MUHABBET VE FLÖRT

Yaratılışta değişmeyen bir gerçek var: Câzibe. Zerreden küreye her şeyde, her yerde bu akış var. Atomun içindeki protonla elektron arasındaki câzibeden tutun da birbirinin etrafında dönen galaksilere kadar… Her şey kendi hemcinsini arıyor ve ona meylediyor. Kâinatın en üstün yaratılışına sahip insan nesli arasında da böyle bir câzibe olduğu muhakkak... Mânevî dünyamızda da aynı kaide var. İyi ruhlar, ahlâkî vasıf kazanmış kalpler, iyiliğe cezbolunuyor. Kötülük de, bu vasıftan mahrum kalpleri cezp ediyor. Var olan her şeyin, bir iyi, bir de tehlikeli tarafı var. Kadın ve erkek arasındaki meyil de hem dünyamız, hem ukbâmız adına hayır ve güzelliğe vesîle olduğu gibi, her ikisi açısından da felâketlere sebep olabiliyor.

“Peki, yaratılışımızda bize verilmiş bulunan böyle bir özellik mevcutsa, buna kapılıp giden insanların ne suçu var?” denilecek olursa, şunu hatırlatmamız gerekir: Kalp, ne kadar duygularının seline kapılıp gitse de selîm aklın, irâde üzerinde büyük bir etkisi unutulmamalıdır. Aklı başında kimse, göz göre göre kendini uçurumdan atıp parçalanmak istemez. Gücü yettiğince kendini bu tür tehlikelere karşı korur. O hâlde gerçekte neyin tehlike, neyin fayda olduğunun lâyıkıyla bilinmesi gerekir.

Her şeyi bir ölçüyle yaratan Rabbimiz, kadın ve erkek arasındaki bu câzibeye de muazzam bir denge koymuştur. Kalpleri birbirine muhabbet ve alâka ile yaklaştırmış, ancak araya takvâ, iffet ve edep duygularından bir set tesis etmiştir.

Bu takvâ, iffet ve edeb ölçülerine riâyet edilerek kurulmuş olan âileler, ahlâki temeller üzerinde yükselen faziletli bir toplum ortaya çıkarmaktadır. Şayet bu ahlâkî faziletler yoksa, yahut ihmal ediliyorsa, toplumların çöküşü hızlanmaktadır. Bunun tipik bir misâli, Amerika’da araştırmalar yapan bir enstitünün elde ettiği sonuçlardır. Bu enstitü, daha çok büyük devletlerin yıkılış sebeplerini araştırmak üzere kurulmuştur. Onun Roma İmparatorluğu’nun yıkılışı hakkında ulaştığı bilgilerden bir tanesi de şudur: “Roma İmparatorluğu’nun yıkılışı, kadınların evi terk edip dışarıdaki hayatta yer almaya başlamaları sebebiyle gerçekleşmiştir.”

Fakat akıl ve kalp penceresi, iffet, ölçü, edeb gibi güzelliklere kapalı olanlar için durum başka… Akıl ve ahlâk sınırlarını, âdeta sıkıcı bir koridor olarak gören bedbaht insanoğlu, ruhunu rahatlatmak için, kendince daha “eğlenceli” bir âleme kendini salıveriyor. Haramla dolu bir âlem… Bu alana tamamen kendini bırakanlar da var, kıyısında yaşayanlar da... Fakat kıyısında olanlar da bu manzaralara zamanla alışarak ya bu işin içine yuvarlanmakta, ya da en azından refleks ve tepki duygularını kaybetmektedirler.

Bugün masum bir beraberlik olarak tanıtılan “flört” de bu alandaki en cazip tehlikelerden birisi... Televizyonlar, gazete ve dergiler, magazin ve moda dünyasının ünlüleri, yani topluma benimsetilmeye çalışılan hayat tarzının model insanları (!), her vesileyle sun’î ve geçici bir beraberliğin ışıltılarını (!) takdim edip duruyor.

Bu konuda en çok tehdit altında bulunan kesim, heyecan dolu enerjik yapısı ve tecrübe eksikliği ile gençlerimiz… Bu yanlış hayat tarzını ve onun örtülen çirkin yüzünü göre göre benimseyen gençlerimiz, bunun dışındaki ahlâkî bir hayatı “gericilik” olarak adlandırmaya başlıyor. Bu konuda büyüklerin nasihatleri, yaşanan acıklı hadiselerin ibretleri görmezden geliniyor.

Billur dimağların, tertemiz heyecanların, civa çevikliğinin yerini, katran karası duygular alıyor. Mâsum başlayan tertemiz sevgiler, flört serüveninde eriyip kayboluyor. İleriki yaşlarda kazanılacak birtakım tecrübeler, küçük saydığımız çocukların dünyasına erken devirlerde giriyor. “Biz kendimizi koruruz!” diyenlere inanmak zor… Çünkü bu bir realite... Ateş, barutla nasıl yan yana olmazsa, erkek ve kadın da böyle… Peygamber Efendimiz, şu hadîsi şerifte kadın ve erkek arasındaki serbestliğin sakıncasını çok vecîz bir şekilde uyararak bildirmiş.

