Abdullâh bin Abbas -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:
“Rasûllullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- insanların en cömerdi idi. O’nun en cömert olduğu zamanlar da Ramazan’da Cebrâîl -aleyhisselâm-’ın, kendisi ile buluştuğu vakitlerdi. Cebrâîl -aleyhisselâm-, Ramazan’ın her gecesinde Peygamber Efendimiz ile buluşur, (karşılıklı) Kur’ân okurlardı. Bu sebeple Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Cebrâîl ile buluştuğunda, hiçbir engel tanımadan esen rahmet rüzgârlarından daha cömert davranırdı.” (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy 5, 6, Savm 7; Müslim, Fezâil 48, 50)
ÖN KAPAK İÇİ
Gönül Sohbetlerinden
RAMAZAN-I ŞERİF’İN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ:
Rabbimiz, kullarının ebedî saâdeti için; hayat takviminde, ilâhî rahmet, af ve mağfiretin âdeta tuğyân ettiği birtakım mânevî kazanç mevsimleri tâyin buyurmuştur. Bu mevsimlerin en bereketlisi, hiç şüphesiz ki, Ramazân-ı Şerîf’dir.
* * *
Müstesnâ bir rûhî olgunluk vesîlesi olan oruç ibâdeti, bu aya mahsus bir farz kılınmıştır. Çeşitli ihtiyaç ve mahrûmiyetler içinde kıvranan muzdarip gönüller, en çok bu ayın gelişiyle ümit ve sevince gark olurlar. Zîrâ zekât, sadaka ve infak gibi ibâdetler, tebessümü unutmuş nice yüzleri bilhassa bu ayda sürûra kavuşturur.
* * *
Ramazan orucu, helâllerin bile bir riyâzat içinde kullanılmasının tâlimidir. Bu hâl, bize haram ve şüphelilerden ne kadar büyük bir titizlikle sakınmamız gerektiğini telkîn etmektedir. Oruç, yalnız midemize değil, bütün uzuvlarımıza tutturulması gerekir. Bilhassa dilimize, rahmet tevzi etmesi gerekir. Aksi hâlde fazileti zâyî olur, açlık kalır.
* * *
Bin aydan hayırlı olan Kadir Gecesi, Ramazan geceleri içinde lutfedilmiştir.
ARKA KAPAK İÇİ
“Her güne Şebnem Takvimleri ile başlayın!..”
Türkiye’de bir ilk!..
Hanımlara özel, 365 yapraklı, 4 renkli 2008 takvimi…
Resimleri özel, mizanpajı özel…
İki bölge hâlinde, Türkiye’nin dört bucağını içine alan namaz vakitleri…
Şebnem Dergisi’nin kıymetli okuyucularına 2008 sürprizi…
Âyet-i kerimeler, hadîs-i şerifler, Allah dostlarından menkıbeler…
Pratik bilgiler, yemek târifleri, bilmeceler, bilgi yarışmaları…
Özlü sözler, ibretli hikâyeler, hikmet dolu yazılar…
Sağlık, fıkıh, tefsir, şiir ve mizah bölümleri…
Her gün için “Bugün ne pişirelim?” köşesi…
Şebnem Takvimleri ile,
“Takvim okumak, bir zevk hâline gelecek!..”
ARKA KAPAK
Oruç; sahibini, sabır, kanâat, hâle rızâ ve metânet gibi ahlâkî fazîletlere erdirir. Açlıkla nîmetlerin kadrini hatırlatır. Bu vesîle ile yoksulların hâllerini düşündürüp onlara karşı yüreklerimizi şefkat ve merhametle yoğurur. Şükrân duygularını canlandırır.
Bu vasfıyla oruç, sosyal hayattaki kin, hased, kıskançlık gibi kitleyi huzursuzluğa boğan menfîlikleri bertaraf etmekte en tesirli bir ilâhî emirdir.
Yoksullar… İftar sofrası resmi
Mısır hazinesinin başında olan Hazret-i Yusuf -aleyhisselâm-; kıtlığın hüküm sürdüğü Mısır’da kimsesiz ve fakirlerin hâlinden gâfil kalmamak için midesini doyurmadı. Açların hâlinden anlayabilmek için aç kalmayı tercih etti ve kapısına gelen muhtaçlara bizzat kendisi hizmet etti.
Cenâb-ı Hak:
“Ey îmân edenler! Oruç sizden önce gelip geçen ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılınmıştır. Umulur ki takvâ sahibi olursunuz.” (el-Bakara, 183) buyurur.
* * *
Peygamber Efendimiz buyurmuşlardır:
“Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, Ramazan’da ibâdete gösterdiği düşkünlüğü başka hiçbir ayda göstermemiştir. Ramazan’ın son on gününde gösterdiği düşkünlüğü ve gayreti de diğer günlerinde göstermemiştir.” (Müslim, İtikâf, 832)
*
“Kim Ramazan gecesini, sevâbına inanarak ve bunu elde etmek niyetiyle namazla ihyâ ederse, geçmiş günâhları afvedilir.” (Buhârî, Îmân, 27)
*
*
Abdullâh bin Abbas -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:
“Rasûllullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- insanların en cömerdi idi. O’nun en cömert olduğu zamanlar da Ramazan’da Cebrâîl -aleyhisselâm-’ın, kendisi ile buluştuğu vakitlerdi. Cebrâîl -aleyhisselâm-, Ramazan’ın her gecesinde Peygamber Efendimiz ile buluşur, (karşılıklı) Kur’ân okurlardı. Bu sebeple Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Cebrâîl ile buluştuğunda, hiçbir engel tanımadan esen rahmet rüzgârlarından daha cömert davranırdı.” (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy 5, 6, Savm 7; Müslim, Fezâil 48, 50)
*
Namaz kılmaktan yay, oruç tutmaktan çivi gibi olsanız da haram ve şüpheli şeylerden kaçmadıkça Allâh o ibadetleri kabul etmez.
Abdullah bin Ömer
*
Dolayısıyla oruç, yalnız bu ümmete değil, evvelki ümmetlere de farz kılınmış bir ibâdettir.
*
Ramazan-ı Şerîf ayının, senenin bütün mevsimlerini dolaşması da, ayrı bir hikmet ifâde eder. Böylece senenin muhtelif mevsimlerinde yaşanan sıcak, soğuk, serin ve ılık günler ile uzun, kısa veya orta müddetli bütün günlere sırasıyla Ramazan günleri isabet etmekte ve oruç belli zaman aralıklarıyla senenin bütün günlerini bereketlendirmektedir. Bu durum, aynı zamanda oruç tutanlar için de nice farklı zorluk ve kolaylık dolu tecellîlere vesîle olmakta ve mü’-min gönüllere nice muhtelif mânevî hazlar yaşatmaktadır. Neticede zor olan bir ibâdet, müstesnâ bir canlılık ve muhabbet içerisinde îfâ edilmektedir.
Oruç ayı olan Ramazan-ı şerif, feyizli bir hayatın yaşandığı mübarek bir mükafat ayıdır.
*
Ramazan, bir takva mektebi, bayram ise onun ruhânî bir şehadetnâmesidir.
*
Orucun gâyesi, açlık çektirmek değildir.
YAZILAR İÇİN
Oruç, fazileti ve aslî gayesi daimi bir ibadet şuûru içinde nefis engeliyle mücadele etmek ve nefsi baskı altında tutarak te’sîrini asgariye indirebilmektir.
Oruç, hayat mücadelesinde zaruri olan “sabır, irade, nefsi arzulardan uzaklaşma” gibi hallerin talimi ile ahlaki durumumuzu kemale erdirir.
Oruç, sosyal hayattaki kin, haset, kıskançlık gibi kitleyi huzursuzluğa boğan menfilikleri bertaraf etmekte en müessir bir ilâhî emirdir.
İrade terbiyesinde açlığa katlanabilmek kadar müessir başka bir husus yoktur.
İrade.., tabii ve nefsanî meyillere karşı koyabilmenin temel şartlarından biridir.
Tokluk, nefsani arzuları tahrik ederken; açlık, -çok had safhaya varmadıkça- tefekkür ve tehassüs melekesini güçlendirir.
Oruç, bir ibadet olduğundan, sırf o gaye ile icra edilmelidir.
Onun faydaları gaye haline getirilirse, oruç, ibadet olmaktan çıkar.
Oruçlu iken ağıza bir şey girmemeye dikkat edildiği gibi ağızdan çıkan kelama da dikkat edilmelidir.
Kur’ân-ı Kerim, asıl kalble okunur. Gözün vazifesi, kalbe gözlük olabilmektir.
Oruç, nimetlerin kadrini bildiren, şükran hisleri uyandıran, yoksulların, çaresizlerin halinden anlama şuûru veren, nefsânî arzu ve temayülleri bertaraf eden, maddenin esaretinden kurtarıp “sabır” denilen en yüksek ahlaki bir meziyete eriştiren bir ibadettir.
Sabır, güzel ahlakın ağırlık merkezidir. İmanın yarısı, ferah ve saadetin anahtarıdır. Cennet nimetlerine kavuşturan büyük bir nimettir.
Sabrın dünyevî tarafı acı, âhiret tarafı çok parlaktır.
Sabrın acılarını sineye çekenler, ebediyet devleti olan cennete ve Allahın rızasına kavuşurlar.
Has kulların amelinin esası sıdktır. Bu da, niyetin halisiyeti ve nefsin tezkiyesi nispetindendir.
Niyet ve kalbin durumuna göre nafile orucu îcâb ettiğinde bozup bozmamak hususunda her iki davranış da caizdir.
Ömrün hayırlısı, Onun yanında geçen ve Onun uğrunda harcanandır.
Allah’ın rızasına uygun düşmeyen bir hayat, çöllerdeki seraplara benzer. Hakikaten nasipsiz hayalden ibarettir.[1]
..Merhamet edene merhamet edilir, Hak rızası için sevindireni, Hak Teala sevindirir.[2]
Bayramlar, tatil günleri değil, sıla-i rahim ve içtimai ibadet günleridir. İman kardeşliğinin cemiyet planında yaşandığı mübarek vakitlerdir.
Bayram, ne güzel bir dünyâ cennetidir, kendisini muzdariplerin tebessümüyle gülşene çevirebilene!
Ne güzel bayramdır, bütün ruhani tezahürlerine ma’kes olarak ümmeti kucaklaya bilen mü’min gönüllere!..
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in günleri ve geceleri, farzların hâricinde devâm ettiği pekçok nâfile ibâdetle süslenmişti. Farzlardan önce ve sonra kıldığı sünnet namazları, geceleri devâm ettiği namaz, zikir ve tefekkür gibi ibâdetleri, hergün muayyen miktarda Kur’ân okuması, İşrak Namazı, Duhâ Namazı, Evvâbin Namazı, nâfile oruçları, bitip tükenmeyen infakları, Allâh yolundaki gayretleri, mübârek yüzünde bir gül gibi açan dâimî tebessümleri, O’nun Allâh Teâlâ ile huzûr verici berâberliğinin alâmetleriydi. Sevindiğinde veya sevindirici bir haber aldığında, Allâh’ın bu ihsânına şükretmek için secdeye kapanır[3] ve namaz kılardı. (İbn-i Mâce, Salât, 192) Allâh’ta bir hâcetini taleb edeceğinde yine namaz kılardı. Güneş ve ay tutulması gibi fevkalâde hâdiseler yâni ilâhî azamet tecellîleri karşısında hemen namaza dururdu. (Buhârî, Küsûf, 2-4; İbn-i Hibbân, VII, 68, 100) Ramazan’ı terâvîh, îtikâf, infak gibi ibâdetlerle süslerdi. Ramazan’dan sonra da zaman zaman nâfile oruç tutmaya devâm ederdi. Genellikle pazartesi ve perşembe günleri oruçlu olmaya dikkat eder ve bunun sebebini de şu şekilde açıklardı:
“Ameller Allâh Teâlâ hazretlerine pazartesi ve perşembe günleri arzedilir. Ben, amelimin oruçlu olduğum halde arzedilmesini severim.” (Tirmizî, Savm, 44)
* * *
Rasulullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Ramazan’da, mescidin bir kenarında namaz kılan bir grup sâhabe görmüştü:
“–Bunlar ne yapıyor?” diye sordu.
