Nimetin Sahibini İncitme

Orta Asyalı Müslüman Türk kardeşlerimizin ortak özelliklerinden biri de misafirperverlik olup, ikramda bulunmayı çok sevmeleridir. Evinde bir günlük yemeği olan birisi bile, düşünmeden onu gelen misafirine ikram eder, gerekirse kendisi aç kalmayı tercih eder. Eve gelen misafir tok olsa dahî, yemek ikram etmemek çok ayıptır. Hatta telefon açıp:

“-Biz sadece çaya geliyoruz, yemek ikramına gerek yok!” deseniz;

“-Sadece çay ikramıyla misafir ağırlanır mı?” diyerek hayret ederler.

Ayrıca ikramının misafir tarafından takdir görüp tamamen bitirilmesi, ev sahibi için memnun edici bir durumdur. Sadece evinde ikram etmekle kalmaz, eve giderken de misafirine sofrada bulunan ekmekten yemeğine, çikolatasına ne varsa paket hazırlayıp hediye eder.

Soframızdaki nimeti Allah’tan hediye olarak görüp, “Bugünkü rızkımız da bu!” diyerek şükran duyguları içinde karşılayıp kabul etmek gerekir. Özellikle de misafirlikte “Misafir umduğunu değil, bulduğunu yer!” atasözünü düstur edinip, ikram eden kimseye sözümüzle, özümüzle teşekkür duygularımızı bildirmek gerekir. Aksi takdirde aşağılayıcı bir söz, îma veya tavır; bir mü’minin gönül Kâbe’sini yıkmaya yeter.

Misafirlikteki her ikram edilen şey beğenilecek diye bir kaide yok. Belki damak tadına uymayabilir. İkramı beğenmediği için susup nâzikçe bildirmek başka, ikrâmı hor görüp aşağılamak ise bambaşka bir şeydir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu konuda Hazret-i Câbir -radıyallâhu anh-’tan rivâyetle şöyle buyurmuştur:

“Adama şer cihetinden, misafir gittiği yerde önüne konulanı beğenmemesi kâfidir.” (Ramûz,  II, 340-8)

Peygamber ümmeti olan bizler, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sünneti dediğimizde sadece sağ elle yemek yemesini, oturarak su içmesini örnek verir ve onu uygularız. Kendisine ikram edilen bir hediye veya yemeği, güler yüzle kabul edip eğer yemediği bir ikramsa nîmeti hor görmeden, ikram sahibini kırmadan geri çevirmesini sünnet olarak uygulayabiliyor muyuz? Peygamberimizin ikram edileni ev sahibinin gönlünü incitmeden, nazikçe geri çevirmesine verilen örneği hepimiz işitmişizdir. Ebû Eyyûb el-Ensârî anlatır:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e daima akşam yemeği yapıp gönderirdik. Kalanını, bize geri gönderdiği zaman, ben ve Ümmü Eyyûb, Allah Rasûlü’nün elinin değdiği yerleri araştırarak, oralardan yer ve bununla bereketlenirdik. Yine bir gece, yapıp gönderdiğimiz soğanlı veya sarımsaklı yemeği Rasûlullah iâde etmişti. Onda elinin izini göremeyince, yanına gittim.

“-Yâ Rasûlallah! Babam, anam Sana fedâ olsun! Siz akşam yemeğini bize iade ettiniz. Fakat onda elinizin izini göremedim. Hâlbuki ben ve Ümmü Eyyûb, verdiğiniz yemekte elinizin değdiği yerleri araştırmakta ve bununla bereketlenmekteydik.” dedim.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurdular ki:

“-Bu sebzede bir koku hissettim. Ondan yemedim. Ben melekle konuşan bir kişiyim.” 

“-O yemek haram mıdır?” diye sorunca: 

“-Hayır! Fakat ben kokusundan dolayı ondan hoşlanmadım.” buyurunca:

“-Senin hoşlanmadığın şeyden ben de hoşlanmam!” dedim. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: 

“-Siz onu yiyiniz.” buyurdu.

Bunun üzerine biz de ondan yedik ve bir daha Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e o sebzeden yemek yapmadık.” (Müslim, Eşribe, 31)

Yine peygamber sünnetini hayat düsturu eden Sahibü’l-Vefâ Musa Topbaş Efendi Hazretleri hakkında Abdullah Sert Beyefendi, yapılan bir röportajda gönülden verilen ikramın nasıl kabul edilmesi gerektiğini şu hatıralarıyla dile getirir:

“Anadolu’da bir yere gittik. Sofra yuvarlak bir tabla, yani yer sofrası, üzeri bez örtülü. Çok düzgün de değil. Gelen yemekler de üstadımızın sıhhatine hiç uygun değil. Benim fanila sıkıntıdan sırtıma yapıştı. “Eyvah!” dedim. Üstadımız hasta olacak, rahatsız olacak diye neşem kaçtı. Herhalde üstadımız, benim bu tavrımı gördü ki, nasıl da ev sahibine iltifat ediyor.

«-Ne kadar da güzel bir sofra. Can u gönülden hazırlamışsınız, ne huzurlu bir sofra!» diye iltifatlar ediyor.

Benim yüzümdeki olumsuzluğu kapatmak için Üstadımız olağanüstü bir gayret sarf etti. O gün hakikaten başka seyahatlerde yediğinden daha fazla yedi. O yemeklerin de çoğu üstadımızın alışmadığı tarz yemeklerdi. Ama bunu en küçük bir şekilde hissettirmedi. Zaten üstadımız sık sık şunları söylerdi:

«-İnsan Allâh’ı bulunca, kuru ekmekle yaş ekmeğin farkı kalmaz. Önüne ne gelirse fark görmez. Soğukla sıcağın farkını görmez. Soğanla en güzel nimetler arasında bir fark görmez. Artık hepsini Allâh’ın ikrâmı olarak görür.» derdi.” (Altınoluk Dergisi, sayı: 185)

Peygamber terbiyesiyle terbiyelenen insanlar, ikrâm edeni kırmamak için özen gösterirken, medyanın terbiye ettiği insanlar, ikramda bulunan kişiyi hiç düşünmeden kırabiliyor. Özellikle televizyondaki yemek yarışmaları karakteri oturmamış insanları daha da cesaretlendirip:

“-Beğenmezsen rahat rahat bunu söylemelisin, eksikliklerini cesurca yüzüne vurabilirsin!” telkininde bulunuyorlar.

Bu programların telkiniyle herkes birbirinin eksiğini veya beğenmediği bir şeyi rahatlıkla dile getirebiliyor. Bu sebepten ev sahibinin misafir ağırlaması zevk yerine, “Aman bir kusurumu bulurlarsa!” diyerek işkence hâlini alabiliyor. Günler öncesinden misafir stresine girilip temizlik, çeşit çeşit ikramlar için onca saat israf ediliyor. Niyet gösteriş olduğu için elde sevap yerine sadece yorgunluk kalıyor.

Müslüman yemek yedirmekten, misafir ağırlamaktan zevk almalıdır. Biz Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-’ın misafir ağırlamasıyla ilgili hikâyeleriyle büyümüş bir toplumuz. Duâlarımızda “Halil İbrahim bereketi” isteyen, “Halil İbrahim sofrası” şarkılarıyla büyüyen bir nesil olarak; misafiri ağırlık olarak görmek, hem dînî yönden, hem millî yönden güzel bir âdetimizin yok olması demektir. Hazret-i Ali -kerremallâhu vecheh- yemek yedirme hususunda şöyle demektedir:

“-Bir arkadaşımı bir sabah yemeğe çağırmak, benim için pazara çıkıp bir köle satın almak ve o köleyi Allah yolunda âzâd etmekten daha sevimlidir.” (Hayâtü’s-Sahabe, c.III, 299)

Yine Hazret-i Ali -kerremallâhu vecheh-, “ Nimetleri şükürsüzlük ile kendinizden kaçırmayın!” buyuruyor. İkramı beğenmemek ise, en büyük şükürsüzlüklerden biridir. Nimetin sahibine karşı şükürsüzlükten yine bütün nimetlerin gerçek sahibine sığınırız. 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle