Okul çağına kadar anne-babasının gözünün önünde ve kontrolünde bulunan çocuk, okula başladıktan sonra anne-babasının bilmediği, kendine ait yeni bir sosyal çevre inşa etmeye başlar.
Arkadaşları ve öğretmenleri ile birlikte günün büyük bir bölümünü geçiren çocukların ebeveynleri, bu zaman diliminde olup bitenleri fazlaca merak ederler: Acaba çocuk, okul ortamında kendini ifade edebiliyor mudur? Arkadaşları ile ilişkileri iyi midir? Başkalarına karşı kendi haklarını savunabiliyor mudur? Başkalarının özgürlüklerine saygılı mıdır? Kötü bir hâdise yaşadığında nasıl tepki veriyordur? Kısacası, kendi âilesinin kahramanı olan minikler, okuldaki filmin nasıl birer oyuncularıdır?
Olup bitenleri öğrenme isteği ile geçmek bilmeyen saatler, çocuk okuldan döndüğünde soru yağmuru ile son bulur:
“-Eee, anlat bakalım okulda neler oldu?”
Çocukların bir kısmı okulda olan biten en ince detayları dahî daha sormadan rahatlıkla anlatabilmesine rağmen, bazı çocuklar kendilerine öğrenme merakı ile yaklaşılmasından oldukça rahatsız olurlar. Özel hayatlarının merak edilmesinden hoşlanmaz ve üstün körü cevaplar vererek geçiştirirler. Çocukların bu tutumu, ebeveynlerin merakını ve endişesini daha da artırır. Acaba çocuk neden gizliyordur?
Kendiliğinden konuşan ve olup bitenleri anlatan çocukların anne-babaları olmak, bazen onları dinlemek açısından yorucu olsa da, sağlıklı bir çocuk yetiştirmek isteyen ebeveynlerin işini oldukça kolaylaştırır. Anne-baba, günün büyük bölümünü çocuğundan ayrı geçirse de kabaca uzaktan bir kontrol sağlayabilir. Gereken müdahaleler zamanında yapılabilir, çocuk ihtiyaç duyduğunda doğru bir şekilde desteklenebilir. Bu şekilde çocuğun sosyal çevresi daha iyi tanındığı gibi, çocuğu da daha yakından tanımak mümkün olur.
Paylaşmaya kapalı olan, sohbet etme becerileri kısıtlı olan çocukların âileleri için bilgi akışını sağlamak daha zordur. Sohbet etmek, öğrenilmiş bir sanattır. Sohbet edebilmek, duygu ve düşünceleri paylaşabilmek, insanların hayatlarını değerli kılar. Çocuklarımızın yemeleri, içmeleri, öğrenmeleri, büyümeleri ne kadar önemli ise, sohbet edebilmeleri de bir o kadar önemlidir. Bu yüzden sohbet etme eğitimi, doğar doğmaz çocuğa verilmelidir. Yaratılanlardan sadece insanoğluna verilen dil kullanabilme özelliği, henüz bebekler üç aylıkken sıralı konuşma ile başlar. Bir bebeği kucağınıza alıp gözlerinin içine bakarak konuştuğunuzda, bebek çıkarabildiği seslerle size bakarak cevap verir. “Agulama” olarak adlandırılan bu basit sesler, aslında sohbet etmenin ilk temellerini oluşturur.
Bebeklikten itibaren çocuğun çıkardığı sesler önemsenmeli ve ona karşılık verilmelidir. Bu şekilde büyütülen bir çocuk, söylediklerinin önemsendiğine inanarak büyür ve paylaşmaya açık hâle gelir. Aksi hâlde kendisinin ve başkalarının duygularını fazlaca tanımayan, paylaşmaya kapalı fertler yetişecektir. Ketum çocuklar, kendi hayatlarına yönelik meraklı sorular karşısında kapılarını daha da sıkı kapatırlar. Onların dünyasına girmek ve onları sohbet etmeye alıştırmak için aceleci davranmamak gerekir.
Bir çocuğun dünyasına girmek, emek ister, ama aslâ imkânsız değildir.
Öncelikle çocuklarla konuşurken onları sorguya çeken bir tavır içinde olmamak gerekir. Sohbet, soru yağmuru değil, karşılıklı bilgi paylaşımıdır. Eğer bir taraf sürekli soru soruyor, diğer taraf da cevap vermek zorunda kalıyorsa, bunun adı sohbet değil hesap sormaktır. Hiç kimse hesaba çekilmeyi ve yaşadığı olayların tek yönlü irdelenmesini sevmez, bunlar ne kadar kendi yetiştirdiğimiz çocuklar olsa da...
Bir anne-baba, gün içinde çocuğunun başından geçenleri öğrenmek istiyorsa, öncelikle o gün kendi başından geçenleri çocuğuna anlatması gerekir. Sohbet etmeye çalışan taraf, kendi kapılarını ne kadar açarsa, karşısındaki de o kadar paylaşmaya hazır hâle gelebilir. Çocukların anlattıkları şeyler, her zaman yetişkinler için önemli olmasa da, çocuk mutlaka kendisi için önemli olan bir konuyu anlatıyordur. O yüzden anlattıklarını küçümsememek, anlattıklarını alay konusu yapmamak gerekir. Anlattıkları dikkatle dinlenen ve önemsenen çocuk, başkalarını da dinler ve önemser.
Bir çocuğun özel dünyasına girebilmenin en kolay yollarından birisi de onunla doğru bir şekilde oyun oynayabilmekten geçer. Oyun, çocuğun duygu ve düşüncelerini en temiz ifade edebildiği en samimi, en mahrem alanıdır. Bu özel alana girebilmek için yönlendirici değil, eşlik edici pozisyonda durmayı bilmek gerekir. Oyuna doğru bir şekilde eşlik edebilmek için yetişkinliğin üzerimize yapıştırdığı şartlanmalardan sıyrılabilmek, çocuğun bütün oyun alanına hâkimiyet kurmasına izin vermek gerekir. Bu şekilde çocuğun en saf hâli ile dünyası adım adım keşfedilebilir. Özellikle okulda yaşananlardan haberdar olmak isteyen anne-babalar, “okulculuk” oynamak için çocuğunu motive eder ve ona eşlik ederse; çocuğun bütün arkadaşlık ilişkilerini, öğretmenini algılama şeklini, zaaflarını, arzularını, okulda yansıttığı kişiliğini oyun yolu ile öğrenebilir.
Bazı çocuklar da resim yoluyla kendilerini çok güzel ifade edebilirler. Meselâ çocuğun çizdiği bir sınıf resmi, onun okulla olan ilişkisini fotoğraf gibi gözler önüne serer. Öğretmeninin yüzündeki ifade, arkadaşlarının kendisine olan yakınlığı ya da uzaklığı, figürlerin boyutu ve konumları bazen kelimelerden çok daha fazlasını yansıtabilir.
Çocukların özel dünyalarına girmek, onları daha iyi tanımak ve onların kendilerini tanımalarını sağlamak için onlarla hayatı doğru bir şekilde paylaşmak çok önemlidir.
Unutmamalıdır ki, insan paylaştığı kadar insandır. Bir insanın hayat kalitesini; ne sahip oldukları, ne başarısı, ne de makam-mevkisi belirlemez. İnsan duyguları, düşünceleri ve davranışları ile bir bütündür ve bunlar ancak çevre ile paylaşıldığı zaman bir değer ifade eder.
YORUMLAR