“–Bunlar, ezberlerinde fazla Kur’an bulunmayan kimselerdir, Übeyy bin Kâ’b -radıyallâhu anh- onlara namaz kıldırıyor!” dediler.
Efendimiz -aleyhissalâtu vesselâm-:
“–İsabet etmişler, ne kadar güzel ve iyi bir şey yapıyorlar!” buyurdular. (Ebû Dâvûd, Ramazan, 1/1377; Vitr, 5/1429)
Peygamber Efendimiz’in ashâbı, Ramazan gecelerindeki nâfile ibâdetleri o kadar derin bir aşk, vecd ve heyecân içinde yaparlardı ki zamanın nasıl geçtiğini bilemezlerdi. Übeyy -radıyallâhu anh- şöyle diyor:
*
“Ramazanda (teravih) namazından ayrılıp, hizmetçilerden alel acele sahur yemeği getirmelerini isterdik, çünkü vaktin çıkmasından korkardık.” (Muvatta’, es-Salât fi’r-Ramazân, 7)
Şifâ bint-i Abdillâh -radıyallâhu anhâ- şöyle demiştir:
Ömer bin Hattâb bize gelmişti. Âile fertlerinden iki adamın uyuduğunu görünce:
“–Bunların neyi var ki benimle birlikte cemaate iştirak etmediler?” dedi. Ben:
“–Ey Mü’minlerin Emiri! Akşam herkesle birlikte namaz kıldılar, -bu hâdise Ramazan’da idi- sabaha kadar da namaz kılmaya devam ettiler. Daha sonra da sabah namazını kılıp yattılar.” dedim. Hazret-i Ömer ise şu mukabelede bulundu:
“–Sabah namazını cemaatle kılmam, benim için sabaha kadar namaz kılmamdan daha sevimlidir.” (Abdürrazzak, Musannef, I, 526
*
Kâ’b bin Ucre -radıyallâhu anh- şöyle rivâyet etmiştir:
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- birgün bize “Minbere yaklaşın!” buyurdu. Biz de yaklaştık. Birinci basamağı çıktı “Âmîn” dedi. İkinci basamağı çıktı yine “Âmîn” dedi. Üçüncü basamağı çıktı aynı şekilde “Âmîn” dedi.
Minberden indiğinde:
“–Yâ Rasûlallâh! Bugün sizden daha önce işitmediğimiz şeyler duyduk. (Bunun hikmeti nedir?)” diye sorduk. Şöyle buyurdular:
“–Cibrîl -aleyhisselâm- bana göründü ve: «Ramazan’a erişip de günahları affedilmeyen kimse rahmetten uzak olsun!» dedi, ben de «Âmîn» dedim. İkinci basamağa çıktığımda: «Sen’in ismin yanında zikredilip de sana salavât getirmeyen kimse rahmetten uzak olsun!» dedi, ben de «Âmîn» dedim. Üçüncü basamağı çıktığımda: «Anne-babası veya ikisinden birisi yanında yaşlanıp da (onları râzı ederek) cenneti kazanamayan kimse rahmetten uzak olsun!» dedi ben de «Âmîn» dedim.” (Hâkim, IV, 170; Tirmizî, Deavât, 100)
{
Ömer bin Hattâb -radıyallâhu anh- şöyle buyurmuştur:
Birgün Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzurunda bulunduğumuz sırada, elbisesi beyaz mı beyaz, saçları siyah mı siyah, yoldan gelmiş bir hali olmayan ve içimizden kimsenin tanımadığı bir adam çıkageldi. Peygamber Efendimiz’in yanına sokuldu, önüne oturdu, dizlerini Allâh Rasûlü’nün dizlerine dayadı, ellerini (kendi) dizlerinin üstüne koydu ve:
“–Ey Muhammed, bana İslâm’ı anlat!” dedi.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–İslâm, Allâh’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allâh’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı (tastamam) vermen, Ramazan orucunu (eksiksiz) tutman, yoluna güç yetirebilirsen Kâbe’yi ziyâret (hac) etmendir.” buyurdu. Adam:
“–Doğru söyledin.” dedi. Onun hem sorup hem de tasdik etmesi tuhafımıza gitti. Adam:
“–Şimdi de îmanı anlat bana.” dedi. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Allâh’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îman etmendir.” buyurdu.
Adam tekrar:
“–Doğru söyledin.” diye tasdik etti ve:
“–Peki ihsân nedir, onu da anlat.” dedi. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–İhsân, Allâh’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor.” buyurdu.
Adam yine:
“–Doğru söyledin.” dedi, sonra da:
“–Kıyâmet ne zaman kopacak?” diye sordu.
Peygamber -aleyhisselâm-:
“–Kendisine soru yöneltilen, bu konuda sorandan daha bilgili değildir” cevabını verdi.
Adam:
“–O hâlde alâmetlerini haber ver.” dedi.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Annelerin, kendilerine câriye muamelesi yapacak çocuklar doğurması, yalın ayak, başı kabak, çıplak koyun çobanlarının, yüksek ve mükemmel binalarda birbirleriyle yarışmalarıdır.” buyurdu.
Adam, (sessizce) çekip gitti. Ben bir süre öylece kalakaldım. Daha sonra Peygamber -aleyhisselâm-:
“–Ey Ömer, soru soran kişi kimdi, biliyor musun?” buyurdu. Ben:
“–Allâh ve Rasûlü bilir.” dedim.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–O Cebrâil idi, size dîninizi öğretmeye geldi.” buyurdu. (Müslim, Îmân 1, 5; Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16; Nesâi, Mevâkît 6; İbni Mâce, Mukaddime, 9)
Âlimlerimiz, “Cibrîl Hadîsi” diye meşhur olan bu hadîs-i şerîfin, sünnetin esâsı (ümmü’s-sünne) olduğunu söylemişlerdir. Demek ki dînimizin olgunluk kazanabilmesi, îman, ibâdetler ve ihsân basamaklarını sırayla geçmeye bağlıdır. İhsân hâline ulaşamamış bir mü’minin dîni, eksik kalmış demektir. Böyle bir îman, kendi hayâtiyetini bile devam ettirebilmesi mümkün olmayan meyvesiz ağaca benzer. Bir müddet sonra kuruması kuvvetle muhtemeldir.
Bu hadîs-i şerîf, ihsân duygusunu mü’minlerin gönüllerine sâbitlemeyi hedef alan Tasavvuf’un, îman ve İslâm’ın bir devâmı olup onlardan farklı telakkî edilemeyeceğini göstermektedir.
*
Abdullâh bin Abbas -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:
“Rasûllullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- insanların en cömerdi idi. O’nun en cömert olduğu zamanlar da Ramazan’da Cebrâîl -aleyhisselâm-’ın, kendisi ile buluştuğu vakitlerdi. Cebrâîl -aleyhisselâm-, Ramazan’ın her gecesinde Peygamber Efendimiz ile buluşur, (karşılıklı) Kur’ân okurlardı. Bu sebeple Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Cebrâîl ile buluştuğunda, hiçbir engel tanımadan esen rahmet rüzgârlarından daha cömert davranırdı.” (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy 5, 6, Savm 7; Müslim, Fezâil 48, 50)
*
Osmanlı toplumunda Ramazan günlerinde pek çok zengin, hiç tanımadıkları muhitlerde tebdîl-i kıyâfet gezerler, bölgedeki bakkal, manav ve dükkânlara giderek onlardan Zimem Defteri’ni (Veresiye Defteri) çıkarmalarını isterlerdi.
Baştan, ortadan ve sondan rastgele bazı sayfalarda yazılı borçları toplattırıp çıkan miktârı öder ve:
“–Bu borçları silin! Allâh kabûl eylesin!” der, kendilerini tanıtmadan çeker giderlerdi.
Borcu ödenen, borcunu kimin ödediğini; borcu sildiren de kimi borçtan kurtardığını bilmezdi...
Gizli verilen nâfile sadakanın, açıktan verilen nâfile sadakadan yetmiş kat
dahâ sevâp olduğunu bilen zevât, yardımlarını mümkün olduğunca gizliden
yapmaya gayret ederdi. Ecdadımız sağ ile verdiğini, sol elinden bile
gizler, yaptıkları iyilikleri unuturlardı.
*
Ashâb-ı kiram, Ramazan’da çoşkulu bir ibâdet iklimine girerlerdi. Kendileri oruçlarına îtinâ ettikleri gibi yavrularını da bu minval üzere terbiye etmeye gayret ederlerdi. Nitekim Hazret-i Ömer, Ramazan’da sarhoş olan birini:
“−Yazıklar olsun sana! Bizim çocuklarımız bile oruç tutmaktadır.” (Buhârî, Savm, 47) diye azarlamıştır.
*
Namaz kılmaktan yay, oruç tutmaktan çivi gibi olsanız da haram ve şüpheli şeylerden kaçmadıkça Allâh o ibadetleri kabul etmez. Abdullah bin Ömer
Oruç ibâdetinde de durum, namazdan farklı değildir. Yâni orucun, hem zâhirî, hem de bâtınî esaslarına riâyetle tutulması gerekmektedir.
Oruç, günahları silip süpüren bir ibâdettir. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Kim fazîletine inanarak ve karşılığını Allâh’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhârî, Savm, 6) buyurur.
Orucun gâyesi, açlık çektirmek değildir. Cenâb-ı Hak:
“Ey îmân edenler! Oruç sizden önce gelip geçen ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılınmıştır. Umulur ki takvâ sahibi olursunuz.” (el-Bakara, 183)
“Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, Ramazan’da ibâdete gösterdiği düşkünlüğü başka hiçbir ayda göstermemiştir. Ramazan’ın son on gününde gösterdiği düşkünlüğü ve gayreti de diğer günlerinde göstermemiştir.” (Müslim, İtikâf, 832)
“Kim Ramazan gecesini, sevâbına inanarak ve bunu elde etmek niyetiyle namazla ihyâ ederse, geçmiş günâhları afvedilir.” (Buhârî, Îmân, 27)
Oruç; sahibini, azm ü sebât, kanâat, hâle rızâ, metânet ve sabır gibi ahlâkî güzelliklere erdirmenin fazîleti ile beraber mahrûmiyet ve açlıkla nîmetlerin kadrini hatırlatır ve bu vesîle ile yoksulların hâllerini düşündürüp onlara merhamet ve şefkat hisleriyle yüreklerimizi hassaslaştırır. Şükrân duygularını canlandırır. Bu vasfıyla oruç, sosyal hayattaki kin, hased, kıskançlık gibi kitleyi huzursuzluğa boğan menfîlikleri bertaraf etmekte en müessir bir ilâhî emirdir. Dolayısıyla oruç, yalnız bu ümmete değil, evvelki ümmetlere de farz kılınmış bir ibâdettir. Allâh Teâlâ buyurur:
“Ey îmân edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allâh’a karşı gelmekten sakınasınız diye, sayılı günlerde size de farz kılındı...” (el-Bakara, 183-184)
Ramazan-ı Şerîf ayının, senenin bütün mevsimlerini dolaşması da, ayrı bir hikmet ifâde eder. Böylece senenin muhtelif mevsimlerinde yaşanan sıcak, soğuk, serin ve ılık günler ile uzun, kısa veya orta müddetli bütün günlere sırasıyla Ramazan günleri isabet etmekte ve oruç belli zaman aralıklarıyla senenin bütün günlerini bereketlendirmektedir. Bu durum, aynı zamanda oruç tutanlar için de nice farklı zorluk ve kolaylık dolu tecellîlere vesîle olmakta ve mü’-min gönüllere nice muhtelif mânevî hazlar yaşatmaktadır. Neticede zor olan bir ibâdet, müstesnâ bir canlılık ve muhabbet içerisinde îfâ edilmektedir.
[1] Aralık- 1998 s.20, c.13 (Ramazan-ı Şerif ve Oruç)
[2] Kasım- 2003 s.32, c.18 (Ramazan-ı Şerif)
[3] Şükür secdesi aynen tilâvet secdesi gibidir. Abdestli bir şekilde şükür secdesine niyet edilir, eller kaldırılmadan “Allâhüekber” diyerek tekbir alınır, secdeye varılır, mümkün olduğu kadar uzun secde yapılır, sonra da selâm verilir.
YORUMLAR