Öyle öl ki, sevenlerin hüzünde mahpus kalmasın.
Yâr’e kavuşmana sevinip nâmına cûşa dalsın!
Son bir yıl boyunca almış olduğum Peygamberler Tarihi dersleri sırasında şaşkınlıkla öğrendim ki, tarihte ilk doğum günü kutlamasını bir Firavun yapmış. Bunu duyunca irkildim ve baktım ki, bu kutlamada aslen, kendini haddinden fazla önemseyen, ön plâna çıkarmak isteyen, kibirlenen ve hattâ doğduğu için hediyeler ve taltifler bekleyen, tuhaf ve rahatsız edici bir psikoloji var. Böylece, zaten uzak durmaya çalıştığım doğum günü kutlamalarından, temelli soğudum.
Ve durup düşündüm: Bir bebek dünyaya geliyor. Âdil mi zâlim mi, iyi mi kötü mü, şakî mi saîd mi belli değil! Faydalı mı olacak zararlı mı, dert mi olacak derman mı, meçhûl. Eee? Neyi kutluyoruz? Bir meçhûlü…
Bir fiili, köküne, dalına, dallanıp budaklanmasının neye ve kime yaradığına bakmadan, balıklama atlayarak sahiplenmek, hiç akıl kârı değil. İşte bu sebeple, güzelce tefekkür edip değerlendirince gördüm ki, benim doğum günümü kutlamam da mânâlı, gerekli ve şart değil. Hattâ Firavun adlı belâyı taklit etmiş olmak gibi bir zelilliği barındıracağı için, ona, buna, şuna olmayabilir; fakat bana helâl bile değil. Niye bana helâl değil? Çünkü ben müslümanım.
O hâlde yakışanı yapmaya çalışmalıyım ki, o da kâfirlere ve putperestlere benzemeden; secdeden, hayırdan, iyilikten ve faydalı olmaktan lezzet alarak ömür sürmek ve çoklarının korktuğu ölümü, her an, gölgesi ya da arkadaşı gibi yanında gezdiren, cesur ve uyanık bir mü’min olmaktır. O mü’min ki, kefenini giyip gezer ve ecel gelip çattığında, sadece gülümser.
Ölüm, her an gelebileceğini peşin peşin bildirmiş ve asırlardır, verdiği bu haberin doğruluğunu defalarca ispatlamışken, hâlâ birilerinin dilinde “zamansız ölüm” lâfının dolaşıyor olması, ne kadar da tuhaftır. Eceli gelen ölür ve ölüm herkese, her zaman -geç ya da erken değil- tam vaktinde gelir. Her ne kadar sebeplere bağlı dursa da aslında ölüm hürdür ve yalnızca Hakk’ın murâdına esirdir. Yaşa, işe, dileyişe bakmaz. Vakti dolanın gözünü yolda bırakmaz.
Bir yakınımız vefat ettiğinde genel olarak üzülürüz; lâkin sevdiklerimizin beden kafesinden kurtulmasına ve Hakk’a vâsıl olmasına sevinmek, sizce de daha doğru değil midir? Bana kalırsa, hakîkaten sevdiğimiz herkes için şu duâyı etmemiz gerekir:
“Ölüm günün kutlu olsun sevdiğim!”
Evet, evet! Bence bu duâ, çoğunluğun nezdinde pek alışılmış değilse de istisnâsız bütün sevdiklerimiz; oğullarımız, kızlarımız, beylerimiz, analarımız, babalarımız ve yârânımız için edebileceğimiz en güzel duâlardan biridir.
Bizi sevmeyenler, böyle duâ etmemizden ve ölüm ânımızı güzelleştirmek ümîdiyle, Allâh’ın emirlerine uyarak yaşamaya çalışmamızdan rahatsız olurlar. Zaten onlar, kendileri gibi yaşayıp Firavunluk etsek de bizden hoşlanmazlar. Bilâkis bu, bizleri ve değerlerimizi küçük görmelerine ve hâlimizle alay etmelerine sebep olur. Kederlenmemiz, zayıf düşmemiz, ölüp gitmemiz onları sevindirir.
Sevenler ise, böyle duâ etmemizden ve son nefes selâmeti için çalışmamızdan memnûniyet duyarlar. Onlar, biz rahatsak rahat, biz dertliysek dertlidir. Hata etsek de sevmeye devam ederler ve tevbe edişimiz onları sevindirir. Başarmamızdan, olgunlaşmamızdan, sevilmemizden… Ve gurbetten vatana geçtiğimiz, dünya sıkıntılarından kurtulup rahmete ve Rahmân’a kavuştuğumuz için, hüzünle karışık da olsa, vefât etmemizden ötürü sevinirler.
O hâlde, sevincine bakarak sevineni tanı. Her tebessüm edeni dost sanıyorsan, şunu hatırla: Zamanın şeytanları, zehri şerbet testisinde sunmaktadır. Doğum günü kutlamaları da bala karıştırılmış zehir gibi, îtikadına zarar verip durmaktadır.
Bu milleti cephede savaşarak yenemeyeceğini anlayanlar, sinsiliği seçmiş; suya, gıdaya, eve, odaya sinmiş, îmanlarımızı zaafa uğratmayı ve fikirlerimizi bulandırmayı hedeflemiştir. Nefislere hoş gelen dünya zevklerini zirvede yaşamaları, o gaflet yüklü hayatlarını hünermiş gibi gözlerimizin içine içine sokmaya çalışmaları bu sebeptendir. Her türlü isrâfı, bencilliği, şamatayı ve ahlâksızlığı normal kabul eden bu çok medenî (!) tipler yüzünden nicesi, kendi özüne ve hakîkatine yabancılaşmaktadır.
Ölçüsüz, iz’ansız, hayâsız ve irfansız hayatların tesirinde kalarak kaybolmaya yüz tutan insanların, bir girdaba kapılmış giden çâresiz kurbanlar olduğunu söylesek abartmış olmayız. Neyse ki makyajlar altındaki sivilceleri, maskeler ardındaki hakîkî çehreleri ve doğruluk kılığındaki hîleleri fark etmiş olanlar da vardır. İhlâsla bakanlar için fitne, gizli değil, çok açık bir manzaradır. Allah, bilmeyene bilme, görmeyene görme fırsatı sunmakta, bu sırada, bitmez zannedilen ömrün miâdı dolmaktadır.
Ölmek… Gülmek kadar tabiî iken, nicesi ondan dehşetle korkmaktadır. Yine de ömrünü, gülümseten bir ölüm için hazırlanarak geçirmek yerine, hiç ölmeyecekmiş gibi gülüp eğlenerek harcayıvermek, birçok kişinin tercihi olmaktadır. O hâlde hatırlatalım:
Bir: Gafletle ya da siyâseten, yaşıyormuş gibi yapanlarda dînî unsurlar sırıtır, göze batar. En güzeli içten ol. Zaten Allâh’ı kandıramazsın. Düzgün giy, kulluk libâsı üstünde eğreti durmasın. Öyle ki, hiçbir hünerin olmasa bile net bir samimiyetin olsun. Çünkü her fırsatta kendisiyle çelişen huzursuz kimseden, dâvâ insanı olmaz. Dâvâsı olmayanın, dağıtacak devâsı da olmaz.
İki: “Ötekileştirmeyelim, ayrıştırmayalım!” gayretleri mânâsızdır. İnsanoğlu yaratıldığından beri iki cephe vardır ve kim ne kadar bir arada tutmak isterse istesin, Hâbiller ile Kâbiller, zeytinyağı ile suyun ayrılması gibi birbirinden ayrılır.
Üç: Ezanı, bazen günlük konuşmalara, işe veya eğlenceye dalarak ihmâl eden, böylece lâyık olduğu hürmeti esirgeyerek onu dinlemeyen, duymazdan gelen ve hattâ işitmeyen her müslüman, farkında bile olmadan “Ezanı ıslıklayanlar” kervanındadır. Hayır alkışlama! Doğru sözün asıl hakkı alkış değil, gereğinin îfâ edilmesidir. Ezânı hürmetle dinle.
Sen sen ol, hayırda acele et! Hangi taraftasın, hangi kervandasın, dikkat et. Tuzakların, ezanların, doğruların, yanlışların, ölümün ve hayatın farkına var. Şüphesiz, Rabbinin emir ve yasaklarını dikkate alarak, utanarak, düşünerek, korkarak ve severek yaşayanlar için ölüm, huzûra vesîle olan bir geçiştir. Hakk’a isyan ederek yaşamayı seçmiş olanlar içinse, yaklaştıkça içine düştükleri koca bir boşluk ve paniktir.
Şimdi, daha fazla gecikme de ne olduğuna karar ver. Hangi bağın gülüsün, netleştir. Bu dünya, nefsini bilme ve Yaratan’ını arayıp bulma yeridir. Bul da geç bütün mânâsız kutlamalardan! Ne vakit ölümün îmanla ve aşkla olur; işte asıl o vakit, doğum günün de kutlanmış olur. Yaratılış gâyene münâsip, öyle asil ve güzel bir hayat yaşa ki vefâtın, Cennet’e doğuşun olsun. Sevenlerin, dertten devâya, kederden sürûra, sanaldan hakîkate ve fânîden bâkîye geçip Yâr’e kavuştun, diye, senin nâmına sevinip coşsun.
Sonra herkes çekilip gitsin…
Yâr kalsın…
Ölüm günün kutlu olsun, sevdiğim. Âmîn!
YORUMLAR