“Bir kadınla bir erkek aynı mekânda (yalnız başlarına) beraber bulunurlarsa, üçüncüsü şeytandır.” (İbn-i Hanbel, Müsned, I, 227, III, 339)

El ele tutuşmak ve benzeri bizzat yanlış olan ve daha büyük yanlışlara götüren davranışlar, ucu keskin bir bıçakla oynamak gibidir. Ne zaman ve nasıl zarar vereceği belli olmaz. Bu ve benzeri meseleler konuşulmaya başlanınca, âdeta ortak bir ses yükseliyor ve:

“-Onlar genç, canım, olsun o kadar!..” deniliyor.

Bu hatalar, maalesef toplumumuzun ekseriyeti tarafından tabiî karşılanır hâle getirilmiş durumda…

Kendisine çok büyük hedefler çizilen gençlik, ya vitrine çıkmak, ya da bir avcı gibi pusuya yatmak gibi basitliklerle hebâ olup gidiyor. Liselerin önünden geçerken çaresizlikle içimiz burkuluyor. Etekler olabildiği kadar yukarı çıkmış, saçlar bir kayıt altına alınmaktan uzak, her şey vitrinde… Ve tabiî, bu sergilenenler ardında bir avcı gibi bekleyenler var. İffet yerde, edeb kavramı kendisinden utanılacak bir duygu, hiç ağızlara alınmıyor. Alındığı anda ise, alay konusu… Tamamen toplum âdâbından uzak, gencecik yürekler… Hepsi anne yavruları, hepsi memleketimizin taze kanları... Her şey onların ellerinde şekil bularak sonraki nesillere geçecek... Bilinçlendirme hususunda başta anne-babalara, sonra öğretmenlere ve okul müdürlerine çok iş düşüyor.

Uyanın ey anne-babalar!.. Bir gün habersizce yolunuz okul civarına düşerse, kızınızı, ağzında sigarası, hiç görmediğiniz etek boyuyla, lâubali kelimelerle konuşurken bulabilirsiniz. Bu tablo karşısında büyük bir şok yaşayabilirsiniz. Çünkü çocuğunuz evde ayrı bir maske, dışarıda ayrı bir maske kullanıyor olabilir. Uyanık olun!

Kimi âilelerde ilgisizlik sebebiyle genç, farklı arayışlara giriyor. Kendine ilk kapı aralayana koşarak gidiyor. Ebeveyn, suç payı en çok kendisinde olmasına rağmen, ortaya çıkan türlü rezâletleri üzerine almıyor. Çocuğu, yapayalnız bir hayata itiyor. Ve önümüze korkunç bir bilanço çıkarıyor. Uyuşturucu, fuhuş, sokak hayatı… Bazı âilelerde ise, çocuklarının flörtlerine bile bile göz yumuluyor. Hatta buna destek bile olunuyor. Kız ya da erkek evlat da, ana-babasının bu rahatlığından istifade ile onları söylediği yalanlarla uyutuyor. Sonra da bile bile bunlara göz yuman ana-baba, altından kalkamayacağı zorluklarla karşı karşıya kalıveriyor.

Üniversite çevrelerinde de flört tabiî karşılanıyor. Hatta bunu, evliliğe giden yolun bir başlangıcı olarak gören çok!.. Fakat flörtle başlayan evliliklerin büyük bir kısmı uzun sürmüyor. Birbirini kaybetmemek için söylenen yalanlar, evlendikten sonra ortaya çıkıyor. Yıkımlar ve boşanmalar peşi sıra geliyor.

İnternette okuduğum bir yazıdan, küçük bir bölüm aktarmak istiyorum. Bakın nereden nereye gelmişiz. Boğaziçi’nde okuyan bir üniversite öğrencisi, hocasına dert yanıyor.

“-Hocam ya, bizdeki bu tutuculuğu ne yapacağız? Sevgilimle ev tutayım dedim, koca İstanbul’da ev vermediler. Batılılara imreniyorum hocam. Ne güzel! 18 yaşını doldurunca sevgilileriyle yaşayabiliyorlar. Tutucu bizim halkımız!.. Sözde AB’ye girecekmişiz. Bizi almazlar vallâhi…” (blog.milliyet.com.tr)

İşte toplum haritası… Bir sahrâ hastanesi. Yaralılar, kan kaybedenler var… Âcil yardıma ihtiyaç var.

“Flört”, bize Batıdan geldi, kanser gibi bizi de sardı. Batı’da daha önce bu beraberliklere şöyle bir bakış açısı vardı: “Evlilik öncesinde fertlerin birbirlerini tanımalarını sağlayan, olgunlaşmada bir basamak olan, bir çeşit duygusal ilişki...”

Daha sonra bu mâsum bakışın faturasını, Batı, çok ağır bir şekilde ödedi ve hâlâ ödüyor. Şimdi de bunun önüne geçmek için tedbir almaya çabalıyorlar. Çünkü bu duygusal ilişki, haddini aşarak farklı bir şekle dönüştü. Aldıkları tedbirlerden biri de kız-erkek, ayrı sınıf ve okul uygulaması. Amerika’da karma eğitimin birçok probleme yol açtığını tespit eden yönetim, kız ve erkek öğrencilere ayrı sınıflar açılmasını teşvik ediyor. Uygulamanın eğitimde kaliteyi yükselttiğini gören pek çok devlet okulu da ayrı sınıf açmaya başladı. 1995 yılında 3 devlet okulunda yürütülen ayrı eğitim uygulaması, günümüzde 253 okula çıktı. 51 okula ise, tamamen kız ya da erkek öğrenciler alınıyor. 200 okul daha kız-erkek ayrı eğitim yapmak için başvuruda bulundu. “Biz gidiyoruz yaya, âlem gidiyor aya!..” diyenlere duyurulur! (www.islamustundur.net)

Buraya kadar yazılanların ötesinde en çok şunun üzerinde durmak istiyoruz:

Gençlerimizin flörtle aradıkları sevgi huzur ve mutluluk, nikâh çatısı altında en güzel şekliyle gerçekleşiyor. Hangi yollarla gerçek mutluluğa varılacağını, Yaratan mı bilir, yoksa sınırlı görüş açısına sahip insan mı?

Sınırsız merhamet sahibi Rabbimiz, insanın her türlü ihtiyacını bilerek fıtratına uygun bir hayat tarzı olan dinimizi göndermiştir. Nikâh çatısı altında da muhabbet meylinin tatmini sağlanmıştır. Bunu, Allâh’ın ölçülerinde yaşamayı hedef edinmiş ve bunun üzerine evlilik yapan çiftlere sorduğumuzda çok net görüyoruz. Rabbimiz şöyle buyuruyor:

(Onlar:) «Ey Rabbimiz! Bize göz aydınlığı olacak zevceler ve evlatlar ihsân et. Ve bizleri muttakîlerin imâmı yap!» derler.” (el-Furkan, 74)

Bu âyette bildirildiği gibi, nikâh çatısı altında birlikte yaşayan kimseler, birbirine göz aydınlığı olmak için bir çaba içinde oluyorlar. Bunu da zorlukla değil, muhabbetle îfâ ediyorlar.

 Flört basitliğinden uzak yaşanan nişanlılık süreci de evlilikteki huzur ve mutluluğun bir başka sebebi… Nikâh olmaması sebebiyle nişanlılık süresince görüşme hudutlarının aşılmaması, konuşmalardaki ölçüye oldukça dikkat edilmesi… vb. Bütün bunlar, evlilik sonrasına birer güzellik, bereket olarak yansıyor.

Tabiî evlilikten sonra da hanım, kendisine verilmiş duygu zenginliğiyle beyine destek olurken, erkeğin de evin huzur kaynağı olarak gördüğü hanımına nâzenin ölçülerde kol kanat germesi de mutluluğun devamını sağlıyor. Ne kadın üstünlük davasında, ne de erkek. Her ikisi de elmanın birer yarısı gibi birbirini tamamladığının farkında... Bu evlilikler, aşk, muhabbet ve huzurla beraber “cennet köşesi” oluyor. Fakat öte yandan flört vb ilişkilerde bir süre sonra “cehennem provası” yaşanıyor. Huzur ve mutluluğun yerini hayal kırıklığı, kin, nefret ve düşmanlık alıyor.

 “-Muhabbet ve aşk, evlilikten sonra bitiyor. Biz aşkı doyasıya yaşamak istiyoruz!..” diyenlere ise sözümüz şu:

Yıllarca beraber olduktan sonra gelen evlilik, elbette ki bayağılaşıyor. Tüm heyecanlar, bu flört döneminde yaşanıp geçiyor. Maskeler iniyor, gerçek yüzler ortaya çıkıyor. Çünkü artık evlilikte menfaatler çatışıyor.

Oysa Allah rızasını amaç edinmiş insanlarda menfaat birlikteliği oluyor. Birbiri üzerinde hak iddia edilmiyor. Özgürlük çatışması değil, kanaat zenginliği yaşanıyor. Hanımın dışarıya sakladığı güzelliği, evlendikten sonra, evde bereket ve huzura vesile oluyor. Allah, kendisinin hudutlarını koruyan, rızâsını arayan zevclere kalplerini doyuracak bir sevgi ve meveddet (huzur) ihsan ediyor. O zaman da muhabbet ve aşk, en hakikisiyle yaşanıyor. Örnek olarak Âdem babamız ile Havva anamız… Muhabbette ilk örnek olanlar onlar. Aşk ve muhabbetle birbirlerine bağlıydılar. Peygamber Efendimiz ile Âişe vâlidemiz… Hiçbir hanım, Âişe vâlidemiz gibi zevcini sevemez. Hiç bir erkek de Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem gibi hanımlarına karşı aşk u muhabbet duyamaz.

Gerçek huzuru yaşatacak ve saâdet-i dâreyn olacak hayırlı izdivaçlar niyâzıyla…

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle