Muhabbet Sarayının Derunundan

Adı, zamanın mukaddimesine baş harflerle yazılıp, bir kum saatinin dar boğazından geçmeye, akıp, fenâ bulmaya mahkûm... İnsan... Levh-i Mahfûzdan akan her mânâ, zaman kasnağına işlendikçe hayat dedikleri, ebrûlî bir nakışla başbaşa kalan bir muammâ nümûnesi...

“Muammâ” ile vasfolunsa da her şeyin zirvesinde o var. Ve hepsinin şâhikasında, adına Kevser dedikleri bir mübârek suyla, yüreği âdetâ yıkanmışçasına şeffaflaşan derin bir gönül. Belki de bir âlem. Kömür gözlerin kapısı aralanınca bu sonsuzluk iklimini seyre dalmak, âdetâ sürûr cennetinde ebedî nimetlere gark olmak gibi. Burası sevdâlıların cenneti olsa gerektir. Tüllenen gurûbun kızıllığında yanarken âlem, O’nun perdesi aralanırsa bir, neler fark edilir neler...  

Hepsinin evvelinde bir Muhabbet deryâsı karşılar yüreğinizi. Yanında vefâkâr, sâdık dost Hazreti Ebû Bekir... Avuç avuç yudumladığı sudan bir tas da size ikram eder.

“-İşte alın... İçin doyasıya!” Hayatınızın iksiri böylesi bir mefhûmun derûnunda. Yanında saf saf dizili inciler misâli Silsile-i Aliyye... Ve gülleri kıskandıran inceden bir tebessüm, okyanusları lâl eden derin bir muhabbet...

Adım adım yürürsünüz bu âlemin koridorunda. Koridorun her penceresi ayrı bir ufka, başka bir iklime çağırır sevgilerinizi. Sonra alırlar, adına şefkat dedikleri bir şelâlenin altına götürürler. Orada Hazret-i Osman karşılar sizi. Edeb berraklığıyla parlayan gözleri, pırıl pırıl bir sonsuzluğa götürürken sizi, arınır yüreğiniz iğretiliklerden.

Yürürken siz bu zümrüt rengi solukların kuşağında, gözünüze ilişiverir bir zümrüd-i ankâ... Sizi alır, hayaller ülkesinden Kaf Dağı’na götürür. Önünüzde azametle duran bir dağ ve bilirsiniz ardındadır, Sevgilinizin cemâli.

Tüm bu düşlerin ateşiyle yanarken, Ferhatça bir dertle başlarsınız dağı delmeye. Üzerinize Hazret-i Fâtıma’nın elinden sadâkat incileri dökülür. Döktüğünüz her ter, “Hay” sırrına gark olmuşçasına, neşeyle nevbahâr eder...

Dağ delinir, taş toprak biter. “Kaabe Kavseyn” denmiştir ki, o ân, elinizden kürekler düşer. Benlik, buhar olur gider. Bir aydınlık ki, adı, Sidre’dir. Muhabbetin, tutuşup şerârelenmesidir. Ve titrerken kâinat, aşk ile coşup, melekler, Arş ve Kürsü söyler şehâdeti; kelimenin en güzelini, en zirvesini...

Muhammedî iklimden nasibdar olmak... Kızgın çölde nerden geldiği bilinmeyen bir soğuk suyla ıslanmak, yıkanıp arınmak. Ayna olmak O’nun aksiyle; yanıp, kâinata O’nunla bakmak. O’nun gibi bakmak... Ve baktıkça her muhabbet tezahürüne O’nun kara nakışlı, sürmeli gözlerini bulmak...

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle