Asr-ı Saâdet müslümanları, namazlarını edâ ederken Cenâb-ı Hak ile vuslat heyecanı yaşarlardı. Namazlarını, “dünyaya vedâ etmek üzere olan kişinin son namazıymış gibi” büyük bir hasret ve huşû ile îfâ ederlerdi.
Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’tan rivâyet edildiğine göre, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:
“-Ne dersiniz? Birinizin kapısının önünde bir nehir olsa da, o kimse her gün bu nehirde beş defa yıkansa, onda kir diye bir şey kalır mı?”
Sahabîler:
“-Hayır, o kimsede kir diye bir şey kalmaz!..” dediler. Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
“-Beş vakit namaz, işte bunun gibidir. Allah, beş vakit namazla günahları silip yok eder.” (Buhârî, Mevâkît, 6; Müslim, Mesâcid, 283; Tirmizî, Emsâl, 5; Nesâî, Salât, 7)
Bu şuuru alan sahabîlerden Hazret-i Ömer, ölüm döşeğinde, kendini bilmez hâlde yattığı zamanlarda namaz vakti geldiği haber verilince hemen doğrulup namazını kılar ve şöyle buyururdu:
“-Vallâhî namazı terk edenin İslâm’dan nasibi yoktur!..”
Bu söz, Peygamber Efendimizi iyi dinleyip iyi idrâk etmiş bir sahabînin sözüdür. Çünkü Peygamber Efendimiz, defaatle namazın ehemmiyetini vurgulamış ve bu hususta pek çok hadîs-i şerîf îrad buyurmuştur.
“Gerçekten kişi ile şirk ve küfür arasındaki engel, namazdır. Namazı terk etmek, bu engeli kaldırır.” (Müslim, Îman, 134; Ebû Davud, Sünnet, 14)
“Bizimle onlar arasındaki ayırıcı temel unsur, namazdır. Namazı terk eden kimse küfre düşer.” (Tirmizî, Îman, 9; Nesâî, Salât, 8; ;bni Mâce, İkâmet, 77)
Bu iki hadîs-i şerifte de belirtildiği üzere, mü’min ile kâfiri ayırt eden iş, namazdır. Mü’min kul, namaz kılmadığı zaman küfür ve inkâr hâline çok yaklaşmış demektir. Bu yüzden namaz kılmayan mü’minler, bir an önce namaza başlamalı, namaz kılanlar ise, eksiklerini tamamlama gayreti içinde olmalıdır. Zira Peygamber Efendimizin haber verdiğine göre, kulun ilk hesaba çekileceği amel, namazdır:
“Kıyâmet gününde kulun hesaba çekileceği ilk ameli, onun namazıdır. Eğer namazı düzgün olursa, işi iyi gider ve kazançlı çıkar. Namazı düzgün olmazsa, kaybeder ve zararlı çıkar. Şayet farzlarından bir şey noksan çıkarsa, Azîz ve Celîl olan Rabbi:
«Kulumun nâfile namazları var mı, bakınız?» der. Farzların eksiği nâfilelerle tamamlanır. Sonra diğer amellerinden de bu şekilde hesaba çekilir.” (Tirmizî, Salât, 188; Ebû Dâvud, Salât, 144-145; Nesâî, Salât, 9; İbni Mâce, İkâmet, 202)
Namazda rükûnları itinayla kılmak, her rekâtın hakkını vermek tâdil-i erkândır. Yine Allâh’ın huzurunda olduğunun farkında olup namaz dışı iş ve düşünceleri akla getirmemeye çalışmak da huşû olarak adlandırılır. Bu ikisinin ehemmiyeti hakkında da pek çok hadîs-i şerîf vardır. Biz bunlardan sadece birini zikredelim:
“Bir Müslüman, farz namazın vakti geldiğinde güzelce abdest alır, kalbi ürpererek (huşû içerisinde) ve rükûunu da tam yaparak (Tâdil-i erkân üzere) namazını kılarsa, büyük günâh işlemedikçe, bu namaz, önceki günahlarına kefaret olur. Bu her zaman böyledir.” (Müslim, Tahâret, 7)
YORUMLAR