Mutluluğa Koşmak

Hayatta hep bir şeylere doğru koşarız…Ya korktuğumuz bir şeyden kaçıp kurtulmak için koşarız, ya da emniyette ve huzurda olacağımız bir yere kavuşmak için!..

Eğer evlerimiz, emniyet, huzur, mutluluk yuvasıysa akşamı dört gözle bekleriz. Mesâîmizin bitiş zamanını dakika dakika sayar ve vakit geçirmeden mutluluğa kavuşmak isteriz. Bu mutluluğu geciktiren ve fuzûlî geçen her ân, ayrı bir azab olur bizim için…  Nitekim Yüce Rabbimiz, Rûm Sûresi, 24. âyet-i kerîmede “insanın huzur bulacağı eşlerinin var olması”nı da kendi varlığının delilleri arasında saymaktadır.

Ama yuvamız, bizim için çekilmez bir hâl almışsa adımlarımız geri geri gider. Oraya ulaşmayan yolları seçeriz. Dışarıda geçireceğimiz her dakika kâr sayılır.

Şâyet, işimizde huzur buluyorsak, vaktin nasıl geçtiğini anlamayız!.. Saatlerin, günlerin, yılların!.. Sabah işe başlarken hevesle başlar, akşam mesâî bitiminde gönlümüz huzurla dolar, akşamları yatarken gözlerimiz “vazifesini yapmış bir insanın gönül rahatlığı” içinde kapanır.

İşimize kerhen gidiyorsak, cehennem azabına sürülüyormuşuz gibi gelir her sabah… Masamızın başına oturmak veya kazma-kürek taşımak gitgide ağırlaşır. İşimiz dışında her şeyle meşgul oluruz da yine de vakit geçmek bilmez.

Eğer mutluluk ânlarımız, Rabbimizle buluşma demlerimiz ise, o zaman seherleri kollar, ezan seslerine kulak kabartırız. Ezan sesleri, bizi sevdiğimize kavuşturan bir kapı zili gibi gelir bize… Bir namaz vaktindeyken diğerini iple çekersiniz. Gönlünüz mescidlere asılı kalır. Her secde sizi en yüce sevgiliye götüren bir miraç olur. Namaza bir an önce kavuşmak için çırpınırsınız, ama namaza başlayınca hiç çıkmak istemezsiniz. Kıyâmı, kıraati, rükûyu, secdeyi uzatır, “biraz daha, biraz daha birlikte olayım” diye çırpınırsınız!

Ama ibadet, bir “yük”se ve yaptığımız hayır ve hasenât bize angarya gibi geliyorsa vay hâlimize!.. Onu elden geldiğince geciktirmeye, aksatmaya, unutmaya çalışırız. Son vakitlere bırakır, bir an önce yapıp kurtulmak isteriz. Mecbur kalmazsak, câmiye uğramaz ve dindar insanlardan uzaklaşırız. Zekat ve sadaka verirken paramız bitecek diye korkarız.

Eğer mutluluğunuzun sebebi, merhametin en asîl pınarlarından biri olan Sevgili Peygamberimiz ise ism-i şerîfi anıldığında yüreğimize doğru ılık rüzgarlar eser,yüzümüze tatlı bir tebessüm yayılır. Medîne-i Münevvere’ye kavuşmaya can atarız. O’nun en büyük emânetleri Kur’ân-ı Kerim’i okuyup amel etmek ve sünnet-i seniyyesini yaşama gayreti içinde olmak bize haz verir. O’na benzemek için yaptıklarımız güç gelmez. Hatta aksine neş’e ve sevinç verir.

Çünkü aşkın kanunu, “sevenin sevdiğine benzemesi” değil midir? Sevenin sevdiğinde huzur bulması değil midir?

Eğer “Leylâ”lardan “Mevlâ”ya doğru koşmak, asıl olanda huzur bulmak istiyorsak hiçbir şeyi küçük görmeden evimize, işimize, ibadetlerimize itina göstermeliyiz. Önce ruhumuza uygun meskenler hazırlamalı, sonra da mutluluk ve huzura koşmalıyız.

Evimizi sevdiklerimizin gözüne ve gönlüne huzur veren şekle sokmalı; işimizi haram ve mânâsız meşguliyetlerden arındırmalı; kalbimizi ve ibâdetimizi Rabbimizin rızâsına uygun bir temizliğe kavuşturmalıyız.

Haydi güzel dostlar, elele huzura ve mutluluğa doğru koşalım!.. Unutmayalım; gayret kuldan, tevfik ise Allah’tandır…

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle