Kayseri Kültepe’de yapılan kazılarda, 4.000 yıl öncesine âit Asurlu bir tüccara, eşinin gönderdiği çivi yazısı bir tablet mektupta şunlar okunmuş:
“Annenden çok çekiyorum. Bana büyük kötülük yapıyor. Artık bunu taşıyacak hâlim kalmadı. Bir an önce bu kadından beni kurtar!”
“Anadolu’da Hitit Sosyal Yaşamında Kadının Yeri ve Önemi” konulu araştırmaya göre, gelin-kayınvâlide çekişmesi, Hititler’de ülke meselesi olacak kadar önemli bir problem hâline gelmiş.
Gelin-kayınvalide çatışması varsa bir yerde, iktidar ve güç savaşlarının olduğu anlaşılıyor. Bu savaş, oğul ve eş üzerinden yürütülüyor ve her ikisi de eş ya da oğlunun üzerinde iktidarını kurup, karşı tarafı tesirsiz hâle getirmeyi hedefliyor. Cedel, cehâletle olur. Kavga iki taraflı çıkar. Bir kişi kavgaya karışmıyorsa, diğeri kendi kendine kavga edemez. Her iki taraf da karşı tarafın haddini bildirme derdinden susmayınca, bütün âile fertlerine tesir eden travmalar oluşur.
Birbirlerini anlayamayan insanlar, birbirlerini sevemezler. Sevgi, anlamaktır. İlişkilerde birbirlerini anlamayan taraflar, daima dert çıkarır, her şeyi büyütürler. Birbirlerini niye anlayamazlar, neden düşman zannederler? Birbirlerine dair ön yargıları, en büyük âmildir (sebeptir).
İnsanların birbirlerine söyleyemeyeceği ağır sözler, gelin-kaynana manilerinde mevcut: “Kazanda kaynatılan, kapı önüne konulan, dilini akrep sokturulan” kaynanalar, gelinlerden öçlerini “leylek bacaklıktan tutun maymuna benzetmeye kadar” giden sözlerle alıyorlar. İçi hakaret, nispet dolu sözler... Komiklik olsun diye söylense de şuur altına, ön yargılar dolduruluyor.
Kayınvâlide için çizilen profil; “kıskanç, oğlunu paylaşmak istemeyen, gelininin acı çekmesinden zevk alan, oğlunun evini yönetmek isteyen, gelinini beğenmeyen, hizmetçi gibi kullanan, sevgi ve hoşgörüden mahrum, zâlim bir kadın” tipi…
Gelin için çizilen ise; “oğlu ile evlendikten sonra kayınvâlidesini istemeyen, kapı önüne koymak isteyen, eşi ile kayınvâlidesini birbirinden ayırmak isteyen, eşi ile yaşadığı güzelliklerle kayınvâlidesine nispet yapan merhametsiz, hilkat garibesi…”
Her ikisinin ortak marifeti gıybet, dedikodu, birbirini itibarsızlaştırma…
Evlere şenlik tespitlerimiz var, bir de: “Gelin ve kayınvâlidenin duâsı baştan yapılmamış”, “Kaynana pamuk ipliği olup raftan düşse, gelinin başını yarar.” gibi…
Yazıktır; baştan önyargılı, peşin fikirli başlanan ilişkilere… İnsanların birbirini tanımalarına ve anlamalarına fırsat verilmeden, bir diğerine karşı, baştan peşin hükümlerle bir yuvanın kurulması; “Zaten ne bekliyordum ki, kaynana işte!” ya da “Gelin işte!” gibi klişe tespitlerin yapılması, düşünen, değişen insanoğlu için bu konuda hiçbir düşünce ve olumlu yönde değişimin yaşanmadığını gösteriyor.
Neden kayınvâlide ve gelin, bir erkeği paylaşamazlar? Hem bu savaş, kime rağmen kazanılır. İster gelin kazansın, ister kayınvâlide; her ikisinde de kaybeden, “eş” yani “oğul” ise; yere batsın bu zafer!.. Zira kişi, sevdiğinin kaybettiği bir savaşın, kazananı olsa ne, olmasa ne?
Kayınvâlidesinden çok çektiğini söyleyen bir hanım:
“-Benim âilem gurbette, eşiminki burada… Onlara her gittiğinde dertleşir, rahatlar, gelir. Kayınvâlidem her fırsatta beni yarıştırır, o da inanır. Ben o kadının gerçek yüzünü anlatsam da dinlemez.” diye derdini anlattı.
Bu hanımın, eşinin ailesine gidip dertlerini anlatarak rahatladığını söylemesi ne acı!. Hiçbir erkek, eşi hakkında kötü konuşulmasından hoşlanmaz, annesinin hakkında kötü konuşulmasından da hoşlanmaz. Bu adam, iki kadın arasında kalıp ikisini de idare edemeyen, “kavvâm” olamayan, kendisinin üzerinde kadınların iktidar kurmasına mani olamayan, zavallı bir adam…
* * *
Bir yerde ön yargı varsa, zan da vardır. Niyet okumak da… Tabiî alınganlık da…
Kim bilir, kendi annesi neler söylüyordur gelin hanıma; ona gücenmez; kayınvâlidesi söylediğinde gözünden yaş tükenmez. Kız kardeşi:
“-Senin elin çok yavaş, bir işi on saatte bitiriyorsun.” dese kırılmaz; kayınvâlidesi dese, kanlı bıçaklı küser. Kayınvâlide, kendi kızına kaç kere:
“-Kızım, bir çay demle.” der, kızı duymaz; gelin azıcık geç duysa işkillenir, gönül koyar, “Beni umursamıyor!” diye oğluna şikâyet eder.
Biri kızı, biri gelini; biri ablası, biri kayınvâlidesi… Alınganlık sebebi, birlerinin kötü niyetli olduğunu zannetmeleridir.
Erkek çocuk ile annesi arsında güçlü bir bağ vardır. Annenin oğlu üzerinde iyileştirici tesiri vardır. Gönülden evlâdına duâ eder. Bu kadar çok sevdiği oğlunun karısının sözü ile kendisini incitmesini de kaldıramaz. Bu durumdan Cenâb-ı Hak da râzı değildir ki, hadîslerde rivâyet edildiği üzere, böylesi erkek evlat ölürken kelime-i şehadet getiremez. Eşinin böyle bir âkıbete düçâr olmasını, gerçekten seven hiçbir kadın istemez. Çünkü kendinin ikrâmına en çok layık olan kişinin eşi olduğunu, eşinin de en çok ikramına lâyık olanın hem de üç kez kayınvâlidesi olduğunu bilir. Aralarında annelik makamı ile eşlik makamının birbirinden çok farklı olduğunu bilince daha hassas olur.
Kendisinin bu makamını bilerek, gelinine ve oğluna zulmeden kayınvâlide, iyi bilmelidir ki, kimsenin kötülüğü yanına kâr kalmaz, hesabı zor verir.
* * *
Bir kayınvâlide aramıştı:
“-Oğlum, hiç gönlümü incitmedi. Komşumun kızını aldık, sessiz de bir kızcağızdı. Durumumuz iyi olmadığı için birlikte oturmak zorundaydık. Oğlum, her gün benden uzaklaşıyordu. Buna bir mânâ veremedim. Torunum dünyaya geldikten sonra gelinimle birlikte büyük bir kavga çıkardılar, ertesi günü ev tutup ayrıldılar. Giderken bana oğlum:
“-Ne yanıma gel, ne de beni bekle!. Ölene kadar seni görmek istemiyorum.” dedi.
Başı ağrıyormuş, neden ilaç vermemişim; yemek pişirmesini bekliyormuşum, yaptığını beğenmiyormuşum, bunu bakışlarımdan belli ediyormuşum. Onun âilesinin bize gelmesini istemiyormuşum. Giderken oğluma bedduâ ettim:
“-Ettiğini bul oğlum, yüzün gülmesin!.”
“-Bedduâ etmesen daha iyi olur.” desek de vazgeçmiyordu. Şu gelinen durum, ne kadar acı!..
* * *
Bir diğer kayınvâlide:
“-Gelin aldık, kocası yokken odasından çıkmaz. Kocası gelince gül gül açılır, odasından çıkar bizimle konuşur. Bunu oğluma sordum:
“-Bunun derdi ne, neden böyle yapıyor?” Oğlum:
“-Yabancı eve geldi, alışması kolay değil, anlayışlı ol anne!” dedi.
“-Daha dün bir, bugün iki… Bakıyorum da arkana alıyorsun el kızını!” deyince kızıp:
“-Ne yaparsanız yapın, başınızın çaresine bakın!” dedi.
İki hikâyede de eşi ile annesi arasındaki krizi iyi yönetemeyen erkek evlat söz konusu... Birisi hemen kızıp çabuk pes ediyor, diğeri, taraf tutup ince dengeyi bozuyor.
* * *
Bir diğer gelin:
“-Evlendim, ilk günden mutfağı bana bıraktı, usullerini bilmediğim içinde yaptığım yemekleri hiç beğenmedi, yardım da etmedi. Her gün saat ona kadar evin bütün işleri bitecek, giyinip gezmeye gidilecek. Ya da bize misafir gelecek. Ben hep hizmet edeceğim. Diğer eltilerimi hep övdü, onların yemekleri benimkinden hep güzeldi, onlar çok hanımefendi idi, ben beceriksiz, iş bilmezdim. Oğluna beni şikâyet etmiyordu, lâkin çok beklentisi vardı. Ben şikâyet ettim eşime, o da:
«-Bunları ananın evinde öğrenip gelecektin, sen anamı memnun edemiyorsun, beni nasıl memnun edeceksin.» deyiverdi.
O gün evli, ama yapayalnız olduğumu anladım.”
* * *
İki kadın birbiri ile anlaşamayınca, hemen ortak paydaları olan eş/oğula dertlerini anlatırlar. Kavvâm olarak Cenâb-ı Hak tarafından seçilen erkeğin, kendisine verilen bu sorumluluğu iki tarafı da dengede tutarak, adâletle yürütmesi gerekirken, birinden taraf olunca gelin ve kayınvâlidenin birbirlerine düşmanlığı daha çok artar.
“-Eşlerine/oğullarına duyurmadan, aralarında meselelerini çözseler olmaz mı?! dersek… Çok iyi olur, lâkin câhil, egosu güçlü, benim dediğim olacak diyen kadınlar, bu işi çözemezler. Her ikisinin de zaafları vardır ve böyle zaafları olanları da şeytan çok güzel yönetir.
* * *
Bir âile reisi aramıştı:
“-Eşimi çok sevdim. Dört yıl gezdik. «Dört yıldır bu benim kahrımı çekiyorsa evlenince de çeker.» dedim ve evlendik. Evlenirken, annem ne istediyse tersini istedi, ben de annemi karşıma alıp:
«-O kullanacak, sana ne, karışma!.» dedim.
Annem salon düğünü olmasın dedi; oldu. Eşim ne derse kabul ettim. Hafta sonu kahvaltılarını âilecek yapmayı severiz, eşim:
«-Bir pazarımız var, seninle baş başa kalamıyoruz.» dedi, gitmedim.
«-Şu arkadaşlarla ailecek oturalım.» dedi, «Tamam.» dedim.
«Sinema…» dedi, «Tamam.» dedim.
«Dışarda yemek.» dedi, «Tamam.» dedim.
Her gün evin mâlûmâtını annesine verir, o gün konuşamadılarsa, gecenin yarısı birbirlerini arar, saatlerce konuşurlar. Annemle gezmeye gitmeyip habire annesi ile gezmeye gitmeye başlayınca, kızmaya başladım. Beni dinlemedi, zoruma gitti. Ama varsın yuvamız mutlu olsun diye sesimi çıkarmadım.
«-O zaman sen de annenle telefonla görüşmeyeceksin!.» dedim, çok büyük kavga çıktı, sinir krizi geçirdi, bütün apartmana rezil olduk.
«-Sakin ol, sus, ne biliyorsan onu yap!.” dedim.
Baktım ben hiç mesabesindeyim, işler, içinden çıkılmaz hâl aldı. Sözümü dinlemediği için dövmeye başladım, evden çıkmasını yasakladım. Gerçekten ilaç içip intihara kalkıştı. Şu an çok çaresizim, bunu nasıl adam edeceğim. Daha nasıl kocalık yapacağım.”
Hiç kocalık yapmamış ki; durmuş, daha nasıl kocalık yapacağım, diyor. Baştan her istediğini sorgulamadan yaparak, kendi annesini dahî kırarak eşini her konuda söz sahibi yapmış, iş işten geçtikten sonra kocalık yapamadığı için, yani konuşarak sözünü geçiremediği için dövmeye başlamış.
* * *
Bir diğer âile reisi:
“-Ben babasız büyüdüm. Evlendikten sonra eşim:
«-Annen, çok genç dul kalmış, senden çok beklentileri çok… Bu durum, bizim yuvamıza zarar verir, dikkatli olmanı istiyorum.» dedi.
Her ziyaretimiz kavga ile bitti. Tâyin istedim, çıkınca da rahatladım. Annem vefat etmeden yakınlarımıza:
“-Oğluma haber vermeyin, huzuru bozulmasın.” demiş.
Ben defnedildikten bir gün sonra vefatını öğrendim. O gün içim yandı, hâlâ o yangın sönmez. Eşime hiçbir şey söylemedim. Çünkü onun her dediğini yapan bendim. Fakat ben, benim sevgimi suistimal ettiği için annemin kabri başında duâ ettim.
