O Kutlu Ayın Gölgesinde

Rabbimiz lutfetti ve biz, elhamdülillah, yeniden o kutlu ayın gölgesine girdik. On bir ayın ardından, âşıkın mâşukuna kavuştuğu gibi kavuştuk rahmet deryasına…

Şehr-i Ramazan, neresinden bakılırsa bereket, neresinden bakılırsa rahmet, neresinden bakılırsa bakılsın bayramdır mü’minlere…

Bizden önceki ümmetlere farz kılındığı gibi bizlere de farz kılınan ve bu rahmet ayına mahsus tutmakla yükümlü olduğumuz oruç ibadetinin, akılların idrak etmekte dahî zorlandığı müjdelerle bize geldiğini, buyurun müjdecimiz Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’dan dinleyelim:

“Mîrâc gecesi, Sidre-i Müntehâ yanında, daha önce görmediğim büyüklükte bir melek gördüm. Uzunluğu, bir milyon senelik bir mesâfeydi. Yetmiş bin başı vardı. Her başta yetmiş bin tane yüz ve her yüzde yetmiş bin dil vardı. Her bir başın üzerinde nûrdan yapılmış bin kâkül ve her kâkülde, Allah Teâlâ’nın kudretine bağlı bir milyon inci bulunmaktaydı. Her incinin içinde nûrdan bir deniz olup, her denizin içinde uzunlukları iki yüz yıl mesâfe olan balıklar vardı. Her bir balığın üzerinde «Lâ ilâhe illâllah, Muhammedün Rasûlullah» diye yazmaktaydı.

İşte bu melek, kendisi mukaddes bir mahalde bulunup, iki elinden birisini başı üzerine, diğerini de arkasına koymuştu. Tesbih edince, sesinin güzelliğinden Arş titriyordu. Cibrîl -aleyhisselâm-’dan, bu meleği sorduğumda o:

«Bu, Allah Teâlâ’nın Âdem -aleyhisselâm-’dan iki bin yıl önce yarattığı bir melektir.» dedi. Ben:

«Peki, şimdiye kadar nerede duruyordu?» dedim, O:

«Cennette, Arş’ın sağında büyükçe bir yer vardı. Orada bulunmaktaydı. Allah Teâlâ ona, bu mekânda, Ramazan orucu sebebiyle Senin ve ümmetin için tesbih etmesini emretti.» diye karşılık verdi.

Meleğin iki eli arasında iki sandık gördüm. Her ikisinin üzerinde nûrdan yapılmış biner kilit vardı. Cebrâîl -aleyhisselâm-’a bu iki sandığın ne olduğunu sordum. Cebrâîl -aleyhisselâm-, bunun cevabını, meleğin kendisinden almamı istedi. Ben de meleğe elindeki sandıklar hakkında sordum. Şöyle cevap verdi:

«Bu iki sandığın içinde, ümmetinden oruç tutanların, cehennem azâbından kurtulma beraatleri vardır. Sana ve ümmetine ne mutlu!» dedi.” (İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, Terc: Heyet, Erkam Yay., cilt: 2, sh: 197-198)

* * *

Îman şüpheden berîdir… Îman; kalp ile tasdik, dil ile ikrar gerektirir. Bu ve benzeri rivâyetler, hakikat mânâsından ziyade çoğunlukla “kesretten kinâye”, yani Allâh’ın rahmet, bereket ve mağfiretinin bolluğunu anlatmak için nakledilmiştir. Biz, bu misal bir tarafa, zaten Allâh’ın sonsuz rahmet ve kudretinin, mağfiret ve azametinin büyüklüğüne her an şâhit olmaktayız. Dolayısıyla Allâh’ın kudretinin, rahmet, mağfiret ve bereketinin nihayetsizliğini tam mânâsıyla anlatmak için bu misal bile yetersiz kalır.

İşte Ramazan Ayı, bu büyük mağfiret, rahmet ve bereketin coştuğu, tuğyan ettiği aydır. Bu ayda, kendisini nasipsiz kılanlar dışında herkes az-çok bu rahmet ve mağfiretten hissedar olur.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Allah Teâlâ’nın böyle husûsî zaman ve mekânlara olan ikramlarından ümmetinin istifade etmesi, fırsatları kaçırmaması için pek çok haber ve müjde vermiştir. Bu vesileyle bir defasında, Şaban Ayı’nın son günlerinde şöyle buyurmuştur:

“-Ey insanlar! Sizi mübarek ve büyük bir ay gölgelemiştir. O, içinde bin aydan daha hayırlı bir gece bulunduran aydır.

Allah Teâlâ’nın oruç tutulmasını farz kıldığı, gecesinde ibadet yapılmasını sevap kıldığı bir aydır. Kim bu ayda hayırlı bir amelle Allâh’a yakınlık gösterirse, diğer aylardaki bir farzı yerine getirmiş gibi olur. Kim de bu ayda bir farz ameli yerine getirirse, diğer aylardaki yetmiş farzı yerine getirmiş gibi olur.

O, sabır ayıdır. Sabrın karşılığı da cennettir.

Bu ay, başkalarının dert ve sıkıntısına ortak olma ayıdır. Bu, mü’minin rızkının artırıldığı bir aydır.

Kim bu ayda bir oruçluya iftar verirse, bu onun günahlarının bağışlanmasına, cehennem azâbından kurtulmasına ve kendi mükâfâtından hiçbir şey eksilmeden bir oruç tutma sevâbına daha nâil olmasına vesîle olur.”

Bunun üzerine sahâbîler:

“–Ey Allâh’ın elçisi! Hepimiz bir oruçluyu doyuracak kadar yiyeceğe sahip değiliz.” dediklerinde, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Kim bir oruçluyu, bir hurma ile veya içecek su ile veya tadımlık bir süt ile iftar ettirirse, Allah ona bu sevâbı verir.” buyurdu ve sözlerine şöyle devam etti:

“-Bu öyle bir aydır ki, önü rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennem azâbından kurtuluştur. Kim bu ayda, emrinde olan insanlara kolaylık gösterir de yüklerini hafifletirse, Allah onun günahlarını bağışlar ve onu cehennem azâbından âzâd eder.

Bu ayda dört önemli hususa daha fazla riâyet edin: Onlardan ikisi Allâh’ın rızâsını kazanmak için, diğer ikisi de kendilerinden hiçbir zaman uzakta kalamayacağınız şeylerdir.

Kendileri ile Rabbinizin rızâsını kazanacağınız şeyler, bol bol «kelime-i tevhîd» getirip «istiğfâr» etmeniz ve kendilerinden uzakta kalamayacağınız iki şey de Allâh’tan dâimâ «cennet»i taleb etmeniz ve kendisi ile «cehennem» ateşinden muhafaza istemenizdir.

Kim bir oruçluyu iftarda su ile doyurursa, Allah Teâlâ da onu benim havuzumdan içirerek doyurur. Hattâ o, cennete girinceye kadar bir daha susuzluk çekmez.” (Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, VIII, 477/23714)

Cenâb-ı Hak, bizlere Peygamber Efendimizin buyurduğu tavsiyelere uymayı, gölgesinde bulunduğumuz kutlu ayın her türlü nimetinden, bereket ve mağfiretinden faydalanmayı ve cehennem ateşinden kurtuluş beraatimizi alarak cenneti kazanabilmeyi nasîb eylesin. Bizi, bu aydan hiçbir hayır ve bereket görmeden çıkan nasipsizlerden eylemesin. Bu ayı, hayatımızın bundan sonraki bütün ayları için hayır ve sâlih amellere maya olacak bir kıvamda geçirmeyi, kendisine kavuşacağımız ölüm ânı dâhil olmak üzere, rızâsı yolunda hiç bıkmadan, yorulmadan sâlih amellerde bulunmayı ve bu sayede sevdiği kullar arasına dâhil olmayı hepimize nasip ve müyesser eylesin. Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle