Kötü bir kokusu ve üzerinde lekeleri vardı. Kullanılıp bir köşede unutulmuş, uzun zamandır el değmemiş gibiydi. Kendini çok yorgun ve mutsuz hissetti.
(Öyle dururken hiç yorulunur mu? Tabiî… Eğer, yaratılış amacına uygun bir işte çalıştırılmazsa, yorulur yaratılmış olan... Bir kumaş, bir sebze, bir koyun, bir insan… Hepsi için aynı durum söz konusudur. Varlık, aslına dönmek ister. Aslına dönmek, ne için yaratıldığını hissetmekle başlar, ölümle kemâl bulur.)
Keyifsizce dururken, yanındakine gözü ilişti. O da farklı bir durumda değildi. Etrafa yaydığı nâhoş kokusu, kiri-pisi ve nicedir beklemekte olmasıyla, kendisine ne kadar da benziyordu. “Laf atsam” diye düşündü, vazgeçti. “Canı sıkkındır mutlaka, belki de konuşmak bile istemez.” diye geçirdi içinden... Bu sırada, hiç beklemediği bir şekilde, onun kendisiyle konuşmaya başladığını görüp şaşırdı. Aralarında şöyle bir konuşma başladı:
“–İki söz etsen, diline mi yapışır? Sohbetine de doyum olmuyor yani. Tamam, pek çekici değilim, ama ne yapalım, arada böyle oluyor işte... Eğer selâm vermeyişin bundansa, bil ki, sen de benden daha iyi görünmüyorsun.”
“–İyi ki de söyledin!..” dedi bizimki... “Sanki ben bilmiyorum, ne hâlde olduğumu! Yüzüme vurmasan, karnın mı ağrıyacaktı?!”
“–Yâhu yok, ondan değil, hani, rahat ol, «ha sen, ha ben» demeye getirdim kendimce… Hani, «Çekinme, konuş işte, şurada yok ki birbirimizden farkımız!..» demek istedim.”
“–O kadar canım sıkkın ki, iltifat da etsen, küfür sanırım!”
“–Ben de bir arkadaşa o kadar muhtacım ki, sövsen, selâm verdin sayarım…”
“–Kafam bozuk! Sana bakışım sû-i zanladır! Benden arkadaş olmaz!”
“–Benimse gönlüm sana meyyâl... Sana bakışım, hüsn-i zanladır. Sensiz olmaz…”
“–Berbat kokuyorum! Pisim! Çirkinim! Yüzüm gözüm pasak içinde!”
“–Ee, «Körler sağırlar, birbirini ağırlar.» demişler. Sen gibi zaten, benim hâlim ve biçimim de…”
Doğrusu, herhangi biri bu konuşulanları duyacak olsa, hayretler içinde kalıp, “Aklımı yitirdiimm!” diye feryada başlardı. Zira konuşanlar, kirli çamaşır sepetindeki gömleklerdi. Fakat evin hanımı, bu sohbetleri dinlemeye alışkın, garip biriydi. Üstelik az önce kapıda görünmüştü. Sakin adımlarla sepete yaklaştı ve içindeki gömlekleri aldı. Genellikle bu aşamada, kirlilerin makinede ya da elde, bir şekilde hemen yıkanması gerekir. Ama öyle olmadı. Zaten, bu evde hiçbir şey, genellikle olması beklenene benzemezdi. Neyse… Şimdi hikâyenin devamında, evin hanımını “Garip” adıyla anacağımızı hatırlatıp, yazmayı sürdürelim.
Gömlekler, kendilerini tutan elleri tanıdılar. Ne zaman böyle kötü hissetseler, Hızır gibi yetişip ferahlatırdı. Bu arada, aralarında şöyle bir konuşma daha oldu:
“–Hislerimizi anlamış gibi bir hâli var. Nasıl da yetişti yine bak!..”
“–Evet öyle, ama şimdi yine o tuhaf yöntemleriyle, ferahlatacağım derken, canımıza okuyacak!”
“–Ama ne yapıyorsa, bizim iyiliğimiz için yapıyor, hatırlasana…”
“–Çok isterdim senin gibi düşünmeyi, fakat elimde değil; aklıma hemen, bizi içine atacağı köpüklü kaynar sular geliyor. Düşününce bile irkiliyorum!”
