“Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine kulluk et!” (Hicr, 99)
“−Hadi; Allâh sağ sâlim varmayı nasip etsin. Acele edin otobüs kalkacak! Bizi varır varmaz arayın olur mu?”
“−Meraklanmayın, ararız.”
“−Kübra, hadi biraz acele et; annenle vedâlaş da geçelim yerimize artık.”
“−Güle güle!..”
Eller sallandı ardımızdan. Kimse ağlamamıştı sözde… Âilemizi ve o güzel tatili arkada bırakmak bize de zor gelmişti. Ağlamamak için birbirimize bakmıyor, kazara bakarsak da sebepsiz gülüyorduk. Bir yanda, âileden ayrılmanın üzüntüsü; diğer yanda, arkadaşlara ve hocalarımıza kavuşacak olmanın sevinci…”
Konuşmaya ilk Kübra başladı:
“−Şoförün arkasındaki koltuk olduğu iyi olmuş. Etrafı seyrederek gideriz.”
“−Keşke daha erken saate bilet bulabilseydik.”
“−Niye ki?”
“−Niye olacak, o zaman üç değil iki namazı otobüste kılardık. Az sonra öğleyi kılarız inşâallâh; ikindiyi de bir dinlenme yerinde. Durursak tabi…”
Çok geçmeden öğle ezanı okundu. Biz de oturduğumuz yerden namaza durduk. Selâm verdiğimde yan tarafta oturan iki adam bize bakarak konuşuyor ve gülüyorlardı. Belli ki otobüste namaz kılmamız komik gelmişti onlara. Bizimle alay etmelerinden son derece rahatsız olmuştuk. Ama yine de ses çıkarmadık. Bizi rahatsız eden tek husus da bu değildi. Hemen önümüzdeki şoför sigaranın birini söndürüp, diğerini yakıyordu. İnsanın hiç mi temiz havaya, oksijene ihtiyacı olmaz? Ama şoförün yoktu işte! En sonunda dayanamayıp muâvini çağırdık:
“−Lütfen bakar mısınız? Şoför bey mümkünse sigarasını söndürüversin; dumandan yolu göremeyecek neredeyse. Hem biz burada dumandan boğuluyoruz!..”
“−Kusura bakmayın bayanlar ama şoför bey uyumamak için içiyor. Dünden beri yolda; yerine geçecek şoför vefât etmiş. Ama meraklanmayın Ankara’da şirketimizin bir başka şoförüyle yer değiştirecek.”
“−Neyse canım, içsin sigarasını şoför bey.” dedik.
Zaman ilerliyor, sigara gidip kahve geliyor, kahve gidip çay geliyor ve şoför yola devam ediyordu. Nihâyet üç saatin sonunda dinlenme yerine vardık. Dinlenme vaktimiz nihâyet bulup tam yola çıkacaktık ki; ikindi ezanı okunmaya başladı.
Kübra:
“−Namazı kılalım mı hemen?” diye sordu.
“−Kılalım, yoldayız, ne olur ne olmaz.” dedim ve tam tekbir alacaktım ki; yan taraftakiler yine bize bakarak konuşup gülmeye başladılar. Sinirim bozuldu, ellerimi geri indirdim. Kübra namaza durmuştu. Yan taraftakiler, o eğildikçe:
“−Bak şuna ya. Bak bak iki büklüm oldu.” deyip alay ediyorlardı.
Sonunda Kübra da dayanamayıp selâm verdi.
“−Ya Nezihe abla dişlerimi sıkıp, içimden adamlara bağırıp çağırırken namaz kılamıyorum işte. Sinir oldum!” dedi.
“−Dur biraz. Muâvini çağırıp bir sonraki dinlenme yerini öğrenelim. Namaz geçmeyecek gibiyse orada kılarız.”
Hemen sonra hostesi çağırıp, otobüsün bir sonraki dinlenme yerini sordum. Dinlenme için duracağımız yerin iki saat uzaklıktaki Ankara olduğunu; orada yarım saatlik istirahat verileceğini öğrendik. Namazımız geçmeyecekti ama bir ihtimal kerâhate girebilirdi. Biz de:
“Allâh yardım eder.” deyip, namazı oraya varınca kılmak üzere tehir ettik.
***
Şoför artık iyice yorulmuş olacak ki, bir an önce Ankara’ya varmak için sollama üstüne sollama yapıyordu. Bir kamyon konvoyuna takıldık. Ne zaman karşı şerit boşalsa bizim otobüs sollamaya başlıyordu. Yine hızla kamyonları solluyorduk. Hemen önümüzde başka bir yolcu otobüsü de kamyonları sollamaya başladı. Bir, üç, beş, derken önümüzdeki otobüs birden sağ şeride, iki kamyonun arasına girip bizi karşıdan gelen bir tırla burun buruna bıraktı. Birden çok büyük bir gürültü koptu. Gözlerimi açtığımda asfaltta yatıyordum. Doğrulup ayağa kalktım. Kübra da ayaktaydı ve müthiş şaşkındı. Daha sonra diğer yöne doğru baktım. O da ne?.. İkimiz de hâlâ yerde yatıyorduk ve kanlar içindeydik!..
“−Kübra!!!” dedim hayretle.
“−Nezihe abla söylesene neler oluyor?!.”
“−Sus Kübra, sus!..”
Şaşkın şaşkın bakınırken yanımıza hiç tanımadığımız iki kişi yaklaştı:
“−Ah kızlar ah! Keşke ikindileri hemen kılsaydınız. O zaman hem namazınızın sevâbını, hem de alaylara rağmen namazınızı kılmış olmanın sevâbını alacaktınız. Dîninizi yaşama husûsunda alaya alınmak gibi çok ufak bir sıkıntıyla imtihan edildiniz. Bir de sahâbenin çektiklerini hesab edin!.. Keşke sahâbe gibi davranıp nefsinizi aşıp vazgeçmeseydiniz. Îmânınız, kendi gururunuzu yenseydi. Haydi gidiyoruz, öyle şaşkın durmayın, hadi…”
“−Nereye?!.” dedik, ikimiz birden.
“−Son bir fırsat size bu. Namaz kılmaya…” dediler.
***
İrkilerek uyandım. Otobüs durmuştu. Hemen saatime baktım; işe bakın ki, kerâhatin girmiş olması gerekirken, batıya gittiğimiz için onbeş dakika daha vaktimiz vardı. Kübra hâlâ uyuyordu.
“−Kübra hadi uyan! Ankara’ya gelmişiz.” dedim.
Gözlerini birden açıverdi. Sanki hiç uyumamış gibi kalktı ve:
“−Nezihe abla, çok garip bir rüyâ gördüm. Son bir fırsatımız var, vakit geçmeden kılalım ikindilerimizi…” dedi.
Hayatımızın her ânı bize verilmiş bir şans, tanınmış bir fırsattır. Bunu hesâb ederek hayatımızın her ânını amel-i sâlihle doldurmalıyız… Yaşadığımız şu ânın son ânımız olmadığını kim garanti edebilir ki?!.
YORUMLAR