve damar sertliği hastalıklarına karşı ilaçtan daha etkili olup, kalp ağrısı ve kalp krizine karşı koruyucu rol oynadığı anlaşılmıştır. Bu sebeple bu tür hastalara, Ramazan Ayı dışında da oruç tavsiye edilmektedir.
Beyinde insanın vücut kütlesini kontrol eden bir merkez vardır. Bu nokta, kişinin diyet esnasında kaybettiği kiloları normal algılamamakta, diyet biter bitmez verilen kiloları süratle alacak şekilde kendini programlamaktadır. Oruçta kilo kaybı olsa bile, bu merkezde herhangi bir program değişikliği olmamaktadır. Ayrıca diyet uygulayanlar, belirli gıdalar seçip yerken, oruç tutan insan her gıdadan aldığı için vücudun ihtiyacı yerine konmaktadır.
İftar ve sahur yemeklerinde düzensiz ve aşırı yenilmediği takdirde, kalori alımı da dengeli olacaktır. “Gündüz aç kalırım.” korkusuyla sahurda aşırıya kaçmak doğru değildir. Ne kadar çok yerseniz, o kadar çabuk acıkacağınızı unutmayınız. İnsan açlığının çok yiyerek geçeceğini zannettiği için, tüm gün istirahatta olan midesini, iftarda hızlı bir şekilde ve bol miktarda doldurmaya çalışır. Hâlbuki tokluk merkezi, yemek yedikten 15-20 dakika sonra uyarılmaktadır. Yani burada yenilen yemeğin miktarından çok, nasıl yendiği önemlidir. İftarı hafif gıdalarla yavaş bir şekilde açtıktan sonra, (hurma, bir kâse çorba gibi) akşam namazını kılıp yemeye öyle devam ettiğinizde bu arada tokluk merkeziniz uyarıldığından, aşırı yemenin önüne geçmiş olursunuz. Ölçülü yemeye alıştığınız zaman, daha aktif ve sağlıklı hissedecek, uykuya olan ihtiyacınızın azaldığını görecek, böylece Ramazan Ayı’nı verimli bir şekilde değerlendirebileceksiniz.
İftardan sahura kadar olan zamanı, yiyip içerek tüketmek, orucun rûhâniyetine uygun olmadığı gibi, bu şekilde tutulan oruç sağlığınızı da korumayacaktır. Oruç tutmayı da, iftar ve sahur yapmayı da bize 1.400 küsur yıl öncesinden yaşayarak öğreten Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, her konuda en mükemmel örneğimizdir. “Üsve-i Hasene” olan Efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, orucun insan sağlığına olan sayısız faydalarını “Oruç tutunuz, sıhhat bulunuz.” buyurarak ne kadar da güzel özetlemişlerdir.
BAZI ÖZEL HÂLLERDE ORUÇ
Şeker hastaları oruç tutabilir mi?
Şeker hastası olan kişi; hâmile değilse, emzirmiyorsa, kilosu normal olup kan şekerinde ânî iniş-çıkışları yoksa, ağır hipertansiyon gibi ek ağır bir hastalığı yoksa, perhize cevap veriyorsa, ilaçlarını aksatmadan, perhize dikkat ederek orucunu tutar. İnsüline bağımlı şeker hastalarının oruç tutmaları tavsiye edilmez.
Hâmilelik ve emzirme döneminde oruç tutmanın zararı var mı?
Wharton ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmanın sonuçlarına göre; düzenli ve dengeli beslenme prensiplerine uyulduğu takdirde, hâmile ve emziren kadının oruç tutmasının mahzuru olmadığı görülmüştür. Bu araştırmaya göre; hâmile iken ve bebeklerini emzirirken oruç tutan ve tutmayan kadınların kan kimyaları arasında önemli bir fark olmadığı, Ramazan Ayı’nda oruç tutarak bebeklerini emziren annelerin sütü ile aynı annelerin süt terkipleri Ramazan’dan iki hafta sonra alınarak karşılaştırıldığında, arada fark olmadığı tespit edilmiştir. Yine aynı inceleme kapsamında, yeni doğan 13.351 bebeğin doğum ağırlıklarına bakıldığında; annelerinin Ramazan Ayı’nda hâmile iken oruç tutmasının bebeklerinin kilosuna menfî bir tesiri olmadığı görülmüştür.
Hâmilelik dönemi, hassas bir dönem olduğu için, dengeli beslenme prensiplerine dikkat edilmesi gerekmektedir. Günlük alınması gereken enerji, iftar ve sahur arasında bölünmeli, gün içinde hâlsizlik, baş dönmesi şikâyetlerini azaltmak için mutlaka sahura kalkılmalı, gündüz mide bulantısı/ekşimesi olmaması için sahurda yağlı, kızartmalı ağır yemeklerden kaçınılmalıdır. Hafif, ancak tok tutucu, protein, vitamin ve demir bakımından zengin besinler (domates, salatalık, peynir, zeytin, pekmez, yumurta, süt, kepekli ekmek v.s.) tercih edilmelidir. Yeteri kadar sıvı alınmalı, hem kabızlık yapan, hem de sıvı kaybını artıran kafeinli içeceklerden ve çaydan uzak durulmalıdır.
İftar öğünü, 2-3’e bölünmelidir. Hurma ve biraz su ile iftar edip bir kâse çorba, bir-iki dilim kepek ekmeği, birkaç kaşık yoğurt yiyip 1-2 saat ara verildikten sonra sebze yemeği ve etli bir yemek, salata, kepek ekmeği (ekmeğin yerine az yağlı makarna veya pilav da olabilir) yenilebilir. Ağır şerbetli tatlılar yerine, hafif sütlü tatlılar, komposto, kurutulmuş meyveler yenmeli, arada mineral yönüyle zengin ceviz, fındık gibi kuruyemişleri ihmal etmemelidir.
Genel olarak, taze sebze, meyve tüketilmeli, pekliği kaldırmak için lifli yiyeceklerle beslenmeli, bol sıvı almalı, kafeinden, çaydan uzak durulmalı, kepek ekmeği tercih edilmelidir. İftarda tıka basa yemek, şişkinlik, gaz, ekşime, bulantı, hâlsizlik, reflü şikâyetlerini artırmaktan başka bir işe yaramadığı için, Ramazan süresince günlük kalori ihtiyacını, hafif ve prensipli bir şekilde yiyerek almaya, gün içinde istirahata, iftardan sonra hafif egzersiz yapmaya özen göstermelisiniz.
Hâmilelik ya da herhangi bir hastalık sebebiyle oruç tutmamaya kendi başına değil, mutlaka hâzık (uzman ve ehil) bir hekimin muâyenesi ve tavsiyelerinden sonra karar verilmelidir.
YORUMLAR