Yolunu dokuz ay boyunca acıyla, sevinçle, merakla bekledim.
Daha önce çekmediğim nice sancılarla kıvrandım…
Ve seni binbir zahmetle dünyaya getirdim. Ne gariptir ki, bu kadar acı çektirdikten sonra, bir insan diğerinin yüzüne bakmazken, sen bir anda kalbimin en müstesnâ köşesine oturdun. Benim için dünyadakilerin en sevimlisi, en sevgilisi oldun.
Seni nasıl kabulleneceğimi düşünüyordum…
Sen bir köşede yorgun; ben bir köşede bitkin yatıyorduk. Kulağıma sesin gelmedi. Bir ân korku içinde, “Yoksa?.. Yoksa?..” dedim. Bunca acıdan sonra sesini hiç duymayacak mıydım oğlumun?.. Birkaç dakikalık tereddüdün ardından, evet sen benim oğlum olmuştun, oğlum. Bana annelik duygusunu tattıran ilk sen oldun.
Seni kendi canımla, kendi kanımla besledim. Rabbime şükür, eline ayağına kavuştum. Bu küçük eller, ayaklar, minik burun, gözler ve dudaklar… Yarım metre boyunla her şeyin tam tekmildi. Hiçbir şeyin unutulmamıştı… İşte yüce kudret…
* * *
Ziyâretlerin kesildiği ve sen simsiyah gözlerini kapadığın zaman, her ân yanımda olan annem;
“−Haydi kızım, sen de biraz uyu ve dinlen.” derdi.
Ben de uyumak için gözlerimi kapatırdım. Fakat birkaç dakikadan sonra tekrar açılırdı gözlerim, onca acı ve yorgunluğa rağmen seni seyrederdim. Tekrar, tekrar… Doyamazdım. Bu bana Rabbimin küçük, ama en büyük lütfuydu.
Rabbim! Ne saâdet… Bu küçük eller, ayaklar bana ait ve tertemiz, günahsız… Elhamdülillâh.
Seni sütümle besledim. Geceleri uykumu senin için feda ettim. Durmadan saatlerce hep ağlardın. Bebek ilk doğduğunda anne-babasının günahları için ağlarmış. İnşallâh senin gözyaşlarınla bizim günahımız da dökülmüştür.
Zaman geçti. Günler geceleri, aylar yılları kovaladı. Yaramazlıklarına tahammül ettim. Sen ağladın, ben ağladım. Sen güldün, ben güldüm. Bir gül fidanı gibi süzüldün büyüdün.
Anneler çocuklarına duâ ederler hep ve umumiyetle kendilerinin yapmak isteyip de yapamadığı, ulaşmak isteyip de ulaşamadığı şeyleri isterler Rablerinden, ciğerpâreleri için. Benim de yavrularım için bir dileğim var Rabbimden:
“–Ben yapamadım, Ya Rabbi!.. Sana lâyık kul olamadım. Seni layıkıyla sevemedim, dostluğuna ulaşamadım. Bir ömrü hasretle tükettim. Ey biricik Rabbim! Yavrularımı Senden, Sana yakınlıktan ayırma. “Kulluk ve yalvarmanız olmasa sizi ne yapayım.” buyuruyorsun. İşte Sana yalvarıyorum. Bu dünyada annelikle sevindirdiğin gibi âhirette de yavrularımı en yakınlarından eyleyerek sevindir. Ne doktorluk ne mühendislik istiyorum Ya Rabbi… Sadece sev, sevdir, sevindir. Cümle din kardeşlerimle… (Âmin)
* * *
Oğlum! Hatırlar mısın? Seninle elele tutuşup, müstakbel arkadaşlarımızı ziyarete giderdik. “Bismillâhi Rabbi’l-Âlemîn” der, okurdun Fâtiha ve ihlâsları. Sonra Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in rûhuna ve diğer ölmüşlerimizin rûhlarına hediye ederdin.
Ve bitmez tükenmez sorular sorardın. Anne burada kim yatıyor, ya burada? Neden yatıyorlar?..
Nasıl anlatabilirdim ki, üç yaşındaki çocuğa?
Toprağın altının Yaratan’la buluşmanın ilk basamağı olduğunu.
Ama sen bunları küçücük kalbinle daha ben söylemeden anlamıştın. Çünkü tekrar tekrar mezarlığa gitmek isterdin, müstakbel arkadaşlarımızla buluşmaya.
Ben de senin küçük ellerinden tutarken hep o ânı arzuladım. Arkamda belki ağlayan küçük gözler bırakacaktım ama yine de özledim ölümün sıcaklığını. Ve o günün, o vuslat ânının hasretiyle geçirdim, dünya günlerini. Bu Yaratan’ın kullarına vaadiydi.
Belki bir genç kız beyaz gelinliğiyle dünya evine giremeyecekti, ama ölümün gelinliğini giyeceği muhakkaktı. O sözünden hiç cayar mı? “Her nefis ölümü tadacaktır.” Ne güzel müjde!.. Evet ben de ölecektim. İşte yıllar yılı yolunu gözlediğim ölüm meleği karşımda…
Ve bu sızı benim için son sancı. Bütün günahlarıma rağmen, rahmetine sığınarak ruhumu gerçek sahibine teslim ediyorum.
Gözüm arkada değil. Çünkü ciğerpârelerimi, goncalarımı, biricik yavrularımı en sevdiğime, O’nun engin rahmetine emânet ediyorum. Mahşerde buluşmak dileğiyle…
Annen…
YORUMLAR