Nazar kelimesi; lügatte, “göz, bakma, bakış, gözetme” mânâlarına gelmekle beraber, genel olarak, bazı insanların bakışlarından maddî ve mânevî tesirler meydana gelmesi anlamında kullanılmaktadır.
Dünyanın hemen her yerinde milyonlarca insan, nazar kavramını tanımakta ve onu kabul etmektedir. Bilhassa halk arasında bazı kimselerin bir bitkiye, bir hayvana veya insana bakması neticesinde durup dururken hastalık, sakatlık veyahut ölüm gibi bir olayı meydana getireceğine inanılmaktadır.
Tıp ilmi, insanı tesir altına alan veya hasta eden bu vak’alar için kesin bir teşhise varamamıştır. Zira nazar, fizik veya kimya laboratuarlarında incelenip deneye tâbî tutulacak bir durum da değildir. Bu sebeple pozitif ilimlerle uğraşanların çoğu, nazarın fizikî etkisini kabul etmemişlerdir. Ancak unutulmamalıdır ki, bir şeyin mahiyetinin tam olarak bilinmemesi; o şeyin olmadığını göstermediği gibi, inkâr edilmesini de gerektirmemektedir. Nitekim zamanımızda şua (ışık) hakkındaki fizikî bilgiler, onun tesirini ilmî bir hakikat olarak kabul etmemizi icab ettirecek kadar ilerlemiştir.
İbn-i Abbas -radıyallâhu anh-’ın haber verdiğine göre, Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Göz değmesi (nazar) haktır. Eğer kaderi delip geçecek bir şey olsaydı, bu, göz değmesi olurdu.” buyurmuşlardır. (Müslim)
Âlimler, “Göz değmesi haktır.” sözünü, “Nazarın inkâr edilmesi mümkün olmayan bir hâdise” olduğu şeklinde yorumlamışlardır. Nitekim Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-; göz değmesinin hak (gerçek) olduğu hususunda insanları ikna edebilmek için kader meselesine atıfta bulunmuş, “değiştirilmesi mümkün olmayan kaderi değiştirecek güçte bir şey olsaydı, bu göz değmesi olurdu.” buyurarak nazarın kesin bir hâdise olduğunu belirtmişlerdir.
Nazarın nasıl gerçekleştiği hususunda çeşitli açıklamalar yapılmıştır. Meselâ bu konuda İbn-i Hacer’e:
“–Göz, uzaktan karşısındakine nasıl tesir edebilir?” diye sorulduğunda, o şöyle cevap vermiştir:
“–İnsanlar bir tabiatta değildir; çok çeşitli tabiatlara sahiptir. Bu, nazarı kuvvetli kimsenin gözünden çıkan bir zehrin, havadan geçerek gözden zarar gören kimseye ulaşması sûretiyle olabilir. Nitekim bazı nazarı keskin olanların şöyle dediği nakledilmiştir:
«–Hoşuma giden bir şey gördüğüm zaman gözümden bir harâretin çıktığını hissederim.»
Bilindiği üzere, asrımızda keşfedilmiş olan lazer de bir şua çeşididir. Onunla kalın demirlerin kesildiği, ameliyatların yapıldığı, bugün herkesin mâlûmu olan bir gerçektir.
Şunu belirtmekte de fayda var ki, göz değmesi herhangi bir şeyin hoşa gitmesiyle veya hased etmesiyle hâsıl olur. Bu sebeple bakanların hasedini çekecek, onları imrendirecek gösterişli şeylerden uzak durmalı, çevrenin durumuyla mütenâsip bir tutum içinde olunmalıdır. Bu bağlamda, göz değmesinin sosyal bir kaynaşmaya da sebep olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü nazardan korkan insanlar, çevrenin ilgisini çekecek veya hasedine sebep olacak çok gösterişli giyim ve tutumdan uzak kalırlar. Böylece birbirine yakın bir hayatı, ortaklaşa, haset duymadan yaşayabilirler. Bunun içindir ki, dikkati çeken güzel şeylerin izhâr edilmemesi, hayat tarzı olarak da göz değmesini gerektirmeyecek bir şekle bürünülmesi tavsiye edilir. İmam Begavî’nin nakline göre, Hazret-i Osman, güzel bir erkek çocuk görünce sahiplerine, çocuğa göz değmemesi için yüzünün biraz karartılarak çirkinleştirilmesini tavsiye etmiştir.
Nazar hakikati, sadece hadîs-i şerîflerle de sınırlı değildir. Cenab-ı Hak, Kalem Sûresi’nin 50-51. âyetlerinde:
“Rabbi, onu seçip sâlihlerden kıldı. Doğrusu inkâr edenler, zikri (Kur’ân’ı) işittikleri vakit neredeyse gözleri ile Sen’i yıkıp devireceklerdi. Bir de durmuşlar, «O herhâlde bir delidir!» diyorlardı.” buyurmaktadır.
Çoğu müfessire göre, âyette geçen: “Gözleriyle seni yıkıp devireceklerdi.” sözünden maksat, nazardır. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili)
Yûsuf Sûresi’nin 67. âyetinde ise, Hazret-i Yakub -aleyhisselâm-’ın oğullarına şöyle dediği anlatılmaktadır:
“Ey oğullarım! Bir kapıdan (Mısır’a) girmeyin; ayrı ayrı kapılardan girin. Ama ben, Allah’tan hiçbir şeyi sizin için savamam. Çünkü hüküm, Allah’tan başkasının değildir. Onun için ben yalnız O’na tevekkül ettim. Tevekkül edenler, yalnız O’na tevekkül etsinler.”
Elmalılı Hamdi Yazır, âyetin yorumunda: “Bu tavsiyenin sebebi, onları toplu bir sûrette göze çarpmalarından, hasede uğramalarından sakındırmak içindi.” demektedir.
Görüldüğü gibi nazardan bahseden âyetler, açık ve kesin bir hüküm bildirmemektedir. Buna karşılık hadîs-i şerîfler, hem nazarın hak olduğunu bildirmiş, hem de ona en ince ayrıntısına kadar açıklık getirmişlerdir.
Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-; göz değmesinin hak olduğunu beyân ettikten sonra nazar değmesine karşı birtakım önleyici tedbirler de tavsiye etmiştir.
Muhammed İbn-i Ebû Umâre’den gelen rivâyette Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“–Sizden biriniz neden din kardeşini öldürüyor? Biriniz din kardeşinde beğendiği, hoşuna giden bir şey gördüğü zaman ona mübârek olması için dua etsin. (Mâşaallah, bârekâllah gibi sözler söylesin.)” buyurmuşlardır.
Bârekâllah diyerek, «nazar edilen kişideki nimetin, güzelliğin artması için» duâ edilirken, Mâşaallah kelimesiyle de «Allah dilerse bundan daha güzelini, daha iyisini yaratabilir.» demiş oluruz. Böylece göz değmeyi gerektirecek bir fevkalâdelik olmadığını da hatırlatmış sayılırız.
Saîd İbn-i Hakim, Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in kendi gözünden herhangi bir zarar değmesinden korktuğu vakit: “Allâhümme bârik fîhi/Allah’ım onu mübarek kıl.” diye duâ ettiğini haber vermektedir. (İbnü’s-Sünnî)
Yine Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“Kim bir şey görür, o da hoşuna giderse, derhâl «Mâşâallâh, lâ kuvvete illâ billâh/ Allah istemiş, kuvvet sadece Allâh’ındır.» derse (nazarıyla) ona zarar vermez.” (İbnü’s-Sünnî) buyurmuşlardır.
Kişinin nazarının değmemesi için tavsiyede bulunan Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- her şeye rağmen nazar değmesine uğrayan kişiler için de tedâvî reçetesini bildirmiştir.
Hazret-i Âişe’den rivâyet edildiğine göre, Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-; göz değmesinin zarar verdiği kimselere dâir yapılan bazı işlemlerden bahsetmiştir. Buna göre:
“Gözü değene (âin) abdest alması emredilir, onun abdest suyu alınarak bununla göz değmesine uğrayan kişi (main) yıkanırdı.”
Ayrıca nazara uğrayan kimseye:
-Kalem Sûresi’nin 51 ve 52. âyetleri
-Âyetü’l-Kürsî
-Fâtiha Sûresi
-İhlâs Sûresi
-Muavvizeteyn (Felâk ve Nas) Sûreleri’ni okuması ve
-Gusül abdesti alması tavsiye edilmiştir.
Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in tatbik ve tavsiye ettiği mânevî ilâçlardan başka yollara başvurup şifâ aramak mü’mine yakışmaz. Câhiliye devrinde Araplar, bazı hastalıklardan dolayı boyunlarına ve kollarına çeşitli âlet ve boncuklar takarlardı. Devâ ve şifâyı da o taktıkları şeylerden beklerlerdi. Şirk kokan ve İslâm dini ile bağdaşmayan bu nevi işleri şiddetle yasaklayan Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“–Kim bir şey takarsa, bütün işleri o taktığı şeye teslim edilir.” (Tirmizî) buyurmuştur.
Böylece takılan şeyin fayda vermeyeceği açıklanmakta ve kişinin ümidini böyle şeylere bağlamasının dînî inancına vereceği zararın altı çizilmektedir.
Nazardan korunmak için mânâsı bilinmeyen muskalar takmak, nazar boncuğu kullanmak, İslâm inancına uymayan bâtıl âdetlerdendir. Bu gibi şeyleri bir insanın takınması câiz olmadığı gibi, bir hayvana veya bir eşyanın üzerine takmak da meşrû değildir. Diğer taraftan şua/ışık karşısında, bazı cisimlerin ve hâssaten onların renklerinin gösterdikleri aksülâmeller de öteden beri mâlûmdur.
Bazı kütüphanelerde okuma masaları üzerine yeşil bir örtü sererler. Bu, gözlerin yorulmasını önlemek içindir. Çünkü insan gözü, denize ve ufka baktığında nasıl dinlenirse, yeşile baktığında da durum aynıdır. Yazın, insanların umûmiyetle beyaz elbise giymeleri, bu rengin güneş ışınlarını geriye aksettirmesi sebebiyledir. Siyah rengin ışınlara karşı reaksiyonu ise tam tersinedir. Koyu renkli elbiseler, güneş şualarını geriye aksettirmeyip yutarlar. Bundan dolayı da insan vücudunu sıcak tutarlar. Doktorlar hastane dâhilinde temizlik sembolü olan beyaz renkli önlüklerle dolaştıkları hâlde, ameliyathânelerde cam göbeği rengine yakın yeşil elbiseler içinde görünürler. Bu durum, yeşil rengin gözleri yormayıp bilâkis dinlendirme hususiyetinden kaynaklanmaktadır. Diğer taraftan koyu sarı ve koyu mavi renklerin de ışığı kendine celb edip emme istîdâdı vardır. Bakışların çocuklara bir zarar vermemesi, yani halk tabiriyle “nazar değmesin” düşüncesiyle altın ya da mavi boncuk takılması, bu sebeplere mebnî olsa gerektir.
Konuyu hulâsa etmek gerekirse; at nalı, nazar boncuğu, mum eritme, kurşun dökme… gibi İslâm’la hiçbir alâkası olmayan tatbikatlara tevessül etmemek lâzımdır. Çünkü bunlar dinde olmayan “bid’at ve hurâfeler”dendir.
Nazarın kaderle her ne kadar alâkası varsa da, onun tesirini yaratan yine Cenâb-ı Hak’tır. Yoksa bizzat nazar eden kişi o hâdiseyi meydana getirmiş değildir. Nazarı keskin olan bir kimse, bir şeye baktığı anda Cenâb-ı Hak o şeyde zararı yaratmaktadır. Çünkü iyiliği de, kötülüğü de yaratan Allâh’tır. Allâh’ın irâdesi dışında hiçbir şey meydana gelmez. O hâlde nazarın zararına uğramaktan da, öncelikle Allâh’a sığınmak icab eder.
“Kıskandığı vakit, kıskanç kişinin şerrinden sabahın Rabbi’ne sığınırım.” (Felâk, 5)
Âmin…
YORUMLAR