Muhterem Osman Nûri Topbaş Hocaefendi İle Mülâkat -7 Sevilen Bir Eğitimcinin Vasıfları
Efendim, gençlerimiz son yıllarda özellikle internet çağı ile birlikte her türlü mecrâya dağılmaya başladılar. Gençlerimize yeterince ulaşamadığımız için çok kaygılıyız. Bu hususta neler yapmalıyız?
Milletlerin istikbâli hakkında önceden fikir sahibi olmak, kerâmet veya kehânet değildir. Bunun için o milletin gençlerinin enerjilerini nerelerde tükettiğine bakmak kâfîdir.
Her devrin gençliği, aldığı terbiye istikâmetinde enerjisini harcayacak bir hayat tarzını tercih eder. Gençliğin hayat tarzı ise, o milletin istikbâlini gösteren bir ayna gibidir.
Eğer bir millette gençler güçlerini hayır, mâneviyat ve fazîlet yolunda hizmet ve gayrete sarf ediyorsa, o millet, istikbâl vaad ediyor demektir.
Bunun aksine, bir milletin gençleri, güç ve kâbiliyetlerini nefsâniyetin hoyratlığı içinde zâyî ediyorsa, onların mensup oldukları milletin âkıbeti, hüsrandan başka bir şey olamaz.
Biz topluma göre kaç kişiyiz? “Topluma göre çok azız!” diye ümitsizlik olmayacak. Bir eğitimci, zayıflık ve imkânsızlıklara bakarak aslâ ümitsizliğe, gaflet ve rehâvete kapılmamalıdır. Gönüllere ebedî saâdet iksiri olacak âb-ı hayâtın, çoğu zaman zor zamanlarda ve çile diyarlarında saklı olduğunu hatırdan çıkarmamak îcâb eder. Zira hayatı kıymetli ve bereketli kılan şey, ulvî bir gâye uğrunda gösterilen gayret ve fedakârlıklardır.
Cenâb-ı Hak, ihlâsa göre bereket ve muvaffakıyet verecektir. Aynı Bedir Savaşı’nda sahâbenin ihlâsı neticesinde önce bin melek, sonra üç bin, sonra beş bin melek indirildiği gibi…
Rasûlullah Efendimiz r, hicretin yedinci yılına kadar sahâbînin gönül âlemini ikmâl etti, fazîletlerle donattı. Ondan sonra irşâd için dünyanın dört bir tarafına gönderdi.
Dolayısıyla bugün yapılacak en mühim şey; gönüllerimizi Allah ve Rasûlü’nün muhabbetiyle tezyin etmektir. Çünkü gönüllerimiz bu muhabbetle tezyin olursa, bitmek tükenmek bilmeyen bir aşkla, ashâb-ı kirâm gibi gönüllere ulaşmanın derdinde oluruz.
Asr-ı saâdete baktığımız zaman mü’minlerin güçleri azdı. Lâkin savaşlara, dâimâ Cenâb-ı Hakk’a sığınarak girdiler, muzaffer oldular. Huneyn’de; “Biz artık çoğaldık, nasılsa galip geliriz!” dediler. Kendi güçlerine güvendiler. Bir anda allak bullak oldular. Kul, dâimâ Cenâb-ı Hakk’ın yardımına muhtaç. Bir mü’min gücünü Cenâb-ı Hak’tan alacak…
Günümüzde insanların rahatsızlıkları, bedenî olmaktan ziyâde rûhîdir. Bu rahatsızlıklarının tedâvisinde, yalnızca satırları göz önünde bulundurarak, şifâ pınarları olan Allah dostlarının sadırlarından uzak kaldığında, doğru dürüst bir tedavi de gerçekleşmiyor. Ayrıca çoğu zaman, tedavi eden kişinin kendisi de tedaviye muhtaç...
Yine iş, sağlam bir mânevî terbiyeye geliyor. Zira çocukların ve gençlerin şahsiyet, karakter ve mânevî kimliklerinin teşekkülünde; başta âile yapısının, anne-baba ve yakın çevreden aldığı terbiyenin çok mühim bir tesiri vardır.
Bunun için ise; gerek âile yapısının, yani anne-babaların, gerekse eğitim çevresinin çok güçlü olması gerek… Anne-babalar, eğitimciler, kendilerini buna göre yetiştirmeli.
Aslında; çocuklara ulaşamamak diye bir durum olamaz. Onlar gönlünü kendilerine açanlara koşan, sıcak yapılı, güzel emanetlerdir.
Burada problem; bu hakikati görmeyip onları eğitimcilerden, anne-babalardan gitgide ve sinsice uzaklaştıran tuzakları bertaraf etmemekten kaynaklanmaktadır.
Eğitimcinin, kuru nasihatlerle onları kendine yaklaştıramayacağını bilmesi şart. Bu, ancak mânevî bir mıknatıs hâline gelmiş gönüllerle ve bu gönüllerin de bütün kapılarını çocuklara açmalarıyla gerçekleşir.
Bir de; hayatın akışına yerleştirilen koridorları, ustaca tanzim ederek yavrularımızı gönül kapılarımıza çıkartmalıdır. Masum evlâtlar, daldıkları koridorlarda yön levhalarını takip ettiklerinde bizim gönüllerimize gelmeliler.
Yani; onların karakterlerini esir alan internet medyası, modalar, popüler kültür ve tüketim kültürüne karşı güçlü tedbirler almalı, kötülüklerle mücadeleyi öğretmeli, durduğu îman safının farkına vardırmalıyız. Evlâtlarımızı işte bu hususlarda güçlü bir şuur içerisinde yetiştirmeliyiz.
Çocuklarımıza, yaşadıkları devirdeki hayatın müsbet ve menfî bütün gerçeklerine göre îman ve ahlâk üzere ayakta kalmayı sağlayacak sağlam bir idrâk ve şuur kazandırmak, zarûrî.
Hayatın mevcut akışına göre, sırât-ı müstakîm üzere nasıl yaşayabileceklerini bilemeyen kimselerin ayakları zamanla kayıp gider. Çünkü bulunduğu devrin şartlarına göre lüzumlu tedbiri bilmeyen ve bilhassa menfiliklere karşı güçlü bir mukâvemet oluşturamayan her bir varlık, bir müddet sonra silinip yok olmaya mahkûmdur. Yani dışarıdaki –10 derece soğuğa aldırmadan yazlık kıyafetle sokağa çıkan kimsenin vaziyeti ne olursa, bu da öyledir. Bu bakımdan Hazret-i Ali t şu nasihatte bulunur:
“Çocuklarınızı kendi yaşadığınız zamana göre değil, onların yaşayacakları zamana göre (mukâvemetli) yetiştirin.”
Bu mukâvemet; başta doğru inançta, sonra sırât-ı müstakîm üzere yaşamakta, bilhassa takvâda, ahlâkta, özellikle de lâyıkına muhabbet ve müstahakkına nefret hususunda mutlaka gerçekleştirilmelidir.
Aksi hâlde; kendi yüce faziletlerine, âbide şahsiyetlerine ve mukaddesatına muhabbet edeceği yerde nefret eden tipler ortaya çıkar. Kezâ kendisini îtikaden, ahlâken ve tarihen yok etmek isteyen düşmanlarına, tuzak kuran hâinlere karşı nefret yerine muhabbet besleyen hasta tipler ortaya çıkar.
Maalesef; günümüzde teknolojinin yanlış kullanımının yaygınlaşmasıyla; internet, televizyon, modalar, reklâmlar vs. çocukları ve gençleri yetiştirme vazifesini anne-babalardan âdeta devralmış durumda. Bu vaziyet, -ne yazık ki- nesillerimize mânevî değerlerini unutturuyor:
–Âhiretsiz bir dünya telkin ediyor. Âdeta hayvanat gibi sorgu-sualsiz, hesap-kitapsız bir nefsânî yaşayışı özendiriyor.
–Bencilliği, egoistliği, enâniyeti palazlandırıyor.
–Buna mukâbil, vicdânî duyguları, şefkat-merhamet ve fedakârlık gibi yüksek fazîletleri dumûra uğratıyor.
–İnsanı, insânî meziyetlerinden uzaklaştırıp, global kültürün ve materyalist zihniyetin âdeta uzaktan kumandalı bir robotu hâline getiriyor.
–Anne-babaların biyolojik yakınlığının da artık çok bir ehemmiyeti kalmıyor. Çocuklar internetin, televizyonun, hâkim kültürün, sokakların çocukları olup çıkıyorlar maalesef.
Bunun için alınacak tedbirler:
Bir atasözünde denildiği gibi; “Ağaç yaşken eğilir.” Mânevî değerleri daha küçük yaşlardan itibaren, sevdirerek, teşvik ederek, örnek olarak kazandırmak gerekir.
İmâm Gazâlî Hazretleri şöyle buyurur:
“İnsan bal mumu gibidir. Terbiye ile ona -müsbet veya menfî- istenilen şekil verilebilir.”
Muhterem Efendim, çocukların ve gençlerin hem gerçek hayatta, hem de sanal âlemde şerlilerin insafına bırakılmaması için sizin tavsiyeleriniz nelerdir?
Bir anne-babanın en büyük vazifesi, evlâtlarına İslâm karakter ve şahsiyetini mîras bırakmaktır. Bunun yolu da keyfiyetli bir eğitimden geçer.
Keyfiyetli nesil, ancak keyfiyetli eğitimcilerin, yani ilim ve ahlâk bakımından terbiye eden olgun şahsiyetlerin eseridir. Keyfiyetsiz ve vasıfsız kimselerin yetiştirdikleri ise, tabiî olarak kendileri gibi yetersiz ve cılız kimselerden ibâret olur. Kusursuz bir talebe arzu ediyorsak, kusursuz bir eğitimci olmaya mecburuz.
Zamanımızda âhireti unutturmaya çalışan modern bir câhiliye dünyaya yayılmakta. Globalleşme yüzünden bu modern câhiliye, bütün imkânlarıyla evlâtlarımıza saldırıyor. Nefsânî ve şeytânî vitrinler, internetin iğrenç sokakları, insanı robotlaştıran kandırıcı modalar ve çarpıtıcı reklâmlar, cep telefonlarına kadar girerek her yere yayıldı.
Efendimiz r, Semud Kavmi’nin asırlar önce azâba uğramış ve harâbeye dönmüş beldesinden geçerken, ashâbını îkaz buyurdu:
“Buradan hızlı ve hüzünlü geçin; su almayın, aldığınızı da dökün!”[1]
Bugün sabah-akşam ekranlardan, telefonlardan, televizyonlardan ve kirli sokaklardan ehl-i küfrün neşriyâtını seyreden, menfî propagandalarına mâruz kalan insanımızın hâlini bir düşünelim.
Zâhirî beraberlik zihnî beraberliğe, o da zamanla kalbî beraberliğe dönüşüyor. Eğer eğitim, tâlim ve tedrisat gayretlerimizi bırakırsak, emr-i bi’l-mârûf ve nehy-i ani’l-münker çalışmalarımızı hakkıyla gerçekleştirmezsek, bizim evlâtlarımız -Allah korusun- başkalarının nesilleri olur. Âyette şeytanın evlâtlara ortak olacağı ifade ediliyor. (Bkz. el-İsrâ, 64)
Biyolojik anne-babası olmak bir şey ifade etmiyor. Onu şeytan emziriyorsa, ehl-i küfür besliyorsa, onların evlâdı oluyor. Bunlara çok dikkat etmemiz lâzım.
Dünya nefsânî arzular ile her geçen gün daha da çirkinleşmektedir. Televizyon ve internetin menfî kanalları, aldatıcı moda ve reklâmlar, insan rûhuna zehir saçmaktadır. Bilhassa modanın bir îzâhı yoktur. Bu sene moda diyerek göklere çıkarılan eşya ve giysiler, bir sonraki sene paçavra kadar bile bir değer görmemektedir. Dînî hayatın içinde olanlar dahî kendilerini gösterme meyline kapılarak modaya tâbî oluyorlar. Günümüz global dünyasında, güçlüler güçsüzleri kültür olarak esir almaktadır. Materyalist bir çevre insanı bencilleştiriyor, menfaatlerin kölesi yapıp mânevî hayatı zedeliyor. Sokaklar vahim… Çarşılar dâimâ güç gösterisi pazarlıyor. Kalpler derbeder hâle geliyor. Kâinatta seyredilmesi gereken sonsuz ilâhî vitrinler varken, ham nefse mağlup olarak içi boş nefsânî vitrinlere hevesleniyor. Eğitim kifâyetsiz. Mânevî hayat zaafa uğramış durumda.
Bu modern dünya içinde değişik bir câhiliye devri yaşanıyor. Vicdanlar hassâsiyetlerini yitirmiş durumda. Güçlü güçsüzü eziyor. Faiz toplumdaki bereketi mahvediyor. Kredi kartları buna zemin hazırlıyor. Kadın, vakarsız ve haysiyetsiz olarak bir eğlence aleti hâlinde. Bugünün fonksiyonu; vitrin malzemesi.
Güçlünün güçsüze bakışı: “Gücün yoksa tâlihine küs!” Merhamet sanki mâzîde kalmış. Vefâ ise lügatte bir kelime. Nefsânî hayat oburlaştı. Onu elde etmek için insan vakar, haysiyet ve iffetine vedâ ediyor. Mahzun bir devir yaşanıyor.
Kitleler israf ediliyor. Dışta ve içte, bilinen ve bilinmeyen pek çok düşmanın tesiriyle iffetsizlik, ahlâksızlık, haksız yoldan köşe dönmecilik yaygınlaştırılıyor. Kur’ân-ı Kerîm’de, azgınlıkları sebebiyle ilâhî azap kamçısına dûçâr olan kavimlerden misaller veriliyor: Âd, Semud ve Lut kavimleri vb. Maalesef günümüzde o insanlar, âdeta yeniden dirildi ve faâliyete geçti. Toplum mâneviyattan uzaklaştırılıyor, insânî vasıf ve haysiyet kayboluyor, geriye insan sürüsü kalıyor. Geçtiği topraklara hayat veren güzel bir akarsuyun mecrâsını kaybederek bir lağıma akması ne hazindir.
Bu sebeple; zamanımızda evlât terbiyesi çok zorlaştı ve çok büyük bir ehemmiyet taşır hâle geldi.
Eskiden geniş ve büyük aileler vardı. Bugün denildiği gibi “çekirdek aile” yoktu. Bu sebeple de çocuğun güzel ahlâk ile terbiyesinde annenin ve babanın yanı sıra, dedenin, ninenin ve akrabaların çok mühim rolleri olurdu. Mahallenin bir rolü olurdu. Öyle ki bir yaramazlık yapmak isteyen kişi, kendi mahallesinde bunu yapmaya cüret edemez, başka yerlere giderdi. Bugün bu koruyucu içtimâî muhit de kayboldu.
Yani eskiden bir çocuk, her taraftan güzel ahlâk numûnesi insanların nezâretinde yetişerek tabiî şekilde terbiye edilmiş olurdu. Güngörmüş, ağzı duâlı dedelerden ilim ve irfan; İslâm nezâket, zarâfet ve edebiyle kemâl bulmuş ninelerden âdâb ve erkân öğrenirdi. Böylece evlâtlar, her yönden gelen müsbet telkinlerin bereketiyle sağlam bir şahsiyet ve karakter kazanırdı.
Maalesef modern(!) hayatın dayattığı yapı, bugün evlâtları o güzel terbiyeden mahrum bıraktı. Dede ve nineler ayrı bir evde. Anne-baba da maîşet temini için iş hayatının koşturmacasında.
Dolayısıyla yalnız kalan çocuklarımızın şahsiyet ve karakterini, okulda seküler eğitim sistemi ve arkadaş çevresi, evde ve sokakta ise televizyon ve internet şekillendiriyor. Bu sebeple evlâtlarımız arasında gafil insanlara özenme ve taklit başladı. Selde sürüklenen kütükler gibi…
Bugün, aileler ve evler İslâm’ın kalesi hâline gelmeli. Nasıl mikroplar ve virüsler yayılmasın diye karantinalar yapılıyorsa, mânevî virüslerden de evlerimizi arındırmalıyız.
Mânevî virüslerden arındırılmış Kur’ân Kursları, İmam Hatipler bulmalı, onları desteklemeli ve evlâtlarımızı böyle müesseselerde Kur’ân ahlâkıyla, Sünnet şuuruyla yetiştirmeliyiz.
Rasûlullah r Efendimiz, Abdullah bin Ömer v’ya şöyle buyurmuştur:
“Ey İbn-i Ömer! Dînine iyi sarıl, dînine iyi sarıl! Zira o senin hem etin, hem kanındır. Dînini kimden öğrendiğine iyi dikkat et! Dînî ilimleri ve hükümleri, istikâmet ehli âlimlerden al, sağa-sola meyledenlerden alma!”[2]
Çocuklukta eğitim çok mühim. Küçük yaşlarda çocuk, toplumda konuşulan bütün lisanları diksiyonlarıyla birlikte kavrayabilir. Yirmi yaşına geldiği zaman bu belki beşte bire düşer. Anne-baba ve eğitimcilerin en çok ehemmiyet vereceği husus, çocuklara ufak yaşta verilecek eğitimdir. O eğitim, nesli istikbâle taşır.
Ahmed bin Hanbel g şöyle anlatıyor:
“On yaşımdayken Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemiştim. Sabah namazından önce annem beni kaldırır, soğuk Bağdat günlerinde abdest suyumu ısıtırdı. Sonra elbiselerimi giydirirdi. Evimiz uzak ve yol karanlık olduğu için, kendisi de başörtüsünü takıp tesettüre bürünerek benimle birlikte camiye kadar gelirdi.”[3]
Unutmayalım ki; evlâtlar, anne-babalarının ne söylediğine değil, ne yaptığına bakarlar. Yani anne-babalar, İslâm ahkâm ve ahlâkını yaşayan numûne anne-babalar olurlarsa, evlâtlar da o izden yürürler. Bu sessiz-sedâsız bir tebliğdir ve belki de sözlü olandan daha tesirlidir.
Hazret-i Ömer t bir gün diyor ki:
“‒Siz, susarak da İslâm’ı tebliğ edin.”
“–Yâ Halîfe!” diyorlar. “Susarak nasıl tebliğ edilir?”
“–Hâlinizle ve ahlâkınızla.” buyuruyor.
Biz de evlâtlarımıza, talebelerimize ve bütün çevremize hâlimizle örnek olabilmeliyiz.
Zira bugün sanal âlem, evlâtlarımızın akıl ve gönül dünyalarını dumûra uğratıyor. Niçin dünyaya geldi, kimin mülkünde yaşıyor, geliş niye, gidiş niye bunun farkında olmuyor. Kendisini insan olarak yaratan ve sayısız nîmetlerle perverde kılan Rabbini unutuyor.
Bir çocuğu yetiştirmek için; ona yatacak yer vermek, karnını doyurmak kâfî değil. Onun akıl ve ruh dünyasını ilim ve irfân ile tezyin etmek şart.
Eğitimci, eğittiği kişiyi gönül insanı olarak yetiştirecek. Onda sadece zâhirî ilimlere değil, mâneviyâta, sır ve hikmetlere karşı da alâka uyandıracak. Böylece onun tefekkür dünyasını canlandıracak. Kevnî âyetlerden hisseler almaya başlayacak. Fazîletlerle donanacak. Sonra da, etrafındaki yangından insan kurtarmanın derdinde olacak. Rabbimiz gönüllerdeki ihlâs ölçüsünde, inşâallah selâmete erdirir.
Sermâye, yatırım yapmak için en verimli sahayı arar. Eğitim ise, yatırım yapılması gereken en mühim sahadır. İstikbâle dâir en doğru hesap; örnek bir insan olmak ve vasıflı, kaliteli, ideal insanlar yetiştirmektir.
[1] Bkz. Buhârî, Enbiyâ, 17.
[2] Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye fî İlmi’r-Rivâye, s. 121
[3] Ali el-Karnî, Durûs, XXVI, 4, XLIII, 21.
YORUMLAR