“Kimin bu ümmetten olmak hoşuna gidiyorsa,
Allâh’ın bu ümmet için buyurduğu şartları yerine getirsin.”
(Taberî, Câmiü’l-Beyân, 7/102)
Bir Rabîu’l-evvel ayına daha ulaştık, elhamdülillah!.. Ruhlarımız, Allah Rasûlü’nün mânevî feyziyle dolup koca bir yılı, O’nun muhabbet ve hasretiyle geçirmek niyetiyle hazırlık yapacak...
Mevlid Kandillerimiz, Kutlu Doğum aylarımız; süslü salonlarda O’nun hayatını anarak gül dağıtıp biten ve sadece o aylara hapsedilen bir hasretle veya “günübirlik ümmetlik”le yitirilmesin!.. Muhabbetimiz ve ümmetliğimiz, bir ömre yayılmalı ki, Kevser Havuzu başında hasretle beklenilenlerden olalım.
Kardeşlerimi Özledim
Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’dan rivâyet edildiğine göre, bir gün Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ashâbıyla birlikte Bâki kabristanına gitti ve:
“-Allâh’ın selâmı üzerinize olsun ey mü’minler diyârının sâkinleri!.. İnşâallâh bir gün biz de size katılacağız. Kardeşlerimizi görmeyi çok isterdim. Onları ne kadar da özledim!” buyurdu.
Ashâb-ı kirâm:
“-Biz Sen’in kardeşlerin değil miyiz, Yâ Rasûlallâh?” dediler.
Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“-Sizler benim ashâbımsınız, kardeşlerimiz ise henüz gelmemiş olanlardır.” buyurdular.
Bunun üzerine ashâb:
“-Ümmetinden henüz gelmemiş olanları nasıl tanıyacaksın, ey Allâh’ın Rasûlü?” dediler.
Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-:
“-Bir adamın, alnı ve ayakları ak olan bir atı olduğunu düşünün. Adam, bu atını hepsi de simsiyah olan bir at sürüsü içinde bulamaz mı?” diye sordu.
Sahâbe:
“-Evet, bulur, ey Allâh’ın Rasûlü!” dediler.
Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“-İşte onlar da abdestten dolayı yüzleri nûrlu, el ve ayakları parlak olarak gelecekler. Ben önceden gidip havuzumun başında ikram etmek için onları bekleyeceğim. Dikkat edin! Birtakım kimseler, yabancı devenin sürüden kovulup uzaklaştırıldığı gibi benim havuzumdan kovulacaklar. Ben onlara «Gelin buraya!..» diye nidâ edeceğim. Bana:
«-Onlar senden sonra hâllerini değiştirdiler, (Sen’in Sünnet’ini tâkip etmeyip başka yollara saptılar, büyük günahlar işlediler.)» denilecek.
Bunun üzerine ben de:
«-Uzak olsunlar, uzak olsunlar» diyeceğim.” (Müslim, Tahâret, 3)
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ümmetini, yani bizleri tâ, asırlar evvelinden özlemiş, hasretle gözyaşı döküp bizimle buluşacağı günü ve buluşma yerini ona kavuşabilmenin yollarını anlatmış. Ümmetine, sadece hayatta iken değil, vefâtından sonra bile duâ edeceğini müjdelemiştir.
Hayatım da Hayırdır, Vefâtım da…
Bu hususta, hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur. Bekr bin Abdullah -radıyallahu anh-’tan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte, Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Benim hayatım, sizin için hayırlıdır (benim sağlığımda birtakım işler) yaparsınız, size (onlarla ilgili hükümler) bildirilir. Ben öldüğümde ise, vefâtım sizin için hayırlı olur, çünkü amelleriniz bana (kabrimde) arz edilir. Hayır görürsem, Allâh’a hamd ederim, şer görürsem Allah’tan sizin için af dilerim.”[1]
Çünkü o çok merhametli ve ümmetine pek düşkün bir Peygamber... Peki, ya ümmeti olan bizler O’nu özlüyor muyuz? Onunla Kevser Havuzu başında buluşmak için hazır mıyız? Abdest âzâları (organları) nûr gibi parlayan, emânet olarak bıraktığı Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnetiyle amel etmiş, hayatının tamamını bunlara göre tanzim etmiş bir ümmet olarak onunla buluşmaya hazır mıyız? Hazırlık bir tarafa, ümmeti Muhammed olmanın şartlarını taşıyor muyuz? Sahi nedir, “Ümmet-i Muhammed” olmak ya da “ümmet” olmak?
Ümmet
Kurtubî’nin ifadesi ile “Ümmet”, pek çok hayrı şahsında toplayan ve insanlara hayrı öğreten kimse demektir.
Rabbimizin tarifinde ise Ümmet-i Muhammed, şu vasıflarıyla târif edilmiştir:
“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Mâ’ruf (iyi ve İslâm’a uygun) olanı emreder, münker (kötü ve çirkin) olanlardan sakındırır ve Allâh’a îmân edersiniz.” (Âl-i imrân, 110)
Behz bin Hakim’in dedesinden rivayet edildiğine göre, “Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz.” (Âl-i imrân, 3/110) âyet-i kerîmesi hakkında Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Siz, ümmetlerden yetmişi tamamlıyorsunuz. Siz, onların en hayırlısı ve Allâh’a karşı en şereflisiniz.”[2]
Kendimizi bir yoklayacak olursak, “Ümmet” olarak acaba şahsımızda ne kadar hayır toplamışız? Allâh’ın ve Rasûlü’nün bizde görmek istediği hayırlardan ne kadarı bizde var? Bulunduğumuz topluluklar içinde Allah ve Rasûlü’nün emrettiği gibi yaşayıp etrafımıza güzel bir nümûne olabiliyor muyuz? Ya da yürüyüşümüz, giyinişimiz, konuşmamız, ibadetlerimiz ve insanlara muâmelemizle biz ne kadar ma’ruf (iyi ve İslâm’a uygun) olanı emrediyor ve münker olanlardan sakındırıyoruz? Acaba Allâh’a olan îmanımızın derecesini ne iç âlemimizde…
Ümmet-i Muhammed’in Vasıfları
Ümmet-i Muhammed olarak; bollukta ve darlıkta Kur’ân’ın ifadesi ile “ayaktayken, otururken ve yanları üzeri yatarken” yani hayatımızın her ânında Allâh’ı anıp hamd edebiliyor muyuz?
Abdestimizin hakkını verdikten sonra, namazı hasretle bekleyip bir mîrâc muştusu yaşıyor mu ruhlarımız, her ezân okunuşuyla?
Bugün “Müslüman’ım, dindarım veya muhafazakârım!” deyip namazı, hayatına oturtamamış o kadar çok buhranlı gönül var ki?
Ya namaz kılıp da namazlarından bîhaber olanlar, şöyle bir baksa hâllerine; namaz, Kur’ân-ı Kerîm’in haber verdiği gibi, onları kötülükten ve aşırılıktan alıkoymuş mu? Kendilerini kötülükten alıkoyabilecek namazlar kılabilmişler mi?
