NÂMIMI DEFTER-İ UŞŞÂKINDAN İHRÂÇ EYLEME

İnceden bir ney sesi… Derinden, Hüseynî makamında… O hâriç, bütün sesler susmuş.

Hâmuşân, adı üstünde sessizler yurdu… Kabir, ruhlar… Ellerde Kur’ân, ağızlarda duâlar… Kalabalık, bir o kadar da sessizlik… Herkes ney sesi eşliğinde Mevlânâ’yı ziyaret etmede… Herkes özünde kendi rûhunu ziyaret etmede… Elest bezminde imişiz gibi, dil birliğimiz var. Gönül birliğimiz var. Âşıkların pîri, âşıkların makamı olmuş, gönlümüzü aşka uçuruyor.

Aklım karışık, ruhum fırtınalı, gönlüm kanamalar da… Ey âşıkların pîri, beni anla!

Avluda havuz… Bir yudum su içip havuza Şems’in attığı kitapları düşünüyorum. İçimde gizli bir ses konuşuyor:

“-Gönlündeki kitabı oku… Kuru kavgaları bırak, şu demiş, bu demiş bırak, Allâh’ı bil, nefsini bil… O’nu tanımanın yollarını öğren, O’nu sev… O’na kul ol… Allah, sana yakın olduğu kadar yakın; sen O’na uzak olduğun kadar uzaksın… Mesafe çok açıldı, arayı kapat… Dünya, seni paramparça etti, gönlünü talan etti… Arın…”

Ney sesi derinden feryatta… Rûhum feryatta… Bir yanım hasret çeker, bir yanım dünyada… Benim yüzüm, sadece dünyaya bakmaz. Ben öyle yaratılmadım. Benim yüzüm, Rabbime de bakar. Nefsim dünyaya, rûhum Rabbime bakar… Ama ben neden dünyadan çıkamıyorum. Neden kuyudan çıkamıyorum. Neden hâlâ balığın karnındayım, neden hâlâ zindandayım, neden ateşin içindeyim? Ateş serin değil; yanıyorum… Benim yüzüm, sadece bu dünyaya bakmaz, ben âlemler seyredecek rûh ile gönderildim… Kanatlanabilecek kabiliyet var benim rûhumda… Neden hâlâ çamurun içindeyim?

Âh Şems, gözüm nûru, rûhumun aydınlığı, gönlümün dostu Şems… Şimdi, dostunun evinden çıkıp sana geleceğim, şu gönlümü bir seyret. Ama sakın yüzüme vurma gördüklerini, sakın… Sessizce kulağıma fısılda… Âşikâr etme…

Şems’in türbesi kalabalık değil. Kapıdan girer girmez tam karşımda. “Selâm sana ey dost! Selâm Sana… Yenice ehli dil aşkının yanında idim. Seni andım, sana geldim…” Ney sesi rûhuma işlemiş, sabâ makamında devam ediyor, derinden gönülgâhımda…

Âh o gönlüm zavallı gönlüm, iki arada bir derede… Ejderha gibi bir nefs, yaralı ceylan gibi bir ruh… Kim güçlü ise, gönlüm onun meydanı. Şu an en güçlü nefsim, öyleyse bütün bedenimde onun sözü geçiyor. Rûhum zavallı… Nefsim yiyor, rûhum zayıflıyor, nefsim ısınıyor, rûhum üşüyor, nefsimin her dediği oluyor, rûhum acı çekiyor… Hâlbuki benim rûhum, âlemler seyredebilir. Onun ana vatanı, dünya değil. Burada yabancı o… Burada koparıldığı parçasını aramada… Burada gurbette… Ama nefsim, ona nefes aldırmaz da garibim ağzını bile açamaz… Ey gönül! Zulmettesin neden? Nûrun nerede?

Kime ne söylüyorum, hepsi benim; hepsi ben… Rûhumu kim güçlendirir? Kim nefsimi kediye çevirir de, rûhumu kartal eder?

Yere oturuyorum. Gözümü kapatıyorum; nasıl bu hâle geldim? Ellerim dizimde, başım önümde, kulağımı indirmişim gönlümün diline, rûhumun üflediği neyi dinliyorum… Ben sadece bu dünyanın çocuğu değilim. Benim âlemler seyreden bir rûhum var. Benim rûhum çamur değil, toprak değil, benim rûhum nûrdan… Rabbimden bir parça… Doksan dokuz esmânın tecelligâhıyım ben… Çünkü ben, doksan dokuz esmânın sahibinin üflediği rûhu taşıyorum. Toprak yanım nasıl güçlü olur, nasıl?

Gönül âyinemde minik ışıklar parlıyor. İçimden bir ses:

“-Kalk çık yukarıya…” diyor.

Tahta merdivenleri çıkıyorum, ikinci kata, hanımlar bölümüne… Ayaktayım, kıyamda… Rabbimin kapısına geldim. Ayaktayım, ellerim yanımda gözüm secdede, yüzüm Kâbe’de, gönlüm Rabbimde…

Kıyama durdum, Ya Rabbi! Ben çamur değilim, yâ Rabbi, ben de Senin nûrun var… Şu an pervânenim, şem’ine geldim yâ Rabbi!.. Bir kararım yok benim, hâlim hâl değil yâ Rabbi! Zulmette olan gönlüme nûr, sadrıma inşirah isterim. Senin için zor yok, yâ Rabbi! Zor diye bir şey yok, yâ Rabbi! Ben çamur değilim, bir yanım nûr benim, nûrunla nûrlandır yâ Rabbi! Sana geldim, şimdi kapındayım.

Allâhu Ekber!

El bağladım huzurunda, yâ Rabbi! Kulunum Senin, Beni Sen yarattın, beni heder etmezsin yâ Rabbi, zulmette bırakmazsın yâ Rabbi!

Sübhansın, seni her türlü noksanlıktan tenzih ederim. Canımdan ve her şeyden azîz Allâh’ım! Ben Senin mahlûkunum, kulunum. Boynumu büküyor, yalnız senden istiyor, yalnız seni biliyorum; ben çamur değilim, yâ Rabbi! Nûrunu istiyorum. İstikamet istiyorum. Sapmaktan, şaşırmaktan Sana sığınıyorum. Kimim var ki, Senden başka, yâ Rabbi! Ben Senin kulunum, Sen benim Rabbimsin. Terbiye edenim Sensin… Ne güzel terbiye edersin.

“Önümde eğil” de; eğilirim yâ Rabbi! Azıcık da eğilmem, bütün bedenimle eğilirim, Senin huzurunda eğilen; dosdoğru olur ya Rabbi!

“Secdeye kapan” mı dedin? Can fedâ… Bu baş, yoluna kurban Senin, yâ Rabbi!.. Her şeyimin sahibi Sensin. Başım Senin, gözüm Senin… Bu baş, Senin için burnunu yere koyar, alnını yere koyar. Sen yüceler yücesisin, ben huzurunda bir hiçim. Sen Kuddûs’sün, ben kusurluyum; Sen Gaffarsın, ben günahkârım; Sen bu beden mülkünün sahibisin, ben misafirim. Kimin mülkünde, kimin kavgasını veririm; şaşkın misafirin yolunu doğrult yâ Rabbi!..

“Olmaz, bir kez daha alnını secdeye koy” mu dedin… Bir değil, bin olsun yâ Rabbi! Yeter ki çamur olmayan, nûr yanım şahlansın, Rahmânî duygular çoğalsın. Ruhum Seninle bütünleşsin. Nûrlansın… Ben Sana muhtacım, yâ Rabbi! Vallâhi sadece Sana muhtacım. Cihan şahit, sadece Sana muhtacım. Îlan ediyorum, ben kulum, Mevlâmın eşiğine baş koydum, ister kessin, ister okşasın. Mevlâm ne isterse, onu etsin.

Bende çamurluk istîdâdı var, lâkin nur istîdâdı da var. Nûrum Seninle mümkün, başka kim nûrlandırır beni yâ Rabbi!

Yine kıyama durdum, el bağladım. Ben secdede iken neler olmuş; gönlüm Kâbe’nin eşiğine yapışmış, rûhum Arş’a yükselmiş. Lütfen bir daha aynısını yapayım yâ Rabbi!

Sübhansın Allâh’ım! Sana hamd ederim. Bu lezzeti tattıran, huzurunda huzur bulduran Rabbim, Sana hamdolsun. Belimi bir tek Senin beni sevmemen büker; Senin bana “Kulum” dememen büker. Ben Sana çok muhtacım, hem de çok muhtacım yâ Rabbi… Ruhumun gıdası sende, gönlümün cilâsı Senin elinde… Beni sadece kendine koştur, gayrisinden uzak eyle yâ Rabbi! Bu başımı binler kere yoluna koymuşum, alnım secdede,

O da ne! Secde yerim mîrâcım olmuş… Ben ne zaman secdeye eğiliyorum, rûhum arşa çıkıyor. Subhansın yâ Rabbi, Alâ’sın yâ Rabbi, Canımdan ve her şeyden azizsin yâ Rabbi, Cânânımsın yâ Rabbi! Beni benden al, kendinde yok et, yâ Rabbi…

“el-Mütekebbir”, “el-Aziz”, “el-Azim”, “el-Kebir”, “el-Alî” gibi nice esmâ ve sıfatın karşısında küçücüğüm, kusurluyum, zelilim, dizlerimin dermanı kesilir ihtişamından… Oturayım huzurunda. Miraçta Allah Rasûlü ile selâmlaşıp hasbihâlinizi yâd edeyim.

“Selâm bizim üzerimize ve sâlih kullarının da üzerine olsun!” diyen, en kutlu makamda ümmetini unutmayan biricik Efendimize salât, selâm olsun yâ Rabbi! O sâlih kullardan eyle beni de yâ Rabbi…

Ey güzel melekler, şâhit oldunuz mu; Rabbim ile buluşmama… Haberiniz olsun; beni de o sâlih kullarının arasına alacak!.. Söyletti ise, bana bütün bunları namazda; sâlih kullarının arasına alacağına işaret olmaz mı bu? Olur, tabiî ki… Ben inandım, îmân ettim. Olur, tabiî ki… O zaman bütün bu yaşadıklarıma şâhit olan melekler, selâm olsun sizlere de…

Ruhumun bu buluşmaya ne çok ihtiyacı varmış. Rûhumu meğer bu buluşmalar şahlandırırmış da, nefsimi bu buluşmalar dizginlermiş… Rûhumun gıdâsı, Rabbim ile özel buluşmalarımız… Onunla hemhâl olmak… Nefsim istemese de… Nefsim istemese de…

Ben çamur değilim, ey ejderha nefsim, bir bak, bende nûr olma istîdâdı da var. Ne zaman ki, Rabbim için secdeye kapanırım, rûhum kartal olur şahlanır; işte sen o zaman güçsüzleşirsin…

Bu güzellikleri yaşatan Rabbim, Sen Sübhansın, Sana hamd ederim, Sen en büyüksün…

Gönlümdeki ney sesi, Uşşak makamında şimdi…

 

“İlâhî! Nâmımı, defter-i uşşâkından ihraç eyleme,

Kendi muhtâcını, muhtâcına muhtaç eyleme.”

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle