Ömür, bütün canlı varlıklara ve özellikle insana verilmiş bir süre… Az veya çok… İyi veya kötü… Kolay veya zor… Mutlu yahud çileli…
Diğer canlılarda mesûliyet yok, dolayısıyla hesap yok! Sadece fıtratında ne varsa, onun dışına çıkmadan, şımarmadan, isyan etmeden tüketiyor dünya yaşantısını.
İnsan ise büyük bir muammâ… “Ruhumdan üfürdüm!” (bkz. el-Hicr, 29) hitâbına mazhar olan, Allâh’ın yeryüzündeki halifesi, ahsen-i takvîm üzere yaratılıp mükerrem/yüce kılınmış bir varlık… Böyle olduğu hâlde hayatın telâşesi, insanın nereden gelip nereye gittiğini unutturuveriyor kendisine... O, bu hâliyle “gâfil”, “câhil” ve “zâlim” olan tek varlık aynı zamanda… Fakirlikte âsîleşen, zenginlikte şımaran, zaman zaman da haddini aşan…
Şu koskoca dünya tarihi, binbir hâdise ve ibretle dolu… Meşhur krallar, kendisini ölümsüz sanan Firavunlar, Nemrutlar… Dünyanın olanca zenginlik ve kudretinin yanlarına kâr kalacağını düşünenler… Kendilerini her şeyin sahibi, idarecisi sanıp insanlara zulmedenler, onları hidâyet yolundan saptırıp kendilerine kul-köle yapanlar… Peygamberlerin kıssaları ve tevhid mücâdeleleri bunun pek çok misâliyle dolu. Her biri başlı başına bir öğütler manzûmesi…
Allah dostlarının hayatları da, bizim tefekkür etmemiz için tarihten ve gönül âleminden süzülüp gelmiş hazır malzemeler… Her birinden alınacak dersler var. Bizzat o dönemlerde yaşamasak da, o gün yaşananların bir benzerini yaşayıp duruyoruz. O günkü hâdiseler, bugünkü insanlar, sadece şekil ve isim değiştirmiş; tarih tekrar edip duruyor.
Yüce Allah “Yeryüzünü gezip ibret almıyorlar mı?” buyuruyor pek çok âyet-i kerîmede... (bkz: Âl-i İmrân, 137, en-Nahl, 36, en-Neml, 69) Kâinât bir ibret müzesi… İnsanların yaşayıp bıraktığı izler, eserler; bizi değişmez hakikatlere götürüyor. Tabiî, gören gözleri, duyan kulakları ve hisseden yürekleri…
“Hangi güzel yüz ki toprak olmadı; hangi güzel göz ki toprağa akmadı…” Bize verilen nîmetler, buraya âit; âhirete götürecek neyimiz var? Her gün başımızı iki elimizin arasına koyup düşünelim:
“Bugün Allah için ne yaptım? İnsanlar, hayvanlar, diğer canlılar için ne yaptım? Akıl nimetini nereye kullandım? Nefesimi neye tükettim? Rabbimizin bana rızık olarak ayırdıklarından ne kadarını O’nun yoluna verebildim?”
İnfâk ederken, sadaka ve zekât verirken; “bize verilmesinden memnun olacağımız” malımızı, “bize verilmesini isteyeceğimiz şekilde” vermeliyiz. Dönüp yüzüne bakmayacağımız veya çöpe atacağımız şekilde harap olmuş, defolu yahut bozuk şeyleri vermemeliyiz. Zira bugün verdiklerimiz, yarın âhirette bizim önümüze konacak. İnfâk edilen maldaki eksik ve kusur, kalp ve niyetteki defomuzu gösteriyor olmasın! O yüzden şeytanın fakirlikle korkutmasına kanmamalı, Allâh’ın bize ikram ettiğinden biz de Allâh’ın kullarına cömertçe ikramda bulunmalıyız.
Rabbimiz, niyetlerimizi ve amellerimizi rızâsına muvâfık eylesin. Bizi bir an bile kendi nefsimizin eline bırakmasın. Bizi etrafımızdan haberdar, insanların dert ve tasalarına gönülden yardımcı olanlardan eylesin. Dünyada kullarına yardım ede ede, âhirette de ilâhî af ve yardıma kavuşanlardan kılsın bizleri de...
YORUMLAR