Akşam ezanlarının okunduğu esnada göğü delercesine uzanan minarelere eşlik eden masum bir yavru, titrek elleriyle yalvarmaktadır.
Gözyaşları süzülüp düşerken, yeryüzü nelere şahit oluyor.
Dünya, fikirlerin ve silahların çatışması altında esir olmuş. Savaşlar, ihanetler, felaketler ve fitnelerle kuşatılmıştır.
Atmosfer kıyâmeti hatırlatırcasına insanların üzerine ağıyor.
“O gün gök erimiş maden gibi olacak.” (Meâric, 8)
***
Karanlık basmış olduğu halde yavru, duâya ahenktâr titreyen bedeniyle hâlâ yalvarmaktadır.
“Güneş ve ay birleştiği zaman işte o gün insan kaçacak yer neresi diyecek, hayır o gün kaçıp sığınılacak yer olmayacak.” (Kıyâmet, 6)
Asırlarca, yorgun beyinler insanlığı kurtarmak için düşündüler hâlâ düşünmekteler. Fikirler, karanlık beyin duvarlarında çözüme koşmak için yarışıyor. Kiminin sloganı sevgi olmuştur, havada asılıp kalan... Kimininki barış olmuştur, beyaz güvercinleri dahî göğe umutsuz baktıran... Kimininki adâlet olmuştur, temelleri hıyânetin barınağı olan.
Peki öyleyse nereden başlamalı?
Dünya, içindeki mağma tabakası gibi dışında da kaynarken çözüm bekliyor. Aynı fikir çilesiyle kıvranan Muhammed İkbal çözümü hikâyesindeki güve ve pervaneyi konuşturarak anlatıyor:
Güve yıllar yılı felsefe kitapları arasında gezmiş. Bir türlü mutluluğu yakalayamamıştır. Başını kitaplardan çıkarıp yukarı baktığında pervanenin mutlu mutlu uçtuğunu görür.
“–Bunun sırrı nedir?” diye sorduğunda, pervane:
“–Sır sendedir, muhabbetle ışığa doğru koşup yanarsan mutluluğu yakalarsın!..” der.
İşte siyah ve beyazın birbirini yok etmeye çalıştığı bu dünyada tek çözüm: Allâh’ın nûrunu, insanlığa en mükemmel bir ayna şeklinde yansıtan, karanlıkları aydınlığa çeviren o eşsiz aşk soluğudur. O ki:
Cemâli akislerin kendisine teşne olduğu, en güzel ıtırların O’nun nefesiyle hayat bulduğu, vahdet sırrından yansıyan muhabbet tecellisi Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir.
“Biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 7)
İmdat sirenlerinin çaldığı ruh hezeyanlarında, kâbustan uyanırcasına ferahladığımız an gibi yetişiyor rahmet.
***
Çocuk duâya kaldırdığı titrek ellerini huzurla indirdi. Yanaklarından süzülen damlalar, bir rahmet olarak toprağa karıştı.
Nasıl ki, güneş gölgeleri renklendirip dünyayı güzelleştirirse o rahmet dünyasından coşan bir aşk zerresi de hayattaki her şeyi değiştirir.
Bugün insanlık maddî-mânevî güzellik adına, sinesinde ne taşıyorsa, zarif olan hangi davranış varsa, hepsini Sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz’e borçludur. O’na uyan her şey anlam kazanmıştır.
Batılı mütefekkir Bernard Shous, “Bugün hangi fazilet çizgisini görüyorsanız altında mutlaka Muhammed imzası vardır.” demiştir.
Cahiliyede nefis, gökdelenler üstündeki tahtına kurulmuş, merhametin esâmisi okunmaz olmuştu. Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- câhiliye semâsını bir kandil gibi aydınlattı. Peygamber amcasının ciğerini parçalayacak kadar ismiyle müsemma Vahşî, o ciğeri dişleyecek kadar kinden gözü dönmüş Hind; O’na hayran, O’na meftun olarak imanı yudumladılar...
Ve daha niceleri...
O’nun gelişiyle mananın madde içindeki hapis hayatı son bulmuş, fikir ve zihinler bulanıktan kurtulup, duruluğa kavuşmuştu.
Bizler için kurtuluş yolu; Allah’ın en güzel sıfatlarını kendinde toplayıp insanlığı bir güneş gibi saçan Efendimiz’in ruhâniyetine sığınmak ve herkesin boyuna göre açıldığı bu denizde gönül kaplarımızı doldurmaktır. Çünkü doldurduğumuz rahmet kadar dünya sıkıntılarından ve fikir buhranlarından kurtuluruz.
Rabbimiz, dünyada sâlih amellerimizle O’na yaklaşmayı; insanların boyunu aşan terlere batacağı kıyâmet gününde de dünya ve nefis engellerine takılmadan O’na kavuşmayı nasib etsin.
Âmin.
YORUMLAR