“–Haksız da değilsin gerçi… Ama ne yapsın işte, bizim kirimiz başka türlü temizlenecek gibi değil ki…”
Bu sırada, Garip’in kendilerini seyre daldığını fark edip sustular. Pek mahzun ve kederli bir hâlde, gömlekleri seyrediyordu… Bizimkiler önce “Hayırdır…” der gibi birbirlerine baktılar, sonra, dinlemeye koyuldular. Zira Garip, onlarla konuşmaya başladı:
“–Nasıl da size benziyorum. İliklerime işlemiş lekelerim var. Üstelik bir yenisi eklendi dün gece… Âh, o dün gece… Âah ah… Şimdi sizin gibiyim. Bu hâlimle ne bakılacak, ne faydalanılacak bir durumum var. Nâhoş râyihalar yaydığımı hissediyorum. Her günâh, “burna zulüm bir koku” gibi dağılıyor etrafa… Gerçi ümitliyim. Gözlerim, ellerim, dilim elbet kurtulacak bu kirlerden… Bir gün, sahibim de beni temizleyecek. İnsanlar arasında dolanıp dururken, bazen bile bile, bazen farkında bile olmadan işlediğim günahlar, yaptığım hatalar, elbet bir gün paklanacak. Bu hâlimle ben bile sizi temizliyorum da, sahibim mi beni aklamayacak. Sıkılmışsınız belli... Zaten, ben de sizin gibiyim bugün…
“–Aman canım, seninki de dert mi?! Sana göre hava hoş!..” dedi, gömleklerden biri… “Sen bizim gibi yana yana, döne döne yıkanmayacaksın.”
Garip, dönmekten ve yanmaktan bahis açılınca coşuverdi:
“–Kendinizi pek çilekeş sanırsınız ya, bilin ki ötesi var. İnsanoğlunun kirlenmesi de, temizlenmesi de sizinkine benzemez. «Paklanmamız nasıldır?» anlayacağınız dilden anlatayım da, bir daha dertli birine «Senin için hava hoş!..» deyip, edepsiz olmayın!”
Bu çıkış üzerine gömlekler hemen susup, dinlemeye koyuldular. Garip de başladı anlatmaya:
“–İnsanı, nefsinin arzularına esir olmak kirletir. Böyle bir kirden korunabilmekse, ciddî bir savaş gerektirir. Hani, bezm-i ezelde «elestü bi Rabbiküm» suâline verilen «evet» cevabı olmasa, kafamıza göre takılıp, geldiği gibi yaşar, her istediğimizi de yaparız. Ama verilmiş bir sözü olan her insan, o sözü yerine getirememe endişesiyle doludur. Kâh şaşırırız; kâh silkinip «Eyvah!» deriz. Kendine gelmek, yaratılış gâyesine uygun yaşamaya başlamakla olur. Bu da ancak, Allâh’ın emirlerine tam teslimiyet gösterilebildiği, yasaklarından da güzelce kaçılabildiği gün mümkün olur.
Günâh kirine bulanmış kişiyi, sizin gibi suya atarlar. Ama bizim suya atılmamız, sizinkine benzemez. Sizde bir leğen suyla mümkün olan şey, bizde sadece onunla değil, yanı sıra vicdan sızısından doğan ter suyunu ve pişmanlıkla akan gözyaşını da gerektirir. Leke ne kadar ağırsa, bu yıkanma da o kadar uzun sürer.
Günahtan kaçan, nefsinin «haddini aşan istekleri»nden kurtulmaya çalışan kişi, dedenizin çektiği acının bir benzerini yaşar. Dedeniz ki, Yûsuf -aleyhisselâm-’ın mübârek sırtındaydı ve Züleyhâ’nın elinden kaçarken, arkasından yırtılmıştı. Şimdi siz, âhir zaman gömleklerisiniz. Üzerinizde birkaç sıradan lekeyle çamaşır sepetinin içinde oturmayı «çile» sanıyor, sızlanıp duruyorsunuz. Söyleyin hele, dedenizin canı yok muydu, kardeşleri tarafından kuyuya atıldığı vakit, Yusuf’un ayrılığından canı gider gibi oldu da, edebinden sesini bile çıkarmadı!..
