Mücteba Teyzem

Mesleğim îcâbı, çeşitli insanların ev ziyaretlerinde bulundum. Âile hayatları hakkında hazırladığım raporlarda, yanlış bilgi olmaması için en özel bilgilerini öğrenmek durumunda kaldım. Bu, bana çalışma hayatının zorlukları gibi görünse de, zamanla şükür kaynağı olarak geri döndü. Nitekim Rahman’ın çok özel kulları ve çok değişik imtihanları mevcuttu.

 Bugün size, bu özel insanlardan güzîde bir teyzemi tanıtmak istiyorum. İsmi de kendisi gibi seçilmiş; Müctebâ...

Müctebâ Teyzem, doğuştan % 60 oranında bedensel engelli. Zorlukla yürüyebiliyor. Babasını çok küçük yaşta, annesini ise otuzlu yaşlarda kaybetmiş. Bekâr olduğu için, önce evli olan kız kardeşinin yanında kalmış, onun da vefat etmesiyle evli iki yeğeninden birinin yanına gitmiş. Babasından emekli maaşı kalan Müctebâ Teyzem gitmek istemese de, akrabaların ısrarı ile kabul etmek durumunda kalmış. Hattâ hasret acısını fazla yaşamaması için odasını memleketten getirdiği hâtıralarla döşemişler.

Odaya ilk girişte Müctebâ Teyzemin nûr gibi sîmâsı çekti dikkatimizi… Sanki eli-yüzü hiç Güneş görmemiş gibi bembeyazdı. Başında oyalı yemenisi, dizlerinin üzerinde nakışlı örtüsü ve yerde düzenli duran terlikleri, dikkat çekecek kadar temiz ve tertipliydi. Yatağının ayak ucunda namaz seccadesi, namaz çorapları ve tesbihinin bulunduğu bir hurç vardı. Sağ tarafında ise küçük bir komidin ve üzerinde suyu, ilâçları ve Kur’ân-ı Kerîm’i bulunuyordu. Odanın sade, küçük ve estetik döşemesi, insana huzur veriyordu.

Sebeb-i ziyaretimiz olan engelli bilgileri alındıktan sonra; günlerini nasıl geçirdiğini, neler yaptığını sorduk Müctebâ Teyzeye… Mütebessim ve mahcup sîmâsıyla, komidinin içinde bulunan el işlerini çıkardı. Örgüler, nakışlar yapıp memlekette bulunan genç kızlara çeyiz hazırladığını, misafirlerine hediyeler yaptığını söyledi. Hattâ hazırda olan örgülerden arkadaşımla bana birer tane hediye etti. Biz henüz hediyenin estetik şokunu atlatamadan, ayda bir hatim yapmak için bol bol Kur’ân-ı Kerîm okuduğunu, sahabe hayatları okuduğunu, ilâhîler yazdığını ve radyo dinlediğini anlattı.

İkinci bir hediye olarak, kendi ağzından ilâhî dinlemek istediğimizi söyleyince Müctebâ Teyzem, gözlerimizi ıslatacak kadar içten ve samimi ilâhîler okudu bize... Kendisine çok teşekkür edip hayır duâlarıyla ayrılmak isterken yeğeni; teyzesinin yürüyüş yapması gerektiğini, ama dışarıya çıkmak istemediğini o sebeple de yürüyüş yapamadığını bildirdi.

Bunun sağlığı için önemli olduğunu ve niçin buna itiraz ettiğini sorduğumuzda Müctebâ Teyzemin acısının çok derin olduğuna şâhit olduk. Dışarıya neden çıkmak istemediğini, kendi diliyle şöyle anlatıyordu teyzem:

“-Kızım, artık sokaklar, parklar çok kalabalık… Erkek-kadın yan yana, arka arkaya yürüyor, sesleri birbirine duyuluyor. Bazen kadın-erkek demiyor, birbirlerine bağırıp kavga ediyorlar. Küçük bir yanlış, bir eksikte artık insanlar pimi çekilmiş bomba gibi patlıyorlar. Zaten erkeklerden kaçmak lâzım geldiği kadar -sizleri tenzih ederim- kadınlardan da kaçmak lâzım, kızım. Tevbe, Allâh’ım affetsin!.. Hem açık-saçık sokağa çıktıkları gibi, hem de yüksek sesli konuşmalar, gülüşmeler, çocuklarına bağırmalar mevcut… Rahmetli annem bize çok tembihlerdi:

«-Kadın sesinden, âdâbından, örtüsünden, zarifliğinden belli olur, lüzum hârici konuşmak, sağa-sola bakmak hırsızlık yapmaktır. Hırsızlık, illâki elle olmaz; gözler de kulaklar da hırsızlık yapar!» derdi.

Kadın zarîftir, kadın naîftir, kadın altın gibidir. Orta yerlerde, alelâde bulunmaz. Bizim iffet timsali örnek kadınlarımızın, kızlarımızın hayatlarında böyle karışık hayatlar, gülüşmeler, bağrışmalar yok!. Meselâ Hazret-i Şuayb’ın kızları... Babası çok yaşlı olduğu için erkek çobanların arasına koyunları sulamak için geliyorlar. Ama erkeklerin arasına karışmayıp geride sıra bekliyor, büyük örtüleri, iffetli duruşları ile konuşuyorlar. “Libâsü’t-takvâ: Takvâ elbisesi” böyle öğretilmiştir bize…

Şimdi örtüler de değişti yavrum. Rengarenk şallar, albenili pardesüler, ne kadar örtü yerine geçiyor, bilmiyorum. Örtü, vücudu örten, kapatan, saklayan, bakışlardan gizleyen demekti ya… Hazret-i Ebûbekir’in kızı Esmâ, üzerindeki ince elbise ile Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzûruna gelmiş. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- derhal ondan yüzünü çevirerek:

«-Ey Esmâ! Kadın büluğ çağına eriştiği zaman, artık onun şu ve şu yerleri dışında bedeninin görülmesi uygun olmaz.» buyurmuştur.

Peygamber Efendimiz bunu söylerken yüzüne ve avuçlarına işaret etmiş.” (Ebû Dâvud, Libâs, 31)

 Allah eksiklerimizi tamamlasın, iffetimizi muhafaza ettirsin. Sokaklarımız kalabalık da sanki evlerimiz tenhâ mı? Televizyon, akıllı telefon, internet; sokağı eve getirdi kızım… Evlerimiz, gönüllerimiz, kafalarımız çok yoğun artık. Sosyal medya, bilgisayar oyunları insanlarımızı hapsetti. Şarkıcılar, oyuncular evlerimize gelip oturdu. Allah onları affetsin; ama bizde onları izleyerek onların günahlarına ortak oluyoruz.

Yalnızca hayâsızca giyinmek, şarkı söyleyip eğlenmek günah değil, yavrum; onlara bakmak, onları dinlemek, onlarla birlikte olmak da günah. Allâh’ım affetsin! Hele bir de mahrem âile hayatlarını gösteriyorlar ya… Hafazanallâh… Evlerimiz, kalplerimiz kirlendi. Gözlerimizden cürûf aktı gönüllerimize… Namazlarımız, abdestlerimiz gaflete düştü. İbadetlerimizde ihlâs kayboldu, duâlarımız kabulden uzaklaştı.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurmuşlar ki:

“Allah, bir insanı helâk etmek istediği zaman ondan önce hayâyı çeker alır. Hayâsı bir kere gitt mi, artık o herkesin nefretini kazanmış bir kimse olarak dolaşır. Herkesin nefretini kazanmış kimseden ise, emanet çekilip alınır. Artık o güvenilmeyen kimse olarak bilinir.” (İbn-i Mâce, Fiten, 27)

Eskiden Osmanlı Devleti’nde, sokaklarımız, caddelerimiz böyle kalabalık değildi. Kadın-erkek karışık olmaz; kadınların, kızların iffet ve nâmuslarına halel gelmemesine özellikle dikkat edilirdi. Meselâ Fâtih Sultan Mehmet Hazretleri, Bosna Fethi’nden sonra bir ferman yayınlatarak:

“Sakın, Sırp kızları su almak için çeşme başlarına geldiklerinde, askerlerim oralarda bulunmayalar!..” demişti.

Kanûnî Sultan Süleyman devrinde ise, Sultan Süleyman, Fransa’da yeni yeni ortaya çıkan dans oyunu üzerine, Fransa kralına mektup yazıp şöyle ikaz etmiş:

“-İşittim ki, memleketinizde kadın ve erkeklerin «dans» adı altında birbirlerine sarılmak sûretiyle halk önünde ahlâk ve hayâya mugâyir davrandıkları süflî bir eğlence îcad edilmiş. Bu rezaletin sınır komşusu olmamız sebebiyle memleketime sirâyet etme ihtimali vardır. Bu itibarla, nâme-i hümâyunum elinize ulaşır ulaşmaz derhal bu rezâlete son verile!.. Aksi hâlde bizzat gelip o rezâleti kaldırmaya elbette muktedirim!”

Hocalarımız anlatırdı, bu mektup üzerine Fransa’da bu ahlâksızlık tam yüz yıl yasaklanmış.”

* * *

O gün Müctebâ Teyzemin sağlığı için yürümesinin gerekli olduğunu kabul etmesine rağmen, sokakların kirliliğinden korunmak için neden yürümek istemediğine hak verdik ve yüzümüz kızararak sükût eyledik.

Sosyal hayatın içinde aktif olan bizler, kendimizi bu denli koruyamasak da imkân nisbetinde muhafaza etmemiz lâzım. Nitekim Mücteba Teyzemin söylediği gibi, sokaklarımız çok kirli... Evlerimiz de sosyal medya ve akıllı telefonlarla büyük tehdit altında….

Hayâ; hayatımızda helâl ve güzel olmayan her şeyden; söz ve davranışlardan uzak kalmaktır. İffet ise, seçilen bu güzel ahlâkı, hayatımıza karakter olarak yerleştirmektir. Başka bir ifade ile iffet, her türlü aşırılık, dengesizlik ve ölçüsüzlükten uzak durmak, özellikle şehevî arzuyu şer’î sınırlar ve ahlâkî değerler açısından kontrol altında tutmak demektir.

İffetli erkek ve iffetli kadın için Kur’ân-ı Kerîm’de tercih edilen “muhsan” kelimesi, “kaleyi siper ve barınak edinerek kendini koruma ve kollama altına almak” demektir.

 İslâm âlimleri, insanda üç temel duygunun bulunduğunu belirtir. Bunlar; “kuvve-i akliye”, “kuvve-i gadabiyye” ve “kuvve-i şeheviyye”dir.

Kuvve-i akliyye, hakikatleri görüp fayda ve zarar getirecek şeyleri birbinden ayırt etme melekesidir.

Kuvve-i gadabiyye, kin, hiddet kızgınlık gibi hislerin kaynağıdır.

Kuvve-i şeheviyye ise, arzu, iştihâ ve cismânî hazların menşeidir. Bu duyguların vasat derecede sınırlandırılması, iffet perdesini oluşturur. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuştur:

“Siz iffetli olunuz ki, hanımlarınız da iffetli olsunlar. Anne ve babanıza iyilik ediniz ki, çocuklarınız da size iyilik etsin.” (Hâkim, IV, 170/7258)

“Üç kişi vardır ki, onlara yardım etmek Allah üzerine bir haktır;

1-Allah yolunda cihad eden kimseye.

2-Bedelini verip kendisini hürriyete kavuşturmak isteyen köleye.

3-Namus ve iffetini muhafaza etmek düşüncesiyle evlenmek isteyen kimseye.” (el-Câmiu’s-Sağîr, II, 870)

İffetini yitiren kimse; izzet, vakar, şahsiyet ve hürriyetini kaybetmiş demektir. İffetli bir müslüman olabilmek için; fiilî olarak özümüze, sözümüze, kılık-kıyafetimize, duruşumuza, davranışımıza dikkat ettiğimiz gibi; Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hadîs-i şerîfince, Allah’tan da yardım istemeliyiz:

“Allâh’ım, Senden hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği istiyorum.” (Müslim, Zikir, 72) Âmin.

PAYLAŞ:                

Seher Küçük

Seher Küçük

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle