Biz müslümanız; değer yargılarımızı, hayata bakış tarzımızı İslâm’dan almalıyız. Kur’ân-ı Kerim’in üzerinde durduğu prensipler, Peygamber Efendimizin sünnet-i seniyyesi bizim için her hususta belirleyici ölçüler koymuştur. Bu ölçülerin bir kısmı inanç ve ibadet esaslarıyla ilgili, ama büyük bir kısmı da hayatın bütününü kuşatacak tarzdadır. İnsanlarla nasıl geçinmeli, ne yemeli, ne kadar yemeli, nasıl uyumalı vb. birçok hususta bize yol gösterecek esaslar vardır.
Biz, Peygamber Efendimizin Müslümanlar için “üsve-i hasene”, yani her hususta en güzel örnek oluşundan hareketle; “Tıbb-ı Nebevî” adı verilen sağlıkla ilgili umûmî tavsiyelerinden “yemekle ilgili” olanlarını derlemeye çalıştık.
Çünkü maalesef günümüzde televizyon ve medya kanallarında insanlar, tabiî yiyeceklerden uzaklaştırılıp fabrika mahsulü, sun’î yiyeceklere yönlendiriliyorlar. Acıkmadan yemek, türlü türlü şeylerle karnı tıka basa doyurmak teşvik ediliyor. Genetiği değiştirilmiş, ne olduğu belli olmayan ürünler, şık ambalajlarla halkımıza sunuluyor. Böylece biz, inketen taze sağılmış sütü “hakir ve mikroplu” görerek kullanamıyor; bunun yerine aylarca bakteri ve mikropların bile yüzüne bakmadığı paketlenmiş sütlere yönlendiriliyoruz. Bu husus, çok hayâtî… Üzerinde konuşulacak çok konu var. Ancak hiç olmazsa bir fikir vermesi ve ikaz olması için “kendi kültürümüzün esaslarını” kısaca da olsa hatırlatalım dedik.
Yemek Yemek, Sadece Karın doyurmak Değildir
Dinimiz, lokmamızın “helâl” olmasına önem vermiştir. İyi ve temiz olan şeyler helâl kılınmış; helâl lokmayı terk etmek, şeytanın adımlarını izlemek olarak ifade edilmiştir. Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“Ey insanlar, Yeryüzünde bulunan helâl ve temiz şeylerden yeyin. Şeytanın adımlarını izlemeyin!. Çünkü o, sizin apaçık düşmanınızdır.” (el-Bakara, 168)
“Sana, kendilerine neyin helâl kılındığını soruyorlar. De ki: «Size iyi ve temiz şeyler helâl kılındı…»” (el-Mâide, 4, Ayrıca bkz: el-Mâide, 5, 87-88; en-Nahl, 114-115)
Hattâ peygamberlerin yiyeceklerinin helalin bir üst noktası olan “Tayyip: tertemiz” olması gerektiği de özellikle belirtilen bir husustur:
“Ey peygamberler! Temiz ve güzel (tayyib) olan şeylerden yeyin; ve sâlih ameller işleyin! Ben sizin yaptıklarınızı hakkıyla bilmekteyim.” (el-Mü’minûn, 51)
Helâlden beslenmek, “sâlih amel” işlemenin birinci basamağıdır. Yemek yemeyi öğrenmeden, Allâh’a gereği gibi kulluk etmekten ve mârifetullaha ulaşmaktan söz edilemez!..
İsraftan sakınmalıdır
Dinimizin öğrettiği ikinci prensip, “israf”ın her türlüsünden uzak durmaktır. Rabbimiz:
“…Yiyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (el-A’raf 31) buyurmaktadır.
Ne hikmetse biz, ayet-i kerimesindeki ‘israf’tan sadece yiyeceklerin çöpe gitmesini anlıyoruz. Oysa doyduktan sonra yemek veya tokken yemek de bir israf değil mi? Çok ve sık yemek yüzünden çağımızda “obezite” ve “diyabet” başta olmak üzere, birçok hastalık çığ gibi artmakta, birçoğumuzun evi, küçük bir eczaneye dönmektedir.
Allah Rasülü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- zamanında yaşanan bir hadise, günümüzdeki durumun vehâmetini anlamak için çok güzel bir örnek teşkil etmektedir. Medine’ye hasta tedavi etmek için gelen bir hekime, aradan uzunca bir zaman geçmesine rağmen hiç kimse uğramaz. Hekim, nihayet Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek Medine’den ayrılmak için izin ister ve Müslüman halkın niçin hastalanmadığını sorar. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“-Benim ashabım, iyice acıkmadan yemez. Yedikleri zaman da tıka basa yemezler; daha iştahları varken sofradan kalkarlar.” buyurur. (Bkz: Müslüman’ın Diyeti, sh.19)
Bu hâdise bize, hem Peygamber Efendimizin ashâbını nasıl yetiştirdiğini gösterir; hem de günümüzün müzmin hastalıklarının pek çoğunun sebebini teşkil eden sağlıksız beslenme ile nasıl mücadele edileceğini…
Çok Yemekten Sakınma
Temiz ve helâllerden beslenme, Rabbimizin emridir. Bunu aşmak, taşkınlık ve zulümdür. Her zulüm gibi, bu taşkınlık da ilâhî gazabı celbeder. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulmuştur:
“Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temiz ve helâl olanlarından yeyin. Bu hususta azgınlık ve nankörlük de etmeyin! Yoksa gazabım üzerinize iner. Gazabım da kimin üzerine inerse, o muhakkak helâk olmuş demektir.” (Tâhâ, 81)
Hadîs-i şerîfler de, insanları çok yemek konusunda uyarmaktadır:
“Mide hastalıkların evidir. Tedavinin özü ise perhizdir.” (Ebû Dâvud, Tıb, 13/3856)
“Âdemoğlu, mideden daha şerli bir kap doldurmaz. Âdemoğluna belini doğrultacak birkaç lokmacık yeterlidir. Ancak ille de -mideyi dolduracaksa- bari onu üçe ayırsın: Üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de nefesine!..” (İbn-i Mace, Yiyecekler 50/3349; Tirmizi, Zühd 47/2381).
“Ümmetim hakkında en çok şu hususlardan korkuyorum: Şişmanlık, uykuya düşkünlük, tembellik ve iman zayıflığı!” (Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr Tercümesi, Hadis No: 295)
“Sizin Allâh’a en sevimli olanınız, az yiyip içen ve bedence hafif olanınızdır.” (Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr Tercümesi, Hadis No: 221)
Dünyanın en obez insanının hayatının anlatıldığı bir programı ibretle seyretmiştim. Fazla kiloları yüzünden hareket edemiyor, hatta en temel ihtiyaçlarını bile kendi başına karşılayamıyordu. Kendisine bu hale nasıl geldiği sorulunca, lise ve üniversite fotoğraflarını göstererek o dönemde zayıf sayılacak bir kiloda olduğunu ve yemek vakitleri dışında yemekle alakasının olmadığını anlattı. Fakat sıkıntılı bir döneminde sık sık yemek yemeye başlamış ve gün boyunca atıştırarak bu kiloya ulaşmıştı. Aslında bu durumun tıbbî açıklaması son derece basit... Ne zaman yemek yesek vücudumuzda insülin hormonu salgılanır. Bu hormonun temel vazifesi, kan şekerinin yakıt olarak kullanılmak üzere hücre içine alınmasını ve fazla şekerin ise yağ olarak depolanmasını sağlamaktır.
Sık yemek yendiği takdirde kan şekeri ile birlikte kanımızdaki insülin hormonu da sık sık yükselecek ve yakıt olarak kullanılmamış fazla kan şekeri de sürekli yüksek olan insülin sayesinde depolanmaya devam edecektir. Kanımızdaki insülinin sürekli yüksek olması, ayrıca “insülin direnci” dediğimiz ve metabolik hastalıkların çoğunun temelinde yatan duruma da yol açmaktadır. (Bkz: http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/9822946, 18607142)
Sık sık yemek, kültürümüzde de yeri olan bir durum değildir. Türk-İslam kültüründe günlük öğün sayısı, genellikle ikidir. Osmanlı kaynaklarında ve diğer bazı eserlerde saray halkının günde iki öğün yemek yediğinden bahsedilir.Sabah kahvaltısı kuşluk vaktinde yapılır, akşam yemeği ise ikindi namazını müteakip yenilirdi. (TayyârzâdeAhmed Atâ, Târih-i Atâ, I, İstanbul trs., s. 159.)
İbn-i Sînâ sağlığı şöyle özetliyor: ‘Tıp ilmini iki satırda topluyorum. Yediğin vakit az ye. Yedikten sonra dört-beş saat hiçbir şey yeme. Şifa hazımdadır. Nefse ve mideye en yorucu hal, yemek üzerine yemek yemektir.”
Günümüzde ise aralıklı açlığın (oruç/intermittentfasting) sağlık üzerine müspet tesirleri yeni yeni anlaşılmaya başlanmıştır. Yapılan araştırmalarda, aralıklı açlığın insanlarda insülin duyarlılığını, büyüme hormonu salgısını ve yağ yakılmasını arttırdığı bildiriliyor. Ayrıca aralıklı açlığın, kilo vermeyi kolaylaştırdığı ve kalp hastalıklarına karşı koruyucu tesirinin olduğu da gösterilmiştir (http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/23582559)
Batı tıbbının, maddî faydalarını yeni yeni anlamaya başladığı ve sayısız hikmetleri olan oruç, dinimizde farz bir ibadet olarak emredilmiştir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- maddî ve mânevî hastalıklarımıza şifâ olan oruç hakkında şöyle buyuruyor:
“Oruç, bağırsakları inceltir, yağını eritir, etteki boşluğu doldurur. Sahibini cehennem ateşinden uzaklaştırır.” (Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr Tercümesi, Hadis No: 841)
Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde insanlar akıllarını kullanmaya davet edilir. Beslenme gibi, neredeyse her kafadan bir sesin çıktığı konuda bizlere düşen Allâh’ın ipine sımsıkı yapışmak ve Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sünnetine uygun yaşamayı kendimize şiar edinmek olmalıdır.
YORUMLAR