Vefât Tarihi: 1999
Sosyal değişikliklerin sert bir sûrette yaşandığı cemiyetlerde yeni nesiller, âdeta bir hâfıza kaybına mâruz bırakılırlar. İki devri birden yaşayıp da bu millî hâfıza kaybına veya eskiyi red hastalığına mübtelâ olmaksızın şahsiyetini koruyabilen insanlar, çok nâdirdir. Böyleleri, nesiller arasında vukua gelen kopukluklarda, âdeta, mesud birer köprü rolü oynarlar. Bu gibi kimseler, bu rolü, ya eserleriyle veyahut da temasta bulundukları kimselere karşı sohbetleri ve yaşayışlarıyla îfâ ederler.
Münevver Ayaşlı Hanımefendi, bunu en mükemmel bir sûrette gerçekleştiren bahtiyar insanlardan birisiydi. Onunla görüşenler, yakın tarihin vak’a ve şahsiyetleriyle öylesine bir ünsiyet peydah ederlerdi ki, âdeta Münevver Ayaşlı Hanımefendi yerine anlattığı vak’aları bizzat yaşamışçasına derin ve zengin intibâlarla dolarlardı.
Münevver Ayaşlı Hanımefendi, başta Yahya Kemal Beyatlı olmak üzere Abdülhak Hâmid Tarhan, Şükûfe Nihal Hanım, Faruk Nâfiz Çamlıbel, Peyami Safa ve Necip Fazıl Bey gibi yakın tarihimizin önemli şahsiyetleriyle ahbaplığı sebebiyle onlarla ilgili pek çok bilgi ve hâtıraya sahipti. Bu da sohbet ve dostluk meclislerine ayrı bir derinlik ve tat veriyordu.
* * *
Münevver Ayaşlı Hanımefendi’nin yakın tarihle olan bu münâsebetinin benim açımdan ayrı bir ehemmiyeti daha vardı. O da, Rumeli’ye kadar uzanan köklerimiz…
Ecdadım, Konya’dan memuriyetle bugün Bulgaristan hudutları dâhilindeki Menlik’e gönderilmişti. Menlik’e dâir çocukluk yıllarımdan itibaren bir efsane güzelliği ile hâfızamı doldurmuş bulunan nakillere, Münevver Ayaşlı, âdeta rüya ile gerçek arasındaki fark kadar bir netlik ve beraberlik kazandırmıştı. Çünkü o da, Osmanlı Devleti’nin üçüncü padişahı Murad Hüdavendigar devrinde Erzincanlı Ali Bey tarafından fethedilmiş bulunan Menlik’liydi.
Münevver Hanım, çocuk yaşlarımda evimizde çok konuşulan Bagana âilesinin bir ferdi olan Miralay Cafer Tayyar Bey’in kızıydı. Babam, amcalarım, halam, hâsılı bütün âile efrâdım, Bagana âilesiyle dosttular ve onlara dair hâtıraların atmosferi içinde yetişmiş olduğum için Münevver Ayaşlı Hanımefendi ile fikrî temele ilâveten bir de böyle geçmişten gelen hâtıralar ve hemşehrilik duygularıyla ahbap olduk.
O, günümüz neslinin Rumeli ve Balkanlara olan ilgisizliğinden şikâyetle:
“–600 sene vatan bildiğimiz Rumeli’yi şimdi pek çok kimse bilmez bile!..” derdi.
Bir başka sohbetinde de:
“–Rumelili kibirli ve asalet iddiasındadır. Nasıl olmasın ki, onlar, evlâd-ı fâtihândı!... Türklerin bütün gazaları îlâ-yı kelimetullah için olmuştur.” diyerek ufkumuzu açardı.
* * *
O, tam bir Osmanlı Hanımefendisiydi. Oturması kalkması, insanlara karşı muâmelesi, hayatına hâkim olan eşyânın dekoru, hatta ikram eylediği yemeklerle bile size artık kaybolmaya yüz tutmuş büyük bir medeniyetten parçalar sunar ve istidâdınız nisbetinde sizi Osmanlılaştırırdı.
Onunla Bursa’ya çok nefis bir seyahatimiz olmuştu. Üftade Hazretlerini, Osman Gazi, Orhan Gazi türbelerini hürmet, sevgi ve hasretle ziyaret etmiştik. Civardaki hanımlara:
“–Burada evliya var mı?” diye sordu.
“–Osman Gâzi, Orhan Gâzi var ya!..” dediler.
O zaman Münevver Hanım, ellerini şükürle havaya kaldırdı:
“–Bu günleri de gördüm ya, elhamdülillah!.. Bu millet, padişahlarını asla unutmayacak!..” diye mesut oldu.