Bu soruları, aynı minval üzere arttırmak mümkün… Bu sözlerim, birilerini kırmak, gücendirmek için değil!.. Bizler de aynı durumdayız. Her birimizin, Peygamber Efendimizin huzuruna gönül rahatlığı içinde gidebilmesi lâzım… Herkesin hesâbını, o çetin günler için şimdiden sıkı tutması lâzım… Bizim ki, bir hatırlatmadan ibâret sadece… Hem size ve hem de kendimize…
Bu muhâsebe içinde, şu hadîs-i şerîf bizi bir nebze tesellî ediyor:
“Benim ümmetim, merhamet edilmiş bir ümmettir. Âhirette onlara azâp yoktur. Onların azâbı, fitneler, depremler, birbirini öldürmeler ve türlü türlü dert ve sıkıntılar şeklinde dünyada olacaktır.” (Ebû Dâvud, Fiten, 7/4278)
Şu hadîs-i şerîfte de, Hazret-i Mûsâ’nın dilinden Ümmet-i Muhammed’in vasıfları haber verilmiştir:
Mukatil b. Süleyman şöyle anlattı:
Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- şöyle dedi:
“-Yâ Rabbi, ben Levh-i Mahfûz’da bir ümmet buluyorum. Bunlar, şefaatçi olup şefaatleri makbul olan kimseler şeklinde görülüyor. Bunları benim ümmetim eyle!..”
Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
“-Olamaz, onlar Muhammed ümmetidir.”
Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- tekrar etti:
“-Yâ Rabbi, Levh’te bir ümmet buluyorum ki, beş vakit namaz, bunların hatalarının keffaretidir. Bunları benim ümmetim eyle!
Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
“-Olamaz, onlar Muhammed ümmetidir.”
Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- tekrar etti:
“-Yâ Rabbi, Levh’te dalâlet ehli ile dövüşen, hattâ kör deccali öldüren bir ümmet buluyorum. Bunları benim ümmetim eyle!
Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
“-Olamaz, onlar Muhammed ümmetidir.”
Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- tekrar etti:
“-Yâ Rabbi, Levh’te bir ümmet buluyorum ki, temizlikleri su ile, toprak ile... Bunları benim ümmetim eyle!
Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
“-Olamaz, onlar Muhammed ümmetidir.”
Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- tekrar etti:
“-Yâ Rabbi, Levh’te bir ümmet buluyorum; onlardan bir iyilik niyet edene bir sevap yazılıyor, o iyiliği yapan ise on misli sevap kazanıyor. Hattâ yedi yüz katına ve daha fazlasına kadar sevap yazılıyor. Yine onlardan bir kötülüğü niyet edene bir şey yazılmıyor, günah işlediğinde ise, sadece bir günah yazılıyor. Bunları benim ümmetim eyle!”
Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
“-Olamaz, onlar Muhammed ümmetidir.”
Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- tekrar etti:
“-Yâ Rabbi, Levh’te bir ümmet buluyorum ki, onlar bütün ümmetlerin hayırlısı olmuş; iyilikleri emrediyor, kötülükleri yasak ediyor. Bunları benim ümmetim eyle!”
Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
“-Olamaz, onlar Muhammed ümmetidir.”
Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- dedi ki:
“-Yâ Rabbi, Levh’te bir ümmet görüyorum, onlar son ümmet oldukları hâlde, kıyâmet günü en önde olacaklar. Bunları benim ümmetim eyle!”
Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
“-Olamaz, onlar Muhammed ümmetidir.”
Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- dedi ki:
“-Yâ Rabbi, Levh’te bir ümmet görüyorum, onların kitapları kalplerinde… Bakarak da okuyorlar. Bunları benim ümmetim eyle!”
Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
“-Olamaz, onlar Muhammed ümmetidir.”
Bundan sonra Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm, “Ümmet-i Muhammed” olmak istedi. Allah Teâlâ ise, cevâben şöyle buyurdu:
“-Ey Mûsâ, ben seni insanlar üzerine seçtim. Risâletimi vermekle, kelâmıma nâil kılmakla… Sana verdiğimi al. Şükreden kullarımdan ol!..”
Bunun üzerine Hazret-i Mûsâ, hâline râzı oldu. (Ebü’l-Leys Semerkandî, Tenbîhü-l Gâfilîn)
* * *
Aslında sadece Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîflerde değil, daha önce indirilmiş kitaplarda da “Ümmet-i Muhammed”in vasıfları bildirilmiş. Meselâ Tevrat’ta geçtiğine nazaran Peygamber Efendimizin ümmetinin özelliklerinden bazıları şunlardır:
“Geceleri onların gökyüzüne yükselen sesleri, arı uğultuları gibidir.”
“Öfkeye kapıldıklarında «Lâ ilâhe illâllah!» diyerek sâkinleşirler.”
* * *
Abdullâh bin Abbâs -radıyallâhu anhümâ-, bir gün eski Yahudi âlimlerinden olan Kâ’b el-Ahbâr’a:
“-Tevrât’ta Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in vasıfları nasıl anlatılır?” diye sorduğu zaman, Hazret-i Kâ’b -radıyallâhu anh-, bu suâle şöyle karşılık vermiştir:
“-O’nun vasıfları hakkında Tevrât’ta şunlar yazılıdır: Muhammed bin Abdullâh, Mekke’de doğacak, Tâbe’ye (Medîne’ye) hicret edecek, Şam’a hâkim olacaktır. Kendisi ne kötü söz söyler, ne de çarşılarda yüksek sesle konuşur. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez, bilâkis affeder ve bağışlar. Ümmeti de bollukta, darlıkta ve her yerde Allâh’a hamd eder, O’nu yüceltirler. Bellerine îzâr bağlarlar. Kollarını yıkarlar (abdest alırlar). Savaşta saf oldukları gibi, namazlarında da saf tutarlar. Mescidlerinden arı uğultusu gibi (Kur’ân ve zikir) sesleri gelir. Ezan sesleri, âfâkı doldurur.” (Dârimî, Mukaddime, 2)
Şimdi dönüp kendimize baktığımızda, bu vasıfları taşıyor muyuz? Evlerimizden, mescidlerimizden Kur’ân ve zikir sedâları yükseliyor mu? Kötülüklere kötülükle mi karşılık veriyoruz, iyilikle mi? Ağzımızda kötü sözler mi var; insanları imrendirecek kadar güzel sözler mi çıkıyor yoksa ağzımızdan… Öfkemizi, tesbih ve zikirler mi sâkinleştiriyor; küfür ve hakaretler mi? İnsanlarla boğaz boğaza kapışıyor muyuz, yoksa meselelerimizi tatlı dille çözebiliyor muyuz? Mescidlerde saf saf namaz mı kılıyoruz; yoksa stadyumlarda, eğlence mekânlarında kol kola mıyız? Dışımız ne kadar “Ümmet-i Muhammed”i temsil ediyor, içimiz ne kadar?
* * *
Gelin, bu yıl da muhabbet âlemimizi süzgeçten geçirelim. Orada kimlerin, ne kadar sevgisi var. Gelin, bu yıl da “nasıl bir ümmet olduğumuzu” gözden geçirelim. Her birimiz uzun uzun ve tek başımıza düşünelim, bu âyet ve hadîs-i şerîfler üzerinde… Bu yıl ki, Mevlid Kandili hediyemiz, gelecek yılın kandiline kadar “Ümmet-i Muhammed”e lâyık bir fert olmak gayreti olsun.
Allâh’ım!.. Görmediğimiz hâlde Efendimiz Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e îman ettik. Cennetler içerisinde O’nu görmekten bizi mahrum eyleme!.. Bizi, Onun dini olan İslâm Dîni üzere yaşat ve Müslümanlar olarak canımızı al!.. İçtikten sonra aslâ susamayacağımız Kevser Havuzu’ndan bize de içir. Şüphesiz Sen, her şeye gücü yetensin!..
Allâh’ım! Efendimiz Muhammed’in azîz rûhuna, tahiyyat ve selâmımızı ulaştır ve bizi Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şanına layık bir ümmet eyle! Âmin!
[1] İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, II, 194; İbn Hacer, el-Metâlibu’l-Âliye, (no: 3853), IV, 22; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, (no: 14250), VIII, 594.
[2] Tirmizî, Kitabu Tefsiri’l-Kur’ân, 4/3186; İbn Mace, Kitabü’z-Zühd, 34/4288.
YORUMLAR