Peygamberimizin Övdüğü
YEDİ GÜZEL ADAM
سبعة يظلهم الله يوم القيامة في ظله يوم لا ظل إلا ظله : إمام عادل ، وشاب نشأ في عبادة الله ، ورجل ذكر الله في خلاء ففاضت عيناه ، ورجل قلبه معلق في المسجد ، ورجلان تحابا في الله ، ورجل دعته امرأة ذات منصب وجمال إلى نفسها فقال : إني أخاف الله ، ورجل تصدق بصدقة فأخفاها حتى لا تعلم شماله ما صنعت يمينه
الراوي: أبو هريرة المحدث: البخاري صحيح البخاري - الصفحة أو الرقم: 6806
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, üzerinde ısrarla durduğu esasları birleştiren bir hadîs-i şerîf… Bu hadîs-i şerîfle Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, âdeta sosyal hayatın her alanında, kalitesi üst seviyede bir mü’min tarifi yapıyor. Kalp kıvamı ile, mümin duruşu ile ideal bir Müslüman fotoğrafına vurgu yapıyor.
Hiçbir gölgenin kifâyet etmediği bir zamanda Allâh’ın gölgesinin kendilerini koruyacağı, yedi sınıf insan; her biri birer örnek, ideal mümin… Allah Rasulü’nün ümmetini şekillendirmek istediği yedi ayrı insan karakteri. Her bir karakter, kendi alanında İslâm’ın güzelliğini, zarâfetini ortaya koyuyor. Gelin, hep beraber bu hadîs-i şerîfe kulak verelim;
Ne buyuruyor, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
‘‘Başka bir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde, Allah Teâlâ, yedi sınıf insanı Arş’ın gölgesinde barındıracaktır:
1-Adaletli devlet reisi.
2-Rabbine kulluk içinde, temiz bir hayat yaşayan genç.
3-Kalbi mescidlere bağlı insan.
4-Birbirlerini Allah için seven, Allah için bir araya gelen ve Allah için ayrılan iki insan.
5-Güzel ve mevkî sahibi bir kadının gayr-i meşrû bir teklifine, “Ben Allah’tan korkarım.” diye “hayır” diyen yiğit.
6-Sağ elinin verdiğini, sol eli görmeyecek kadar gizlilik içinde infâk eden zengin.
7-Ve tenhâda Allah için gözyaşı döken insan...’’
İşte “yedi güzel insan”, bunlardan oluşuyor.
Hadîs-i şerîf bir müjde ile başlıyor. En dehşetli bir zaman diliminde, Arş’ın gölgesinde olabilmek… Gözlerin korkudan dehşete kapıldığı ve kimsenin kimseye fayda veremeyeceği bir anda, Rabbin merhamet kanatlarının altına girebilecek vasıfta olmak!..
Kimdir bu yedi güzel insan?
Adâletli devlet reisi: Devlet, toplumun dirlik ve düzeni için her şeyden önemlidir. Ancak devletin başındaki insanın âdil olması, o devletin ve toplumun bekâsı için daha da önemlidir. Milletine, fark gözetmeden, ayrımcılık yapmadan, sadece insan olduğu için tabiî/fıtrî haklarını karşılayabilecek kadar bile olsa âdil olmayı başarabilen bir devlet başkanı… Bir Hazret-i Ömer gibi, oğlunun hissesiyle birleştirerek kendisine diktirdiği elbisenin hesabını halkına verebilecek kadar hassas ve yanlış yaptığında halkından kılıçları ile kendisini düzeltmelerini isteyecek kadar da samimi, ihlâslı, halkı ile iç içe. Çünkü adâlet, var olmanın temelidir. Toplumun düzeni, ancak âdil bir yönetimle ve vicdanlardaki Allah korkusu ile te’sis edilebilir.
Rabbine kulluk içinde, temiz bir hayat yaşayan genç: Gençlik dönemi, her insan için büyük imtihanların olduğu bir dönemdir. Genç insan, bedenen sağlam, aklen zinde insandır. Eğer bu tazeliğini, Rabbinin istedikleri istikametinde kullanırsa, o zaman Efendimiz’in târif ettiği o yedi sınıf insanın içine girmiş olur. Aksi takdirde onun gücü, kuvveti, ebediyyen iflah olamayacağı bir belâ haline gelebilir. O zaman hayat boyu nefsinin sürüklediği girdaplardan kurtulamaz. O yüzden ibâdet güzeldir, ama bir genç yaparsa, daha güzel olur. İffet çok güzel bir haslettir, ancak bir gençte olursa, daha güzeldir. Olgunluk güzel bir özelliktir, ancak bir genç olgun olursa, daha güzel olur. İşte Rasûlullâh’ın istediği genç de bir Hazret-i Ali gibi, bir Hazret-i Enes gibi ve bir Hazret-i Mus’ab gibi kendisini Allâh’a, Rasûlü’ne ve İslâm’a vakfeden genç olmalı.
Kalbi mescidlere sevgi ile bağlı insan: Çok ağır bir şart bu, kalbi mescidlere sevgi ile bağlı olmak. Mü’minin gündemini Allah belirler. Allah, mü’minin gündemine günde kırk defa okuduğu Fâtihâ’yı koymuştur. Fâtiha namazda okunur ve namazın efdali de cemaatle olandır. Cemaatin yeri de mescidlerdir. O yüzden mescidler, İslâm kültürünün temel taşı vasfındadır. Mü’minin sevgi haritasının tam ortasında olmalı mescidler. Ve o mescidlerde yapılan sohbetler, bir araya gelmeler, Kur’ân okumalar, ibâdetler… Hepsi, işte hadîs-i şerîfte ifâde edilen “Birbirlerini Allah için seven, Allah için bir araya gelen ve Allah için ayrılan insanlar”ın yapabileceği amellerdir.
Hiçbir maddî karşılık gözetmeden, sadece Allah için bir araya gelen, birbirini Allah için sevip yine O’nun rızâsı için birbirini terk eden iki insan... Bunu yapabilmek için o iki insanın kalp haritasında mescidler olmalı, muhabbet-i Rasûlullah olmalı, Allah korkusu olmalı…
Bir diğer seçkin insan ise, kendisine alımlı ve nüfuzlu bir kadın, Allâh’ın sevmediği çirkin bir teklifle geldiğinde, “Ben Allah’tan korkarım” diyerek bu teklifi reddeden insan… Bu, aynen Hazret-i Yusuf gibi, Züleyhâ’nın nefsine uyarak yaptığı teklif karşında sergilediği yiğit tavırdır. Bir Yusuf Peygamber tavrı gösterebilmek… Bunu sadece bir kadının teklifi olarak düşünmemek lâzım… Günümüzde, nefsin hoşuna gidecek teklifleri yapan o kadar günah tuzağı var ki; sokağı, caddesi, televizyonu, interneti, gazetesi, dergisi… Hepsi nüfûzlu, alımlı ve hepsi de çirkin teklifler ile geliyorlar. Asıl yiğitlik, onlara karşı da “hayır” diyebilmek ve gözleri kapayabilmektir. İşte Efendimiz’in yedi güzel insanın listesine yazdığı insanlardan biri de budur. Şehvetine yem olmadan, irâdesini Allâh’ın rızasına bağlamış ve rızâ-i ilâhîden başka her şeyin kendisine çirkin ve itici geldiği bir karaktere sahip olan bir mü’min şahsiyeti...
