Said Havvâ, bu sûre hakında şunları söyler:
“Nasr Sûresi’nden anladığımıza göre, nîmete ibadetle karşılık verilmesi gerekir. Çünkü zafer, yardım ve bölük bölük Allâh’ın dinine girme birer nîmettir. Allah Teâlâ, Rasûlü’ne, kendisine hamd ederek tesbih edip mağfiret dilemek sûretiyle bu nimetlere karşılık vermesini emretmiştir. Bu sûreden anlıyoruz ki, ecelin yaklaştığı âna uygun ibadet, Allah Teâlâ’ya hamd ile tesbihe koyulmak ve O’ndan çokça mağfiret dilemektir. Hak Teâlâ’yı hamd ederek tesbih; Allah Teâlâ’yı bilmenin ve nimetlerine karşılık O’na şükretmenin zirvesidir. Mağfiret dileme ise, Allah Teâlâ’nın hakları hususunda gösterilen tembellik ve ihmalleri îtiraf etmektir. Yaratılanlar içinde Hak Teâlâ’nın haklarını en iyi yerine getiren Allâh’ın Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- olmasına rağmen hayatının son demlerinde kendisine bunlar emredilmiştir. Öyleyse diğerleri bununla yükümlü tutulmaya daha layıktır.” (Said Havva, el-Esas fi’t-Tefsîr, Şamil Yayınevi, XVI, 427-428)
Son Nâzil Olan Sûre ve Âyetler
Bu sûre, Kur’ân-ı Kerîm’in son nâzil olan sûresidir. Ancak rivâyetlerden anlaşıldığına göre, son olarak hangi âyet-i kerîmenin indirildiği ihtilâflıdır. Bazı âlimler:
“Kendisinde Allâh’a döndürüleceğiniz bir günden korkun. Sonra herkese kazandığı eksiksiz verilecek ve onlara zulmedilmeyecektir.” meâlindeki Bakara Sûresi’nin 281. âyet-i kerîmesinin son indirilen âyet-i kerîme olduğunu kabul etmişlerdir.
Bazıları Nisâ Sûresi’nin son âyetinin (Kelâle[1] âyeti), bazıları da “ribânın (fâizin) haramlığına” dair âyetin (el-Bakara, 273-283) son inmiş âyet olduğu kanaatindedir.
İmam Kurtubî, Abdullah ibni Ömer -radıyallâhu anhümâ-’dan şu rivâyeti nakleder:
“Bu sûre (Nasr Sûresi) veda haccı sırasında Mina’da nâzil oldu. Daha sonra:
«Bugün sizin için dinimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı seçtim.” (el-Mâide, 3) âyet-i kerîmesi nâzil oldu. Bundan sonra Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- seksen gün yaşadı, daha sonra Kelâle âyeti (en-Nisâ, 176) indirildi.
Ondan sonra Peygamber Efendimiz elli gün yaşadı, ardından: «Andolsun ki, içinizden size öyle bir peygamber geldi ki…» (et-Tevbe, 128) âyeti nâzil oldu.
Bundan sonra otuz beş gün yaşadı ve «Bir de Allâh’a döndürüleceğiniz bir günden korkunuz.» (el-Bakara, 281) âyeti indirildi. Bundan sonra on bir gün yaşadı.” (Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, Burûc Yayınevi, XIX, 434)
Sûrenin Faziletleri
Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh-’den rivâyet edildiğine göre, Allâh’ın Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ashâbından bir adama:
“-Ey falan kişi, evlendin mi?” diye sordu. Adam:
“-Hayır, ey Allâh’ın Rasûlü, evlenmedim. Evlenme imkânına sahip değilim.” dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“-Senin ezberinde İhlâs Sûresi yok mu?” buyurdu. Adam:
“-Evet, var.” deyince, Rasûl-i Ekrem:
“-O, Kur’ân’ın üçte biridir.” buyurdu. Sonra Peygamber Efendimiz:
“-Ezberinde Nasr Sûresi yok mu?” buyurdu. Adam:
“-Var.” dedi. Peygamber Efendimiz:
“-O da Kur’ân’ın dörtte biridir.” buyurarak “Ezberinde Kâfirûn Sûresi var mı?” diye tekrar sordu. Adam:
“-Evet” diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamberimiz:
“-O, Kur’ân’ın dörtte biridir.” buyurdu. Sonra:
“-Ezberinde Zilzâl Sûresi yok mu?” diye sordu. Adamın “Evet, vardır.” demesi üzerine:
“-O da Kur’ân’ın dörtte biridir.” buyurdu ve sözlerine şöyle devam etti:
“-(Sen zengin sayılırsın. Bunları öğretmeyi mehir olarak kullanıp) evlen, evlen!..” (Tirmizî, Fedâilu’l-Kur’ân, 10)
Tefsiri
1-Allâh’ın yardımı ve fetih geldiği zaman.
Nasr, “yardım” demektir. Arapların “Nasr” kelimesini, kullandığı yerlere bakarak şu yorumlar yapılmıştır.
Kurak bir yeri yeşertmek için yağmurun tesiri sebebiyle, “Kad nesara’l-ğaysü el-arda” yani, “Yağmur yere yardım etti.” derlermiş.
Aynı şekilde “Nasarahû alâ adüvvihî: Düşmanına karşı ona yardım etti.” tabirinden yola çıkarak “nusret”i, daha çok “düşmana karşı olan yardım” mânâsında kullanırlarmış.
Bu âyet-i kerîmedeki “Allâh’ın yardımı” da, Peygamber Efendimizin ve hak din olan İslâm’ın galebesine, düşmanlara karşı kazanılacak zafere ve Allâh’ın önceden vaad etmiş olduğu yardıma işaret kabul edilmiştir.
“Fetih” kelimesi, Allâh’ın yardımına atfedilmiştir. Yani ona bağlanmış ve ondan sonra zikredilmiştir. Bunun da birçok hikmeti zikredilmekle birlikte birkaçını şöyle sıralayabiliriz:
a- Nasr, elde edilmek istenen şeyi elde etmek için yapılan yardım; fetih ise, muallakta olan neticeyi elde etmek ve gerçekleştirmek demektir. Yardım önce, gerçekleşme ve neticeye ulaşma sonradır.
b- Nasr, dinin kemâle ermesi, tamamlanması; fetih ise, nimetin devamı olan dünyevî ikbaldir.
c-Nasr, dünyada elde edilen zafer; fetih ise, cennette gerçekleşecek olan ebedî nîmetlerdir.
Bu zikredilenlerin hepsi murâd olabileceği gibi, tarihî süreç göz önünde bulundurulduğunda, Peygamber Efendimizin tek başına çıktığı bu yolda, söylediklerine yüzbinlerin tâbî olması, düşmanlarına gâlip gelmesi, kendisine indirilmiş dinin kemâle ermesi, Allâh’ın vaad ettiği dünya ve âhiret yardımlarının gerçekleşmesi vb. birçok nîmet-i ilâhî sayılabilir.
Bazı müfessirler, buradaki “feth”in o dönem tarihinde önemli dönüm noktaları olan “Mekke’nin fethi”, “Hayber’in fethi”, “Tâif’in fethi” şeklinde maddî bir fetihle izah etmiş; bazıları da “Peygamber Efendimize, Allah Teâlâ’nın açtığı ilimler”, “O’nun taat ve hayır işlerine muvaffak kılınması” gibi, mânevî/işarî mânâlar üzerinde durmuştur.
Bu yorumlar üzerinde en çok kabul göreni, “fetih” ile “Mekke Fethi”nin kast edilmiş olmasıdır. Ancak bu sûrenin indiriliş zamanının Mekke fethinden önce veya sonra olması ile ilgili iki görüş, Mekke fethi ile ilgili yorumlara da şu şekilde tesir etmiştir.
Bu sûrenin hicrî 8. yılda gerçekleşmiş olan Mekke fethinden sonra, hicrî 10. yılda indirildiğini ve Peygamber Efendimizin bu sûre indirildikten sonra çok kısa bir zaman yaşadığını kabul edenler; “el-feth” kelimesindeki “el takısı”nın herkesin bildiği o fetih, yani Mekke’nin fethi olduğunu söylemişlerdir.
Sûrenin Mekke fethedilmeden önce indirildiğini düşünenler ise, Cenâb-ı Hakk’ın Peygamber Efendimize ileride gerçekleşecek yardım ve fethi müjdelediğini, vaadde bulunduğunu kabul etmişler ve bu vaadin “Mekke fethi, İslâm’ın galebesi ve kemâli” ile gerçekleştiğini iddia etmişlerdir. Bu hâliyle, âyet, gelecek hakkında bir bilgi vermiş ve bu bilgi, aynıyla gerçekleşmiştir. Bu ise, Peygamber Efendimizin nübüvvetine işaret eden mûcizelerden bir tanesidir.
[1] Kelâle; ata ve çocuk zincirini oluşturan soy direğinin dışında bulunan akrabalık demektir. İslâm fıkhında babası ve çocuğu olmayanın mîrası anlamında kullanılır.
YORUMLAR