Peygamber Efendimizin, şu hadîs-i şerîfini bir mümin olarak hayatımızın her yönüne şâmil kılıp, kendimize düstur edinmeliyiz:
مَنْ غَشَّنَا فليْسَ مِنَّا
“Bizi aldatan bizden değildir.” (Müslim, İman, 164)
Mü’minin her ne şekilde olursa olsun, muhatabını aldatması ve onu yanıltması, başta bir sadakatsizlik göstergesidir. Allah Rasûlü’nün böyle kimseler için kullandığı “Bizden değildir.” ifadesi, bir mü’min için çok ağır bir îkazdır. Bu, belki îman dairesinden çıkmak mânâsında değil, ama Peygamber Efendimizin civarında olamama gibi acı bir mahrûmiyetin göstergesidir.
Âile kurumuna iki temel taş belirleyecek olursak, birincisi “sevgi ve muhabbet”, ikincisi ise “sadâkat”tir. Sadâkati besleyen duygu, muhabbettir. Muhabbet, karşılıklı önyargıların en aza indiği ve bir arada kalabilmenin birinci şartıdır. Dolayısıyla âilenin içine giren en küçük bir güvensizlik, o âilenin felaketine sebep olabilir. Bu yüzden eşler, başta muhabbetlerini besleyip diri tutacak hâl ve davranışlar üzere olmalıdırlar. Her türlü haramdan ve mânevî hayatı ifsâda uğratacak ortam ve insanlardan uzak durmalıdırlar.
Özellikle genç çiftlerin, dış tesirlerden etkilenmeleri daha kolay olabiliyor. Her türlü menfî tesirden uzak kalmanın yolu da, ideal âile hayatlarını kendimize örnek almak, başta Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in örnek hayatını iyice öğrenmek ve âile hayatımızın her anına bu misalleri uygulamaya çalışmaktır.
Evlilikte diğer önemli husus ise, fedakârlıktır. Âile müessesesini devam ettirmek, elbette ki belli başlı sorumluluklar altına girmek demektir. Bu sorumluluğun başında, her iki tarafın birbirini Allâh’ın bir emâneti olarak görmeleri gelir. Emanet şuuru ile bakılırsa, insânî zaaflardan kaynaklanan sıkıntılara tahammül, o derece kolay olur.
Zamanımızda sadâkat duygusunun zayıflamasında en büyük sebep, âile müessesesinin mahremiyetine ters yayınların çoğalması ve bu mânâda yanlış bir mantığın yaygınlaşmasıdır. Özellikle basın-yayın yoluyla yapılan ahlâkî erozyon, âileyi kuracak olan gençlerde tâ başlangıçtan itibaren bir ümitsizlik ve güvensizlik duygusu oluşturmaktadır.
Kadın-erkek münâsebetlerinde herhangi bir ahlâkî kaygı tanımayan yayınlar, özellikle sanal âlemde helâl-haram sınırı birbirine karışmış ortamlar, bu karışık kafa ve gönül dünyası içindeki nesiller, hangi mânevî donanımla evlilik hayatına hazırlık yapabilirler?
Çağımızın en önemli meselelerinden birisidir âile müessesesinin gitgide mâhiyetini yitirmesi... Bir yanda bu güzel müesseseyi ayakta tutmak için verilen gayretler, bir yandan da âile kurumunu yıkmak ve nesebi belirsiz nesiller meydana getirmek için ahlâkî çöküntüye sebep olacak sistemli plan ve faâliyetler…
İnsanlığın başlangıcı, bir âileden meydana gelmiştir. Hazret-i Âdem ve Hazret-i Havva’nın meydana getirdiği, yeni ifade ile “çekirdek” âile, bugün milyarlarca insanın temelini oluşturmaktadır. Dolayısıyla âile müessesesi esastır ve devamı da mecbûrîdir.
Rabbimiz, insanların bir erkek ve dişiden yaratıldığını, sonra kabilelere ayrıldığını ve bundaki hikmeti Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle ifade buyurmuştur:
“Ey insanlar! Gerçekten Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız ve tanışmanız için sizi kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz Allah katında sizin en üstün olanınız, (ırk, renk, soy ve servetçe değil) takvâca en ileri olanınızdır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilen ve her şeyden haberdar olandır.” (el-Hucurât, 13)
Âilenin kudsiyetini bir tarafa itip tamamen nefsânî istekler doğrultusunda yaşamak, modern bir anlayış olarak teşvik ediliyor ve bu sakat zihniyet, sözüm ona insan hak ve özgürlükleri çerçevesinde değerlendiriliyor.
Âile hayatı, fıtrî bir hâdisedir. İnsanın dışındaki canlılarda bile bir âile anlayışı, beraber yaşama, âile fertlerine sahip çıkma duygusu vardır. İlâhî bir mekanizma ile sevk ve idâre edilen hayvanlar âlemine bakıldığında, bu sevk-i tabiînin varlığı açıkça görülmektedir.
Gayr-i ahlâkî yayınların ve sanal kirliliğin dumûra uğrattığı beyinler, ne yazık ki yarının aldatan, terk eden, sadâkatsiz anne ve babaları oluveriyorlar. Burada mağdur olan hem kendileri, hem âileleri ve hem de onlardan doğmuş mâsum yavrular oluyor.
Günümüz toplumunun âile müessesesine bakışındaki bu çarpıklık neticesinde, ülkemizde de çok üzücü rakamlara şahit oluyoruz. Şu güncel bilgiler herhâlde her şeyi gözler önüne sermektedir. Âile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın düzenlediği bir konferansta, ülkemizde boşanmalarla ilgili şu sonuçların olduğuna dikkat çekildi:
“Ülkemizde yılda ortalama 600 bin kişi evleniyor. Son 10 yıla baktığımızda, yılda 100 bin civarında boşanma gerçekleşiyor. Araştırmalar, bunların 80 bininin ikinci defa yeniden evlendiğini ve 14 bininin de yeniden boşandıkları eşleriyle evlendiğini gösteriyor.”
Araştırmanın sonuçlarına göre, “Ben mutluyum” diyen âilelerin toplamı, yüzde 60… Boşanma sebepleri olarak; aldatma, şiddet, dayak, şiddetli geçimsizlik, içki ve kumar gibi konular öne çıkıyor.
Netice:
Mutluluk için her iki tarafın dünyasında olması gereken ana prensipler; sevgi, sadâkat ve fedakârlık … Bunlar evliliklerin saç ayağını oluşturmalı. Her şeyden önemlisi, eşler arasında bağlılığı pekiştirecek “nebevî bir âile” anlayışının sürekli hâkim olması ve dünyevîleşme tehlikesine karşı iki tarafın birbirini uyarması ve sakındırmasıdır. Rabbim, yuvalarımıza huzur ve sekînet ihsân eylesin. Âmin.
YORUMLAR