Şimdi siz, içine dalacağınız kaynar suda başınıza geleceklerden korkup, elinizde olsa kaçacaksınız. Dedeniz kirlenmekten kaçmıştı, oysa siz, temizlenmekten kaçıyorsunuz. Bilin ki, kaçtıkça yakalar, yine de temizlerim sizi... Çünkü buna katlanmanız gerektiğini iyi bilirim. Üstelik bizim kaynar suyumuz, sizinkine benzemez. İç yakar, adı aşktır… Utanın, aşktan kaçılmaz, nefsten kaçılır! Yusuf, kendi gibi Yusuf tıynetli olaydı, Züleyha’dan kaçmazdı. Zaten, Züleyha da Yusuf gibi olsa, kovalamaz ve gömleğe el uzatmazdı… O hâlde iyice anlayın da, kaçmanız gerekenden sakının. Hem belki böylece, sıradan gömlekler olmaktan kurtulup, dedenizin nasibiyle ikramlanırsınız…
Kiriniz yıkanmakla temizlenir belki, ama çileniz bitmez. Her seferinde üşenmez, ütülerim sizi... Sanmayın ki, garezim var da zulmederim. Ütü altına yatıp, canınızı delice bir ateşle dağlanırken bulmanız da ancak aşktır… Siz, elinizde olsa bundan da kaçardınız… Halbuki, son şeklinizi verecek olan, sizi esas güzelliğinize kavuşturacak olan, ütünün yakıcı sıcağıdır. İşte sizin böylece daha da güzelleşip göz doldurmanıza benzer, bizim de yanmamız… Nasıl ki, ütüsüzken alıp giymezler sizi, onun gibi, ateşlerde dağlanmadıkça, bizim de kıymetimiz bilinmez. Kim ki, sıkıntılara, acılara sabreder; işte o kişi güzelleşir, göze gelir… Sizin ütüden sonra kullanılmaya başlamanız gibi, biz de, nice yangının ardından hizmet edecek kıvama geliriz. Ütü, aşk gibidir. Ateşiyle yaka yaka şekle sokar sizi…
Ütüyü tutan el, ne kadar ehilse, şekil almanız o kadar kolay ve hızlı olur. Bizi de elinde tutan bir ehil el vardır. O el, bizi aşkla yanmaktan ve aşksız kalmaktan korur.
Nasıl ki, size cefa gibi gelen işlemler, hakkınızda şifadır, bizim için de böyle… Zaten, Rabbimin Sevgilisi haber vermiş: “Mü’minin çektiği en küçük bir sıkıntı dahî, ya günahlarına kefârettir, ya da Allâh’a yaklaştırır.” Mademki böyledir, hakkında sızlandığınız işler, sizin için birer nimettir. Sizin ütü altında her şeye rağmen kalışınıza benzer; bizim, çırpınsak bile, bazı kederlerden kaçamayışımız. Mademki, siz ne etseniz olacak olur, o hâlde, memnun kalmaya bakın… Zira nefs, «Mecbûriyetten haz etmez.», ama «Memnuniyetle ferahlar, güzelleşir.»
Âhh gömlekler âh… İşte şimdi, sizin deyişinizle, «Canınıza okuyacağım!» Şimdi, yine itiraz edecek misiniz, işte, önce yıkayacak, iplere gerip asacak, sonra da sizi yaka yaka şekle sokacağım!..”
“–Hayır!..” dedi gömlekler. “Biliyoruz ki sen, bizim için en iyisini istersin. Ve bize çektirdiğin tüm sıkıntılar, aslında birer rahmettir. Ve anladık ki, temizlenebilmek için yanmak; temiz kalabilmek için bazen acılara katlanmak, kopmak, kanamak gerekir…”
“–Öyledir ya!..” dedi Garip… “Nefsin elinden kaçarken yırtılmaktır aşk... Ve tadını en iyi Yusuf’un gömleği bilir.”
YORUMLAR