Mal, Allâh’ın insana, çoğunlukla irâdesi ve çalışmasına bağlı olmadan, dilediği kadar lûtfettiği bir nimettir. Tabiî ki onu bir nimet olarak görenler için... Yoksa malı, kendisine belâ olan insanlar da var. O yüzden rızık, ancak Allâh’ın harcanmasını istediği yerlere harcanırsa mânâ ve değer kazanıyor. Yine şeytânî yolda sarfedilen her bir kuruş, hesap gününde sahibinin boğazına sarılacak ve kendisi için bir cehennem ateşi hâlini alacaktır. O yüzden mal sahibi olmak tek başına bir mârifet değildir; malı infâkla kıymetlendirmek, yatırımı âhiret için yapabilmektir asıl mârifet... Hele bir de Peygamber Efendimiz’in târif ettiği gibi, infâkı büyük bir gizlilik içinde yapabilmek ve malı bize lûtfedenin rızâsı için, yine O’nun sevgisini kazandıracak şekilde harcamak... Bu da yedi güzel insanın özelliklerinden birisi… İşte Yûnus’un dediği gibi;
Mal da yalan, mülk de yalan
Var biraz da sen oyalan
penceresinden bakabilmek için malın fânî, Allâh’ın bâkî; kulun fakir, Allâh’ın zengin olduğu idrâkine sahip olmak lâzım...
Ve son özellik ise, tenhâlarda Allah için gözyaşı döken müslüman.
Niye mi ağlamak lâzım? Ağlayacağımız şeyleri sıralasak, acaba sayfalar kifâyet eder mi? Ağlamaya, önce kendi hâlimizden başlamalıyız. Kulluğumuzdaki kusurlarımız için, bir tek göz nimetinin şükrünü ödemekten âciz amellerimiz ve onların eksikliği için… Bütün bunların üstüne, kendimizi bir şey yapıyor sanarak en büyük gaflete düştüğümüz için ağlamalıyız.
Kardeşlerimiz için, mü’minler için, insanlığın içine sürüklendiği maddî ve mânevî felâketler için ağlamalıyız. Hatta şîrâzesinden çıkan hayat tarzımız için, mânâsız, târifsiz ve takvâdan uzak bir din anlayışımız için ağlamalıyız. Dünyalık hırslarımızdan dolayı, birbirimize yaptığımız haksızlıklar için, kırdığımız kalpler için, kazanamadığımız gönüller için ağlamalıyız.
Tenhalarda ağlamak, ayrı bir mahremiyet arz etmektedir. Çünkü hâlisâne gözyaşı dökmek, öyle uluorta yapılacak bir iş değildir. Kıymetlidir. Ve kıymeti, neyin uğruna ağlandığı ile ilgilidir. İşte akıtılan bu gözyaşları, sırf Allah rızâsı içinse, mü’minlerin dertleri içinse, o gözyaşının kıymetine paha biçilmez.
Peygamber Efendimiz’in yedi güzel adamı listesine aldığı insanlardan olmak için tenhaları tercih ederek gözyaşıyla, kırık bir kalple ve derin bir mahviyet içerisinde O’nun huzuruna durmalı… O’nun rahmet deryasına göz pınarlarımızdan bir katre misâli damlalar akıtmalı. Öyle damlalar olmalı ki, o damlalardan bizim affımız, mağfiretimiz çıkmalı. Gözyaşlarımız, boynumuza astığımız beraatımız olmalı. Rabbimizin huzurunda “Ey Rabbimiz, ben Sen’in sevgin, rızan için döktüm bu gözyaşlarını… Sen’in kullarının derdi için akıttım geceler boyu… Ve Sen’in huzuruna, dinmeyen bu gözyaşlarımla geldim!..” diyebilelim.
Ne mutlu yedi güzel insanın içinde olanlara. Ve ne mutlu, bu mübârek insanlardan biri olma derdini taşıyanlara…
Duâmız:
“Ey Rabbimiz, ey gaybı ve âşikârı bilen, ey gökleri ve yeri yaratan, ey her şeyin Rabbi ve sultanı, ben şehâdet ederim ki, Sen’den başka hiçbir ilâh yoktur. Nefsimin şerrinden Sana sığırım, şeytanın şerrinden ve onun ortaklarından Sana sığınırım.” (Tirmizî, Deavât, 14, c: V/467)
YORUMLAR