Bir nefeslik mesafedeyiz. Alıp veremediğimiz, verip alamadığımız, hakkıyla sahip olamadığımız, fakat hep bizimmiş gibi, hep alıp hep verecekmişiz gibi hiç derdine düşmediğimiz bir nefes…
Bir nefes kadar yakınız aslında, bir nefes kadar uzak… Yakınları ırak eden, bütün perdeleri yok eden bir nefes…
Hayatı ve ölümü yaratan Rabbimiz, Enbiyâ Sûresi’nde şöyle buyuruyor:
“Her canlı ölümü tadar. Bir imtihan olarak sizi, hayırla da şerle de deniyoruz. Ve siz ancak Bize döndürüleceksiniz...” (el-Enbiyâ, 35)
Hayırla da şerle de sınanırız dâimâ, bu doğru… Fakat en büyük imtihanımız, dünya telaşı ile ölümü unutmak ve nefsânî arzulara gark olmak olsa gerek… Düşünelim, yazıyı okuduğunuz şu dakikada kimler bir nefes alabilmek uğruna ne acılar çekiyor? Belki bir sokak ötemizde, belki hastahane köşesinde, bir nefesin ne kadar kıymetli olduğunun idrâkine varmakta birileri…
Hayatla ölüm arasındaki ömrümüzün tam da bu noktasında Peygamber Efendimiz’in şu tavsiyesini gönlümüze ser-levha eyleyelim:
“Bütün zevkleri kökünden yok eden ölümü çokça hatırlayınız!” (Tirmizî, Kıyâmet, 26)
Ölümü hatırlamak, nefesi kıymetli kılmaktır, aynı zamanda…
Hasan-ı Basrî Hazretleri bir cenazeye katılmıştı. Defin işlemleri bittikten sonra yanındaki bir zâta sordu:
“-Bu vefat eden zât, acaba şu anda dünyaya geri dönüp sâlih amellerini, zikirlerini artırmayı ve günahlarına daha fazla istiğfar etmeyi düşünüyor mudur?” O zât da:
“-Evet, tabiî ki düşünüyordur.” dedi. Bunun üzerine Hasan-ı Basrî Hazretleri şöyle buyurdu:
“-O hâlde bize ne oluyor ki bu vefat eden kişi gibi düşünmüyoruz?” (İbnü’l-Cevzî, el-Hasanü’l-Basrî)
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“De ki, doğrusu kendisinden kaçmakta olduğunuz ölüm, sizi mutlaka yakalayacaktır. Sonra gizliyi de âşikârı da bilen (Allâh’a) döndürüleceksiniz. O, size neler yaptığınızı tek tek haber verecektir.” (el-Cum’a, 8)
Bu sebepledir ki, ölümü çokça tefekkür etmeli, kendimizi ona ve sonrasına hazırlamalıyız. Buyrulduğu üzere, “nasıl yaşarsak öyle vefat eder, nasıl vefat edersek öyle diriltiliriz.” Ömrümüzün temelini oluşturması gereken tek hakikattir bu aslında…
Nitekim ölüm gerçeğine ne kadar gözümüzü kapatsak, ne kadar ondan kaçsak da elbette her insana uğrayacağı gibi bize de uğrayacak… Çünkü ilâhî hakikat açık: “Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de, «Ey insan! İşte bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir.» denir.” (Kâf, 19)
Zordur ölümü anlatmak; anmak ve anlamak… Osman Nûri Topbaş Hocaefendi ne güzel dile getirmiştir:
“Ölümün ürkütücü ağırlığını, kelimelerin zayıf omuzları taşıyamaz! Ölümün en net tefekkürü, ölenlerin mor dudaklarında düğümlenen çözülmez sükûtun sırrında gizlidir. Ölüm sessizliğine bürünmüş her mezar taşı, lisân-ı hâl ile konuşan ateşli bir nasihatçidir. Ölümün öğüt vermekteki belâgati karşısında dünyadan gelen cevaplar, ancak gözyaşları ve kuru hıçkırıklardır.”
En büyük vaizdir, ölümü tadanlar… O musallâda yatan, teneşirde yıkanan, tabutlara sığmaz figanla bize seslenen, o ebedî yurduna bembeyaz kefeninden başka hiçbir şey götüremeyenler, ne güzel anlatır dünyanın gelip geçiciliğini…
Sahâbe efendilerimizden biri, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e:
“-Hangi mü’min daha akıllıdır, yâ Rasûlâllah?” diye sorduğunda Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“-Ölümü sıkça hatırlayıp ölümden sonrası için en iyi hazırlık yapan kimsedir. İşte gerçek akıllı insanlar onlardır...” (İbn-i Mâce, Zühd, 31)
Başka bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur:
“Ölümü ve öldükten sonra ceset ve kemiklerin çürümesini hatırlayın. Âhiret hayatını isteyen, dünya hayatının süsünü terk eder.” (Tirmizî, Kıyâmet, 24)
Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri ne güzel söyler:
Yalancı dünyâya aldanma yâ hû,
Bu dernek dağılır, dîvân eğlenmez.
