Allâh dostlarıyla berâber bulunmak gönüllere şifâ verir. Yaralı ve ızdıraplı sînelere ferahlık bahşeder. Biz de zaman zaman böyle berâberliklerden hisseler almaya çalışırdık. Hak dostlarının derin tefekkür ve tahassüs dolu hâllerini müşâhede etmek, her ân Hakk’ın düstûr ve ölçülerini hatırlatan davranışlarını örnek almak ne büyük bir bahtiyarlıktır! Mûsâ Efendi, Sâmi Efendi ile karşılaşmadan önce haftanın birkaç günü hâlsiz ve huzursuz olduğunu ifâde eder ve:
“−Ne zaman ki; Sâmi Efendiyle buluşmak, sohbet etmek nasib oldu. Onların huzurlu ve ibretli hâlinden hisse alarak rûhumdaki bu ızdırâblı hâller üzerimden gitti.” buyururlardı.
İnsan ne kadar kendinden, nefsinin kasvetinden kurtulursa o kadar rahata kavuşur. Yüce Allâh hepimize böyle kıymetli insanlarla berâber olmayı nasib eylesin!
***
Bir seferinde âile efrâdıyla birlikte Bursa’ya gitmiştik. Sevdiklerimizle beraber Sultantepe’den Bursa istikâmetine doğru yola çıktık. Yolculuğumuz gâyet neşeli geçiyordu. Mûsâ Efendi, yolculuk esnâsında; Bursa’nın gönüllere huzur veren mânevî havasından bahsettikten sonra bu Osmanlı yâdigârı şehri sevdiklerini söylediler.
Yine birçok mevzu üzerinde devam eden konuşmalarını dinliyorduk. Eski insanlardan, onların yaşantılarından ve gösterdikleri kanaatten bahsettikten sonra şimdi insanların hâllerine ne kadar az şükrettiklerini söylediler ve:
“−En mühimi kalb huzûrudur! Bunun için de kanaat sahibi insanlar olmayı başarmalıyız!” dediler. Yine devamla:
“−Bizim zamanımızda bu kadar israf yoktu. Bir ufak arabamız vardı. Babam arabayı doldurmadan işyerine göndermezdi! Malına dikkat eder, kıymetini bilirdi. Şimdi ise israf çok. Bir evde birkaç araba bulunuyor. Öyle yapmayıp o meblağları infâkta kullanabilsek!..” dediler.
***
Bursa’ya varınca Üftâde Hazretleri’ni ziyârete gittik, duâlar ettik. Bu ziyâretten çok hissedâr olduk. Çıkışta, bir fakir gördüler ve hemen infakta bulundular. Buradan Emir Sultan Hazretlerine gittik. Orada da çocuklarla meşgul oldular. Ziyâretten en çok çocuklar nasîbini almıştı. Daha sonra bir akraba ziyâreti yaptık. Her vesîleyle mübâreklerin, denizdeki inciler misâli nasihatlerini dinlerdik. Söz teslimiyete geldi:
“−Bu yolda huzûra kavuşmak ancak teslimiyetle elde edilir. Kimi evlâdından, kimi malından vs. çeşitli şeylerden iptilâlara düşer. Mü’minin dünyada tam rahatlığı olmaz. Cenâb-ı Hak dâimâ mahzun ve gönlü kırıkların yanındadır. Sadrı dar olanlar ise her şeyde huzursuz oldukları gibi etraflarına da darlık verirler. Böyle kişilerin nâfile ibadetleri çok olsa bile fazla nasib alamazlar. Meclislerinizde Hak dostları, evliyâ anılırsa dâimâ gönle rahatlık gelir. Çünkü bu yüce şahsiyetler, Allâh Teâlâ’nın nurlu yolunun nâdide yıldızlarıdır. Zâlim ve günahkâr kişilerden bahsedilirse kalbe ağırlık ve sıkıntı olur.”
Özellikle hanımlara yönelik şu ifâdeleri dikkatimi çekmişti:
“−Bir hanım, mânevî yoldan nasib almak isterse, çarşı pazarlarda gezmemeli, kalabalık ve karışık ortamlardan sakınmalıdır. İlim meclislerine katılmalı, tefekkür ve tahassüs dolu bir hayat sürmelidir!”
Bir seferinde de Cenab-ı Hakk’ın insanı mükerrem vasıfta yarattığını ifâde ederek şöyle buyurdular:
“−Bütün mevcudat; güneş, ay, hayvânât, nebâtât insana hâdim kılınmıştır. İnsan ise kullukla mükelleftir. Kulluğumuz, zikzak çizmeden istikâmet üzere devam etmelidir. Seherlerde kalkmaya, zikre ve teheccüd namazına ehemmiyet vermeliyiz. Bu mübârek saatleri uyanık geçirdiğimiz gibi gündüz de ilim meclislerine katılarak kalbi uyanık tutmaya çalışmalıyız. Nasıl kuş iki kanadıyla uçarsa Mevlâ’ya giden insan da böyledir! Kalbde maddiyât, mâlâyâni şeylere de yer vermemeliyiz.”
***
Mûsâ Efendi’nin tefekkürleri uzun olur ve bizleri de tefekkür husûsunda uyararak:
“−Dünyaya niye geldik, ne yapmamız lâzım, aklımızı yerinde kullanmasını bilmeliyiz! derlerdi.
Meclislerinde bulunduğumuzda huzur ve huşû dolu olurduk ve günlerce de te’siri üzerimizde kalırdı. Gönlümde derin izler taşıyan unutulmaz hâtıraları şimdi hasretle yâd ediyorum.
Cenab-ı Hak cümlemizi âhirette de beraber eylesin. Âmin!
YORUMLAR