* * *
Hamîdî nüfus kağıdına sahip olmakla her vesileyle iftihar edecek derecede bir tarih şuuru taşıyordu. Onun, bu derecede millî kültürümüze sahip çıkmasına hayret ederdik. Çünkü Münevver Hanım, orta tahsilini Alman okullarında, yüksek tahsilini ise Collage de France’da (Paris) tamamlamıştı. Batı ülkelerinde almış olduğu bu eğitim; kendisini, öz kültüründen uzaklaştırmamış, köklerine yabancılaştırmamıştı. Bu sebeple o, Batı âlemi kadar Doğu’yu da tanıyan, İngilizce, Fransızca, Almanca ve hatta Arapça bilen, güzel piyano çalan, gençlik yıllarını Avrupa’da geçirmiş olmasına rağmen Mevlevîliğe gönülden bağlı bir kimseydi. Âdeta batıyı ve doğuyu kendi şahsında harmanlamış, ona târihî bir derinlik ve zenginlik katmıştı. Bu sebeple tarih, edebiyat ve din kültürü yüksek düzeydeydi.
* * *
Yakın tarihimizin meşhur simalarından Sadullah Paşa’nın oğlu Nusret Sâdullah Beyefendi ile 1930 yılında evlenmiş, Çengelköy’deki Sadullah Paşa Yalısı’na gelin gitmişti. Lâkin çok kısa bir müddet sonra gerçekleşen, geçmişi inkâr furyasına kapılmayarak zihniyet ve hayat tarzı itibariyle sahip olduğu Osmanlı hüviyetini, uzun ve semereli hayatının sonuna kadar devam ettirmiştir. Bunun ne kadar güç bir iş olduğunu anlamak için kocasının yeni rejimin büyükelçisi olduğunu hatırlamak kâfîdir.
O, cumhuriyet devrinde bile Osmanlı hânedanı mensuplarıyla münâsebetini aslâ kesmemiş, onlarla 1924-1974 arası elli yıl devam eden vatancüdâlıkları esnasında bile mümkün olduğu kadar irtibatını devam ettirmiştir.
On beş senelik mesut beraberlikten sonra 1944’de beyefendisini kaybetmiş ve genç yaşında dul kalmış olmasına rağmen ilim ve irfan meclisleriyle irtibatını koparmamış, eserleri ve sohbetleriyle pek çok kimsenin yetişmesine yardımcı olmuştur.
* * *
Gerek tahsili, gerekse büyükelçi olan beyi sebebiyle edindiği dost ve arkadaş çevresi, çok farklı ve renkli kişilerden oluşmaktaydı. Edebiyat ve tarihimizde meşhur pek çok kişiyle dostluklar kurmuş ve her biriyle alâkalı üzerinde eser yazmaya değer nice anekdot ve hâtıra elde etmiştir. Bunlardan bir tanesini nakledelim:
Meşhur şâir-i azam Abdülhak Hâmid Tarhan, Lüsyen Hanım adında genç ve güzel bir İngiliz kızıyla evlenmiş, fakat bu hanım, Türkiye’de çarşafa girmemek hususunda kocasına şart koşmuştu. Biraz alafranga olan Abdülhak Hâmid, bu şartı kabul etmiş olmasına rağmen, Münevver Ayaşlı’nın yakın ahbâbı olan Lüsyen Hanım, bilâhare gönüllü olarak çarşaf giymiştir. Neden biliyor musunuz? Hanımefendi muâmelesi görmek için… Hem de Rum tezgâhtarlar tarafından…
Gerçekten o zaman, zengin konaklarında, çamaşırcı, temizlikçi nevinden hanımlar, Rum asıllıydı. Bunlar, hizmetini îfa ettiği konağın üslubuna uyarak Müslümanlar gibi çarşaf giyerlerdi. Beyoğlu’ndaki mağaza sahipleriyse ekseriyetle gayr-i müslimdi. Lüsyen Hanım, çarşaflı hizmetçileriyle Beyoğlu’na alışverişe çıktığında Rum tezgâhtarlar, kendisini hizmetkâr, hizmetkârlarını hanımefendi zannederek paketleri onun kucağına veriyorlarmış. Bundan kurtulmak, yani gayr-i müslim tezgahtarlar tarafından hanımefendi muâmelesi görmek için başlangıçta giymem dediği çarşafı gönüllü olarak giymişti.
Evet, Lüsyen Hanım, Abdülhak Hâmid’den sonra pek uzun yaşamış ve daima Münevver Ayaşlı Hanım’la görüşmüş olduğu için, onunla ve bizim yetişip göremediğimiz pek çok kimseyle ilgili olarak Münevver Ayaşlı’dan dinlediklerimiz yazılsa, muhtemelen kocaman bir kitap olur.
* * *
Cenab-ı Hak kendisine uzun bir hayat bahşetti. “Her nefis gibi ölümü tadacaktır. Dönüşünüz banadır.” hükmü ile Rabbine kavuştuğunda, çok sevdiği Hamîd-i Evvel Câmii’nden Âşiyân’daki ebedî istirahatgâhına büyük bir cemaat eşliğinde dualarla uğurlandı.
Başlıca Eserleri:
Pertev Bey’in Üç Kızı
Pertev Bey’in İki Kızı
Pertev Bey’in Torunları
Teşrin-i Sânî ve Ötesi
Kıbrıs ve Fetvası
İşittiklerim, Gördüklerim, Bildiklerim
Dersaâdet
Edep Yâhû
Vaniköyü’nde Fâzıl Paşa Yalısı
YORUMLAR