İki kapılı bir virânedir bu,
Bunda konan göçer, mihmân eğlenmez.
Bakma bunun karasına ağına,
Gönül verme; bostanına, bağına,
Benzer hemân oğlan oyuncağına,
Bunda aklı olan insan eğlenmez.
Vârını îsâr et, Mevlâ yoluna,
Bunda ne eylersen anda buluna,
Bir gün sefer düşer berzah iline,
Otağı kalkıcak sultan eğlenmez.
Sen ey gâfil, ne sandın rûzigârı,
Durur mu anladın leyl ü nehârı,
Yükün yeynildigör evvelden bârı,
Yoksa yolcu gider, kârbân eğlenmez.
Doğrusuna gidegör bu yolların
Geçegör sarpını yüce bellerin,
Dünya zindanıdır mü’min kulların,
Zindanda olan hod âsân eğlenmez.
Ömür tamam olur, defter dürülür,
Sırat köprüsü vü mîzân kurulur,
Hakk’ın dergâhına kullar derilir,
Buyruğu tutulur, fermân eğlenmez.
Hüdâyî n’oldu bu denlü peygamber,
Kanı Ömer, Osman, Bû Bekr u Hayder,
Kanı Habîbullah, Sıddîk-ı Ekber,
Bunda gelen gider, bir cân eğlenmez.
* * *
Sâhibü’l-Vefâ Hâce Mûsa Topbaş -kuddise sirruh- da şöyle buyurmuştur:
“Tefekkür-i mevte devam etmek, pek mühim ibadetlerdendir. Ölümü anmaya devam edenin kalbinde, dünyaya karşı olan meyl-i muhabbet azalır. Dâimî olarak tefekkür eden, dünyanın, değer verilmeyecek bir mekân olduğunu yakînen bilir. Bu bilgi kendisinde hâsıl olunca, dünyaya değeri kadar önem verir. Asıl çaba ve gayretini âhiret hazırlığına hasreder. Fânî dünyamızda, kısa bir müddete sıkışan istikbâlimiz için her türlü zahmetlere katlanarak hazırlık yapıyor isek, dâimî hayatımız için neden elimizden gelen gayreti sarf etmeyelim? Bâkîyi, fânîye tercih etmeliyiz.
Bu sözlerimizden dünyayı terk mânâsı anlaşılmamalıdır. Bir mü’min hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalışacak, yarın ölecekmiş gibi âhirete hazırlanmış olacaktır. Kalbin tasfiyesi, nefsin tezkiyesi, ihlâs ile Allah Teâlâ’nın rızâsını celp için yapılan ibadetler, ictimâî hizmetler ve hayrâtlar, âhiret hazırlıklarındandır.
Dünya, her ne kadar zemmedilmiş ise, âhiretin tarlası mesâbesinde olduğu için, vazîfelerimizi en fâideli şeylere hasretmesini bilirsek, işte o vakit dünyaya aldananlar değil, dünyadan istifâde edenlerden oluruz ve dünyanın bize hizmet ettiğini görürüz.”
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ölümü tefekkür etmenin dünya ve âhiret hayatımız için ne kadar faydalı olduğunu şöyle açıklamıştır:
“Ölümü çokça hatırlayın! Çünkü ölümü hatırlamak, (insanı) günahlardan arındırır, dünyaya karşı zâhid kılar. Eğer zenginken ölümü düşünürseniz, sizi zenginliğin âfetlerinden korur. Fakirken tefekkür ederseniz, hayatınızdan memnun olmanızı sağlar.” (Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, I, 47)
Hâsılı, bir nefeslik ömür sürmekteyiz her birimiz… Rûhumuzun bedenimizden soyundurulacağı o nefesin bir sonraki aldığımız nefes olabileceği ihtimali hepimiz için mevcut iken, her nefesin kıymetini bilmeli, ölümün tefekkürü ile nefsânî arzuları bertaraf etmeli, dünyaya sadece gerektiği kadar kıymet vermeliyiz.
Yazımızı nihayete erdirirken, Cenâb-ı Hak’tan ölümü hakkıyla tefekkür edip, râzı olacağı bir ömür sürmeyi ve üstad Necip Fâzıl Kısakürek’in;
“O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner,
Azrâil’e «Hoş geldin!» diyebilmekte hüner...” dediği gibi, Azrâil -aleyhisselâm-ı hoşça karşılayanlardan eylemesini niyâz ederiz.
Hazret-i Ali -kerremallâhu vecheh- buyurur:
“-Ey Allâh’ın kulları! Ölüme dikkat, ölüme dikkat... Ondan kurtuluş yoktur. Ona karşı çıkarsanız, sizi kıskıvrak yakalar. Kaçsanız peşinizden kovalar. Ölüm sizin alınlarınıza bağlıdır. Acele edin. Acele edin! Ölüme çabuk hazırlanın. Zira arkanızda size tâlip olan harîs birisi vardır. O kabirdir. Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur. Haberiniz olsun!”
YORUMLAR