Zaman… Üzerine yemin edilen, akıp giden, bir daha geri gelmeyen; bazen kıymeti bilinip bereketlenen, çoğu zaman boş iş ve lakırdılarla hebâ edilen bir mefhum!..
Ve zamanın içindeki en kıymetli an, “dem”!.. İşte bütün insanlığın belki de yegâne arayışı, o “dem”e erişmek, o “dem”le lezzetlenmek, o “dem”de kıymete erişmek…
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Mîraç’ta “kâbe kavseyn” sırrı, Mevlânâ’nın Şems ile buluşma ânı, bir şehidin şehâdet şerbetini yudumlayışı, Yusuf -aleyhisselâm-’ın prangalar içinde hürriyeti yaşayışı, Eyyüb -aleyhisselâm-’ı hastalıklar içinde her sabah bir “Kulum!” nidasının ferahlatışı, Yûnus -aleyhisselâm-’ın balığın karnındaki zikri ile mağfiret olunuşu…. Satırların mahdut kaldığı, peygamberlerin ve Hak dostlarının hayatlarındaki sonsuz menâkıb, hep bu “dem” örnekleri ile taçlanmıştır.
Kimi, zamanın içinde kırıntı misali olan “an”ların tezyini ile meşgulken, kimi koca bir ömrü gaflet içinde geçirir, geride adını yaşatacak, hayırla yâd edilmesine sebep olacak bir hâtıra bırakamadan göçer gider; ne adı kalır dillerde, ne sevgisi kalır gönüllerde… Kimi de daha dünyada iken ömrünü katar, ebediyet iklimine; zâtı gider dünyadan, fakat lâfzı gitmez dudaklardan, muhabbeti silinmez yüreklerden… Gözyaşı olur akar gözlerden, duâ olur dökülür dudaklardan… Onlar hakikat deryasının balıkları, nefis mücâhedesi ile dolu yılların baş kahramanı, zamanını ziyan etmek istemeyenlerin yollarına ışık tutan hakikat çerağları…
“Dem bu dem!” diyen canları, bir Şeb-i Arûs muştusunun heyecanı kaplarken, anlarını küfre satanlar, tahammül edemezler bu akışı seyretmeye… Onların en büyük korkusu ve kâbusu, bir gün tayin edilen zamanın tükenmesi ve boşa giden ânların hesabını eksiksiz verecek olmalarıdır. Bu sebeple kum saatlerine ve kum saatlerini baş uçlarından ayırmayanlara tahammül edemezler!.. Çünkü vicdan, en çok da hakikatin haykırıldığı ânlarda sızlar! Ve kum saati, zamanını hesapsız yaşayanlara bir ikaz mahiyetindedir. Hızla akıp gidenler, sadece kum taneleri midir?! Yoksa ecelin gelişinin ayak sesleri midir?!
“Zikrullâh’ın, namazın, haccın, kurbanın, zekâtın, tesettürün, mârifetullâh yolculuğunun, hülâsa kulluğun bir zamanı var!” diyenler, ânı değerlendirmek yerine yarını bekleyenler, gençlik bir servetken yaşlılığın acziyetini hedefleyenler; yolda kaldılar da ne garipliklerini fark ettiler, ne de âb-ı hayattan yudumlayabildiler.
YORUMLAR