“-Rabbim o kadına çocuk vermemi nasip etme.”
Allah evlat vermedi. Sevineyim mi, üzüleyim mi bilemedim.”
Erkeğin zaaflarının olması, çok daha ağır bedeller ödetiyor.
* * *
Artık gençler, hayatı iki kişilik planlıyorlar. Evliliğin ilk yıllarının, eşlerin birbirini tanıma süreci olduğunu, bu süreçte kayınvâlide ile birlikte yaşamanın birçok güçlükler doğurduğunu söylüyorlar.
“-Özelimiz olmuyor, mahrem alanımız daralıyor. Evliliğin en güzel yıllarını eşimizle doya doya yaşayamıyoruz.” diyorlar.
Bu kadar hassas düşüncelerle kurulan evliliklerin ilk yıllarında ayrılıkla neticelenmesi, işin farklı bir boyutunun daha olduğunu gösteriyor bize… Esas istenilenin, hürriyet, kimseye hesap vermemek, istek ve arzular doğrultusunda yaşamak olduğunu anlıyoruz.
Delikanlı kendisini hesaba çeken annesi ve babası olmadığı için rahatlıkla eve geç geliyor, yüksek sesle, ağır hakaret dolu kavgalar ediliyor. Gelin hanım özgür ya; alışverişler, arkadaş gezmeleri… Baktı sıkılıyor, annesini arıyor:
“-Benim canım çok sıkılıyor, bugün size takılayım, ne yapıyorsunuz?” diyor, annesi de yeni evli kızını yanında gezdiriyor.
“-Kayınvalidem bize karışmasın, eşim âilesine gitmeye zorlamasın!” diyen kızlarımız, evinin her ânını annelerine haber verip, anneleri ile birlikte akraba oturmalarına devam ediyorlar. Yani “yeni bir yuva kurdum, kendimce bir düzen oturtayım!” denilmiyor.
Bir tarafın tesiri tamamen ortadan kaldırılarak, diğer tarafla kurulan düzene aynen devam ediliyor. Evlilik, bir nevî kızlar için âilelerinin baskısından kurtulup, eşinin ailesine karşı sorumluluklardan uzak durarak flört edercesine eşi ile çiçek-böcek yaşamak zannediliyor.
Eşinin üzerinde anne tesirini fark eden eş, karısını sıkıştırmaya başlıyor. Gelin hanımlar, kayınvalidelerinin akıl vermesini istemiyor, ama daha dün evlenmiş, evlilikte hiçbir tecrübesi olmayan kız arkadaşının verdiği akıllara harfiyen uyuyor.
“-Konuşma eşinle, birlikteliği reddet, çıksın salonda yatsın.” vb. komutları uygulayarak, eşini dize getirmeye çalışıyor.
Sırf arkadaşlarının şuursuz nasihatlerini uyguladığı için, evliliği bitme noktasına gelen kaç genç hanım bilirim. Arkadaşlarının onları, “Sakın alıştırma!” komutları ile kayınvâlidesine soğuk davranıp, bencilce evinde oturup yardıma gitmeyen, bu süreçte rehavetten namazlarını aksatanlar da bilirim. Niyet kötü olunca, kulluğa da tesir ediyor.
Kayınvâlidelerin en büyük derdi, oğullarının yorulmaması, o nasıl ihtimam ile bakmışsa oğluna, gelinin de öyle bakması… Gelinin oğluna iş yaptırmaması, üzmemesi, dırdır yapmaması… Kendisine sık sık oturmaya gelinmesi, mümkünse birlikte gezmelere gitmek... Bayram gezmelerini birlikte yapmak, en büyük istekleridir. Buraya kadar kısmı iyice bir empati yapabilirsek ileride bütün oğlan anneleri dillendiremeseler de isterler.
Gelininden iş bekleyen, beğenmeyen, horlayan kötü niyetlileri de mevcuttur. Kayınvâlideler gerçekten oğullarının nasıl yaşadığını merak ederler. Yerinde görmek isterler. Bu, onların en büyük zaaflarıdır. Bunu, gelini “çok uyanık ve akıllı, oğlunu ezecek bir varlık”; oğullarını da “kendini koruyamayacak bir zavallı” olduğunu zannettikleri için yaparlar. Gelin çok bilmiştir, oğlunu yönetmeye kalkar; oğlunun parasını olur olmaz harcar, çocuğuna bulaşık yıkatır vb. bir sürü derdi vardır.
Hiçbir kayınvâlide, kendisinden kaç yaş küçük gelinin karşısında nispet yapmasını, kibirlilik yapmasını sevmez. Saygıda kusur etmesini, haddi aşmasını sevmez. Kendisi haddi aşabilir, çünkü gelinine doktor, öğretmen, her ne ise oğlan vermiştir. Gelinler bunları bilerek evlenseler ve gerekli saygı ve ihtimamı göstereler, belli bir müddet sonra birbirlerini tanıyıp, anne-kız gibi olacaklardır.
Gelin hanımlar da kayınvâlideler de birbirleri tarafından sevilmeyi, değer verilmeyi, beğenilmeyi isterler. Bu ihmal edilmese ne güzel olur! Benim babaannem, bir bayram günü mayaladığı yoğurdun babam yiyemeden kaymağının biteceğini fark edip, kaşığı ile toplayıp babama yedirmişti.
“-Osman oğlum, sen yavaş yiyorsun. Yoğurdun kaymağı bitecek…” dediğini hatırlarım.
O kadar torunu olduğu hâlde babamı, küçük çocuk gibi beslemesi… Belli ki oğlan anneliği böyle bir şey… Bunu büyütmenin, sofradan kalkmanın, anne-oğul sevgisini saplantılı görmenin hiçbir mânâsı yok. Ortada gelini istememek, torunlarını önemsememek de yok; sadece oğlunu takip edip yemedi diye içlenip devreye girmek var. Eşimiz, kayınvalidemizin yemeklerini çok sevebilir. Bunu taltif etsek, biz de çok beğensek, ne kaybederiz?! Rekabete ne gerek var.
Bir diğer gelin hanım:
“-Evlendim, kayınvâlidem, yanımda eşime beni şikâyet etti:
«-Bu sen gittikten sonra çok uyuyor. Söyle ona, evimizin bereketi azalır. Kocası sensin, şimdi ben mi söyleyeyim.»
Bir düşündüm, kadıncağız haklı… Babam bizi hiç sabah namazından sonra uyutmazdı.
«-Canım annem, haklısın!. Bundan sonra gaflet yok inşâallâh.» dedim. Kayınvâlidem:
«-Kızım, bir ev kuşluğa kadar temizlenir, toparlanırsa, bir de kuşluk namazı kılınırsa ne güzel olur, evin huzuru bereketi olur.» dedi.
Gerçekten dediğini uyguladım. Hayatım düzen içindedir; oturmam, kakmam, ibadetim, temizliğim, yemeğim hep düzenlidir. Bu duruma hamd ederim. O günden sonra kayınvâlidem bir kusurum varsa, bana söyledi. Bana o gün güvendi, eşim de öyle… O hâdiseyi büyütseydim, bugün yuvam olmazdı.”
İletişimi bilmek lâzım…
* * *
Bir diğeri:
“-Kayınvâlidem beni görümcelerime yarıştırırken duydum. Eşime şikâyet ettim. Dinledi, hiç bir şey demedi. Üzüldüm. Ertesi akşam kayınvâlidemlere oturmaya gittik. İkimizi de bir odaya çekti. Kayınvâlideme:
«-Bir insanı arkadan çekiştirmek dinen nedir? Gıybet dinen nedir? cezası nedir?» diye sordu. Bana da:
«-Gizli gizli laf dinlemek dinen nedir, cezası nedir?» dedi, ben başımı öne eğdim.
Bana evde:
«-Senin hakkını savunurum, emanetimsin. O da annemdir, onun hakkı daha çoktur. Ona karşı beni kışkırtarak beni ateşe atma. Kimsenin hatırı için hizmet etme, Allah hatırı için hizmet et. Biz kıymet bilemeyiz, karşılığını veremeyiz. Ama O, hem bu dünyada, hem de âhirette karşılığını verir.» dedi.
Bu, son oldu. Bizim evde kimsenin hatırı geçmez, Allâh’ın hatırı geçer. Kayınvâlidem, bir süre soğuk davrandı, ben üstünde durmadım, bitti gitti.
Ne olur ki, kayınvalidemizin yanına giderken:
“-Nefsimi ayaklarımın altına alıyorum, Rabbim Senin rızanı başımın üstüne koyuyorum!.” desek…
Gelin, kayınvalide toprağındandır. Bu da gerçek!.. Ben bugün bakıyorum da, annem de yoğurdun kaymağını oğlu yesin istiyor. Hey gelin hanımlar! Yarın biz de isteyebiliriz.
YORUMLAR