Ruh ve Bedeni Terbiye Eden Ulvî Açlık:
ORUÇ -2
Orucu farz kılan âyet-i kerîmeyi müteâkip, merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbimiz, kimlerin oruç tutmayabileceğini bildirmekle birlikte, “...(Ancak) oruç tutmanız (ise) -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.” buyuruyor. (Bkz. el-Bakara, 184)
Biz de hekimler olarak çeşitli hastalıkları bulunanlara, “Oruç tutmayınız!” demek yerine, orucun pek çok hastalığı bir hekim gibi, hattâ çok daha ötesinde nasıl tedavi ettiğini, iyi huylu tümörleri iyileştirdiğini, tansiyon, kalp ve damar hastalıklarına, mide yaralarına, şişmanlık ve şeker hastalığına ilh... nasıl iyi geldiğini, ilmî çalışmalar eşliğinde bugün rahatlıkla söyleyebiliyoruz.
Yurt dışında yapılan bu araştırmaların neticesinde, kemoterapi gören kanser hastalarında bile, yıpranmış ve çökmüş bağışıklık sisteminin tamiratı ve desteklenmesi, vücut sisteminin kendini revize etmesi için “oruçtan” istifade edilmeye başlanması, hakikaten heyecan vericidir. Gerek bu çalışmalardan ve gerekse neticelerinden habersiz geçirilmiş öğrencilik yıllarımızın, büyük kayıp olduğunu itiraf etmekte fayda var. Ancak şayet ömrümüz var ise, zamanla bunların nicesine şahit olacağımız için de bahtiyarız.
Hekimlerinden gizli gizli oruç tutmaya çalışanların yerini, uzman tavsiyesi ile ve bizzat onların gözetiminde, üstelik sadece senede bir ay değil, sâir zamanlarda da -haftanın ve ayın belli günlerinde- oruç tutanların alacağını göreceğimiz günler, hiç de uzak olmasa gerek!.. Zira bir süredir yabancı hekimlerin hastalarını oruçla tedavi ettiklerini bilmekteyiz. Yakın zamanda hücre yenilenmesinde oruç benzeri açlığın tesiri ile alâkalı olarak, Nobel ödülü almış olan çalışma da; bu konuda çığır açıcı niteliktedir.[1]
Mağfiret iklimi üç ayların ve Ramazan’ın feyzinden istifade etmek isteyenler, ağır bir hastalığa sahip olsa bile oruç tutmanın yollarını ararken, “farz olan” bu orucu, maalesef basit sebeplerle terk etmek isteyenlerin de olduğunu müşâhede etmekteyiz. Her iki durumun da uygun olmadığını, kişinin rahatsızlığı ile ilgili olarak, alanında mütehassıs bir hekimin görüşüne başvurmak gerektiğini belirtelim. Lâkin kişinin oruç tutup-tutamayacağı konusunda fikir beyan edebilmesi için, hekimin de belli bir dînî hassasiyete sahip olması gerektiğini hatırlatalım.
Daha geçen sene dünya ile birlikte ülkemizi de tesiri altına alan Covid salgını sebebiyle, bir kısım insanların -herhangi bir ilmî zemine dayandırmadan- bu salgın zamanında oruç tutulamayacağını iddia etmelerine karşı, sahasında uzman hekimlerin, immun sistemin direncinde ve enfeksiyon hastalıklarıyla mücadelede, orucun müsbet tesirlerine dair yaptıkları açıklamaları ve yönlendirmelerini zikredersek; mevzuyu daha sarîh olarak ifade etmiş oluruz.
Orucun farziyetini bildiren âyet-i kerîmede, bizden önceki ümmetlere de farz kılındığı, yani bu ibadetin, insanlık tarihi ile birlikte başladığı belirtilmekte ve:
“...Umulur ki, Allâh’a karşı gelmekten sakınır, korunursunuz!” buyrularak, takvâya vurgu yapılmaktadır. (Bkz. el-Bakara, 183)
Belli bir müddet yeme-içmeden uzak kalmanın, kişinin mânevî gelişimi ile nasıl bir ilgisi bulunmaktadır?
Daha önce kaleme aldığımız yazılarda duânın hastalıkları iyileştirmedeki rolünü ve bu konuda yapılmış ilmî araştırmaları incelemiştik. Ve görmüştük ki; insan, her ne kadar maddeden ibaretmiş gibi görünse de, onun en sırlı tarafını “iç âlem”i tabir olunan rûhânî yapısı oluşturmakta; insan, madde ve mânâsı ile bir bütün olup her iki âlem de birbirini tesir altına almaktadır. Dolayısıyla, zâhiren yeme-içme davranışının belli kurallara bağlanması demek olan oruç da, ilk bakışta görüldüğü gibi, sadece insanın maddî yapısına tesir eden bir hâdise değildir.
İmtihan hikmetine binâen dünyaya gönderilen insan, hayra da şerre de meyilli olarak yaratılmıştır. Onun iki dünyasını kâbusa çevirecek olan, günahlara dalarak hayvandan aşağı düşme potansiyeli iç yapısında mevcut olduğu gibi; bunlara karşı durarak meleklerin üstüne çıkabilme kâbiliyeti de kendisine verilmiş, maddî-mânevî teçhizatı buna müsait olarak ikrâm edilmiştir. O; bu hususta yalnız bırakılmayarak peygamberler ve vahiy ile takviye edilmiş, ilâhî emir ve yasaklara riâyet ederek, nasıl kemâle ve huzura ereceğinin yolu da kendisine pratik olarak öğretilmiştir. Hem de bir lûtuf olarak, ilk insandan itibaren... Vahye kulak verip, iç âlemine sırlanan güzellikleri keşfedip onları besleyebilen insanoğlu, bu takdirde kötülüklerden uzak durmayı başarabilecektir.
Yazımızın muhtevası itibariyle, oruç ibadetine bu minvalde bakarsak; Bakara Sûresi’nin 183. âyet-i kerîmesinde bu ibadetin hikmeti ile alâkalı olarak, “takvâya” vurgu yapılmaktadır.
“Takvâ”, sözlükte, “korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, dindar olmak, itaat etmek, korkmak, çekinmek” anlamlarındaki “vikâye” masdarından türeyen bir kelimedir. Takvâ, kalbi mâsivâdan, yani Allah’tan uzaklaştıran her şeyden korumaktır. Kulun, azametinden korkarak ve rahmetini ümit ederek, Rabbine karşı kulluk vazifelerini yerine getirmesi, emirlerini tutup yasaklarından kaçınması, bu sûretle kalbi, cemâlî tecellîlerin mâkesi (aynası) hâline getirmesidir. Yani, içimize konan gönül aynasını, bütün tortularından arındırarak parlak, cilâlı bir hâle getirmek; böylece Cenâb-ı Hakk’ı râzı edecek davranışları o aynada seyrederek tatbik etmektir. Ezcümle; bir mânevî arınmadan, iç temizliğinden bahsedilmektedir.
Daha önceki yazılarımızda, oruç sırasında yaşanan açlık sayesinde, damarların iç çeperinde, bağırsak-karaciğer gibi iç organlarımızda zamanla biriken ve sistemi zehirleyen atık maddelerin nasıl temizlenerek ortamdan uzaklaştırıldığını; bu sebeple kokan bir nefes, ter, dışkı ve koyu renkli idrar meydana geldiğini; zehirli maddelerin vücuttan atılmasına bağlı olarak baş ağrısı, hâlsizlik, yorgunluk ve eklem ağrısı hissedildiğini açıklamıştık.
Oruç, gözle görülmeyen hücrelerimizde ciddî bir temizlik ve zehirsizleştirme, hattâ tümör hücrelerinde birtakım faaliyetlerle küçültme ameliyesi yapmaktadır. Lokmalardan kısa süreliğine menedilen sistem, hemen kendini onarmaya, revize ederek tazelemeye almaktadır. Madde ve mânâsı ile bir bütün olan insanın vücut sisteminde yapılan bu temizlik, onun bâtınını da tesiri altına almakta; kazandırdığı müsbet enerji ve güç ile oruç; kişinin iç âlemini temizlemektedir.
Fazla yemek; hücrelerde toksinlerin (zehirlerin) birikip bünyenin zehirlenmesine sebep olduğu gibi, kişinin iç âlemini de hevâ ve hevesinin peşinden gitmekle zehirlemekte ve gönül aynasını karartmaktadır. İnsanın günahlardan uzak durmayı başarabilmesi (takvâ); günaha girmemek için gayret göstermek, bu günahları işleyenlerin başlarına gelenleri öğrenmek, verilen nasihatlere kulak vermek, yasaklamaları ve caydırıcı cezaları dikkate almak vasıtası ile olur.
İnsanın içinde yer alan temel dürtülerden en mühimi olan beslenme ve üremenin; meşrû şekilde, ulvî bir kudretin emrine uyarak ve sağlam bir niyet ortaya koyarak kontrol altına alınması; onu günah ve yasaklara iten duyguların baskısının bu şekilde azaltılması ve bu baskıya karşı, irâdenin gücünün artırılmasını sağlayacak eğitim metotları; bu sakınmanın en tesirli yolunu oluşturmaktadır. (Devam edecek)
Dr. Betül Nefise İNAL
[1] https://www.drozdogan.com/2016-nobel-tip-odulu-otofaji-calismalari-ile-yoshinori-ohsumiye-verildi/ İnşâallah bu konuyu, ayrı bir makalede inceleyip sizlerle paylaşacağız.
YORUMLAR