Çeşit çeşit diyetler, detokslar, zayıflama ilaçları, sağlıklı beslenme adına sıkıntıdan başka bir şey değildir.
Kilolu olmak, günümüzde birçok insanın problemi... Bunun temelinde de sağlıksız beslenme, ölçüsüz yeme alışkanlıkları yatıyor. Kilosuna dikkat etmeyenler, çözümü diyetisyen tavsiyelerinde, bitki kürlerinde, zayıflama tabletlerinde veya dost tavsiyelerinde arıyorlar. Peki, gerçekten çözüm nerede?
Aslında çözüm kendimizde, “kendi kendinin doktoru olmak”ta... Ancak koruyucu hekimlikle alâkalı tavsiyelere uyan bir hayat düzeni içinde yaşandığı sürece, vücut sağlığının hakkı verilebilir. Allah tarafından hastalıkla imtihan olunma dışında… Bunun için, insanın bedenine zarar verecek şeylerden sakınacak kadar tıp ilminden bir şeyler bilmesi müstehap sayılmıştır. Bu konuda nebevî ölçülere dayanarak, ömür boyu sağlıklı yaşayabiliriz. Nebevî ölçülerden hayatî önem arz eden bazı hususları şöyle sıralamak mümkündür:
1.Acıkmadan Yememek
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in:
“Âdemoğlu, midesinden daha şerli bir kap doldurmaz. Âdemoğluna belini doğrultacak birkaç lokmacık yeterlidir. Ancak ille de mide doldurma işini yapacaksa, bari onu üçe ayırsın; üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de nefesine…” (Tirmizî, Zühd, 47) buyurduğunu daha önceki yazılarımızda da belirtmiştik.
Dikkat edilirse Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- “yeme iştahına engel olunamıyor ve ille de yemek isteniyorsa” şeklinde bir ifade kullanıyorlar. Ancak bu durumda bile midenin üç bölüme ayrılmasından bahsediliyor. Ne yazık ki, bizler, bu üç bölüme ayırma işini, her öğünde başaramadığımız gibi, midelerimizi tıka basa doldurma ve dengesiz beslenme yüzünden erken yaşlarda hastalıklarla boğuşmaya başlıyoruz. Hatta bu durum bütün sindirim sistemini de içine alarak insanı tedaviye muhtaç hâle getiriyor. Rasûlullah Efendimiz’in bu hususla ilgili şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“Çok yemek ve içmekle kalbinizi öldürmeyiniz. Çünkü kalp, ekin gibidir. Ekine fazla su, zarar verir.”
Acıkmadan yemek, enerji ihtiyacı olmamasına rağmen vücuda fazladan enerji girmesi demektir. Bu enerji fazlası, yağ olarak depolanır ve kişi kilo alır. İki öğün arasında yeterli miktarda süre olması; vücudun ara öğün olarak öncelikle kas ve karaciğerdeki depo yakıtlarını, daha sonra depo yağlarını kullanmasını sağlar. Bu sayede sağlıklı kilo kontrolü yapılır.
İnsan, “fizyolojik” ve “psikolojik” olmak üzere iki türlü açlık hisseder. Fizyolojik açlıkta, vücudun gıda ihtiyacından dolayı midede açlık krampları görülürken, psikolojik açlıkta şartlanma söz konusudur. Psikolojik açlığa, “yalancı açlık” da denilir. Fizyolojik açlıkta açlık krampları, 12-24 saatlik aralıklarla gelir. Psikolojik açlıkta ise, on iki saatten daha kısa sürelerde yemek saatleri belirlense ve riâyet edilse, 5-7 gün sonra vücut buna şartlanır ve saati gelince insan acıktığını hisseder. Bu durum, evde kahvaltı yapan ve iş yerinde öğle yemeğine alışan birinin o saatte açlık hissetmesi gibidir. İşte bu durum, “yalancı açlık”tır. Bu açlığı gidermek için ağır ağır su içilebilir. Ramazan ayı başlayıp birkaç gün geçtikten sonra öğle yemeği unutulur, acıkılmaz. Bu da psikolojik açlığın, yeni bir şartlanmayla bastırılmasıdır. Fizyolojik açlık ise, sabah saat 08:00’de kahvaltı yapılırsa, akşam 20:00’de açlık krampları ile hissedilen açlıktır. Dolayısıyla, şeker hastalığı gibi istisnâî durumlar dışında, fıtrî olan, fizyolojik açlığa uygun olarak, günde iki öğün yemektir.
Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de günde iki öğün yerdi. Hattâ onu da çoğu kez bulamazdı. Nitekim Hazret-i Abbas -radıyallâhu anh-:
“-Peygamber Efendimiz’in arka arkaya birkaç gece hiçbir şey yemeden yattığı olurdu. Hattâ O ve hâne halkı, akşam sofrasında yiyecek bir şey bulamazlardı. Yedikleri ekmek ise, arpa ekmeği idi.” demiştir.
İhtiyaç olmadan yemek yersek, daha önce yediğimiz gıdaların sindirilmesine fırsat vermeden yeni gıdaları vücuda almış oluruz. Henüz sindirilmemiş gıdalar, yeni gıdalar ile karışınca, hepsinin birden sindirimi bozulur. Ayrıca gıdaların tümü kokuşur, bağırsak plakları oluşur, bağırsak flora dengesizliği, kabızlık, emilim kusurları, kan ve doku kirliliği ve bazı hastalıklar gelişir.
2.Mideyi Doldurmamak
Normal bir midenin toplam kapasitesi 1-1,5 litre olarak belirlenmiştir. Hadîs-i şerîflere göre, üçte birinin yemeğe ayrılmasına uyulduğunda bir öğünde midemize girecek yemek miktarının 333-500 mlt. olması gerekir. Su ile birlikte bu oran 600-1000 mililitreyi bulur. Bu da, çapı 4-5 santimetre, uzunluğu 20-25 santimetre olan onikiparmak bağırsağının hacmine (700-1570 cm3) yaklaşık olarak eşittir. Eğer kişi, sofradan doymadan kalkamıyor ve çok yemek istiyorsa, bağırsaklarımız bunu telâfî edebilme kapasitesine sahiptir. Yani ince bağırsağın orta kısmı 4 litre hacminde olmasına rağmen 10 litreye kadar esneme özelliği gösterir. Rabbimiz kerem ve merhametiyle, aşırı yiyen insan için bağırsak sistemine bunu telâfi edebilme istidadı vermiştir. Buna rağmen Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Mü’min bir kimse bir bağırsağı doluncaya kadar, kâfir ise yedi bağırsağı doluncaya kadar yer.” (Buhârî, Et’ime, 12) hadîsiyle ideal bir öğün miktarı ifade etmişlerdir. Yaklaşık bir tarifle bir öğünde mideye iki avuç dolusu yemek ve bir miktar su girmeli ve kalanı nefes almaya bırakılmalıdır.
3.Yemekte Lokmaları İyice Çiğnemek
Koşuşturma içinde geçen bu çağın hayatına tam da uyan şu hadîs-i şerîf, yemek yemede bile acele etmemeyi tavsiye etmektedir:
“Lokmaları ağzınıza göre alınız ve iyice çiğnedikten sonra yutunuz.”
Yemek yerken öğün süresinin uzunluğu çok önemlidir. Yemek, midenin kapıcısı olan ağızda çok çiğnenmeli ve öğütülmelidir. Çiğneme süresi ve salgılar ne kadar çok olursa, tokluk hissi de o ölçüde fazla olur. Lokmaları iyi çiğnemek, çabuk doymayı sağlar. Tokluk hissinin oluşması, yemeğin miktarı ile değil, ağızda çiğneme süresiyle alâkalıdır. Bunu ispat eden deneyler bile yapılmıştır. Hayvanlarda yemek borusundan fistul açılarak yedikleri yiyecekler mideye değil de, dışarıya verilmiştir. Hayvanlar yemi yedikten 20-40 dakika sonra, önlerine konan yeni yeme karşı isteksiz davranmışlar ve yememişlerdir. Bundan da anlaşılmaktadır ki, tokluk hissi için yemeğin miktarı ve muhtevası yanında, ağızda çiğneme süresi de önemlidir. Özellikle diyet yapanların bu hususları dikkate alarak, düşük kalorili yiyecekleri ağızda iyice çiğneyip sofrada en az 20 dakika kalmaları ve tokluk hissi oluşturmaları gerekir.
4.Aynı Öğünde Çok Çeşit Yememek
En dar gelirli bir âile sofrasının dahî Sahâbe Efendilerimizinkinden daha zengin olduğunu düşünüyorum. Günümüzde bir öğünde tek çeşit yemeğin sofrada görülmediği, en azından salatası, tatlısı veya çorbasıyla bir arada olduğu bilinen bir gerçektir. Dahası, ana yemeği, aperatifi vs. derken liste uzar gider. Mideye zarar, vücuda ziyan, zaman israfı derken sırayla olumsuzluklar birbirini takip eder. Böylece bir öğünde, sindirimleri bir arada mümkün olmayan gıdaları birlikte tüketerek sağlığımızı tehlikeye atarız.
Bu konudaki en pratik uygulama; hayvanî gıdalarla tahıl grubunu bir arada tüketmemek, sebzeleri her türlü besinle birlikte rahatça tüketebileceğiniz joker gıdalar olarak görmektir. Böyle bir uygulamanın sebebi; karbonhidratlarla proteinleri sindirmek için gerekli olan enzimlerin bir arada bulunarak birbirlerinin tesirlerini ortadan kaldırması, böylelikle sindirimin bozulmasıdır. Yeterince sindirilemeyen gıdalar, bağırsak plaklarının ve zincirleme pek çok olumsuzluğun ortaya çıkmasına ve hastalıkların tetiklenmesine sebep olur.
5.Yemekten 1,5-2 saat Sonra Oturarak Su İçmek
Yemekte ve yemekten sonra çok su içilmesi, tükürüğü, mide özsuyunu ve bağırsak enzimlerini seyreltir, sindirim randımanını düşürerek mideyi daha çok yorar. Yemek sırasında veya sonrasında fazla miktarda su içilirse, mide şişer. Bu durum, hem mide öz suyunda seyrelmeye sebep olur, hem de midenin hareketleri azalır. Her iki sebep de midede sindirimin bozulmasına yol açar. Bu durum ise, bağırsak plaklarının ve zincirleme pek çok olumsuzluğun ortaya çıkmasına ve hastalıkların tetiklenmesine sebebiyet verir. Yemeklerin çok katı olması hâlinde, yemek sırasında küçük yudumlarla az miktarda su içilebilir. Kişi, genellikle mide boşaldıktan sonra zaten susar ve vücut için gerekli suyu alır. Yani vücudumuz su ihtiyacımız olduğunu haber verir. Su içmenin en uygun zamanları, ya yemekten 2 saat önce ya da yemekten 2 saat sonradır.
Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in suyu oturarak ve üç yudumda içmeyi tavsiye etmesinin sağlık açısından faydasını da şöyle açıklayabiliriz: İnsan bir sıvıyı ayakta içtiğinde o sıvı, doğrudan on iki parmak bağırsağına gider. Eğer oturarak içerse, önce mideye sonra onikiparmak bağırsağına gider. Sıvıların önce mideye gitmesiyle, sıvının içinde bulunabilen mikroplar, mide asidi tesiriyle ölür. Böylece birçok hastalıktan korunmuş oluruz.
6.Çok Sıcak ya da Çok Soğuk Yiyip İçmemek
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Yemekleri çok sıcak ve çok soğuk yemeyiniz.” tavsiyesinde bulunmuşlardır.
Yemeklerde kendi damak tadımız veya zevkimiz için sıcak ya da soğuk tercihler yapabiliriz. Hâlbuki uzmanlar, yemeklerin ılık yenilmesinin mide sağlığı açısından önemli olduğunu belirtiyorlar. Ayrıca sıcak ve soğuk yiyeceklerin dişlere de birçok olumsuz tesiri bilinmektedir. Mide kanserlerinin ve ülserlerin kaynağının sıcak yemeklere dayandığı yapılan araştırmalarla ispat edilmiştir. Özellikle Japonya’da besinler çok sıcak tüketildiğinden mide kanseri oranı çok yüksektir.
7.Yaşlanma Sürecini Hızlandıran Atıştırmalık Yememek
Aç olmadığımız hâlde, ağzımızın boş durmadığı zamanlar olur. Bilhassa atıştırmalık (çöp) gıdaları, aralıklarla yeme alışkanlığının birçok zararları bulunmaktadır. Yani sürekli bir şeyler atıştırmak, sindirim sistemi başta olmak üzere boşaltım, bağışıklık, sinir sistemi ve diğer sistemlerin yükünü artırır; kendi işlerini lâyıkıyla yerine getirmelerine izin vermez. Bu durumda vücudun toksin yükü artar. Vücut hastalıklara meyilli hâle gelir, yaşlanma süreci hızlanır.
Oruç ve Açlığın Faziletleri
Lokman -aleyhisselâm- oğluna nasihat ederek; “Mide dolarsa tefekkür uykuya dalar, âzâlar da ibadetten kalır. Âlimler, oruç ve açlıkta on güzel haslet vardır.” demiş ve bu on hasleti şöyle sıralamıştır:
1- Açlıkta kalp safâsı, gönlün Hakk’a boyun eğmesi, göz keskinliği vardır. Tokluk ise, tembelliğe sebep olur, basîreti kör eder.
2- Açlıkta kalp hassaslaşır. Kalp safâsı sonucu insan münâcâtın/duânın lezzetini idrak etmeye başlar, ibâdetlerinin tesirini görür.
3- Açlıkla kalpte alçak gönüllülük olur, şımarıklık gider.
4- İnsan açlıkta belâlara, zararlara ve âfetlere dûçâr olanları unutmaz. Tok olanlar ise, açları unutur, zayıf ve fakirlerin hâlini idrâk edemez.
5- Açlık insana hamâkat (ahmaklık) veren fazla uykuyu def eder. Çok yiyen ise, çok uyur. Çok uyuyanın da gafleti artar.
6- Açlık, bütün mâsiyet (günah) arzularını kırar, devamlı kötülüğü emreden nefsin üzerine basar.
7- Açlıkta ibadete devam kolaylaşır. Toklukta ise, ibadet ve ibadete devam zorlaşır.
8- Açlıkta bedenler ve uzuvlar sıhhatli olur, hastalıklar def olur; çünkü hastalıkların sebebi çok yemek, çok içmek, çok uyumak ve kan fazlalığıdır.
9- Az yemeyi itiyad (alışkanlık) edinen az mala kanaat eder, sâde ve sıkıntısız bir hayat sürer.
10- Açlıkta sadakasını gönül huzuruyla verir.
* * *
Velhâsıl, Muhammed bin el-Hâris -rahmetullâhi aleyh- der ki:
“-Beş zümreye beş şeyi sordum, hepsi de aynı cevabı verdiler. Tabiplere, «Devâların en şifalısını» sordum, «Açlık ve az yemektir.» dediler. Hikmet ehline, «Allâh’a ibadete en fazla yardımcı olan nedir?» diye sordum, «Açlık ve az yemektir.» dediler. Zâhidlere «Zühde en fazla kuvvet kazandıran nedir?» diye sordum, «Açlık ve az yemektir.» dediler. Âlimlere «İlim hıfzına en fazla yardımcı şey nedir?» diye sordum, «Açlık ve az yemektir.» dediler. Sultanlara «Her vakit dikkatli bulunmanın çaresi ve en lezzetli taam nedir?» diye sordum, «Açlık ve az yemektir.» dediler.
Yahya bin Muâz -radıyallâhu anh-: “Eğer açlık, çarşıda satılan bir şey olsa idi, âhiret tâlibine gereken şey, çarşıdan açlıktan başka bir şey satın almamak olurdu.” buyurmuştur.
YORUMLAR